Siyasette doğum sancısı (II )
Dün bu köşede, 10-15 yılda bir siyasi konjonktürde köklü değişiklikler olduğunu söylemiştim... Bunun nedenleri arasında, iktidar nimetlerinden uzun süre mahrum kalanların yeni arayışlar içine girmesini ve Cumhuriyet devrimlerinin yerleşmesinde kesintiler olmasını saymıştım.
3) İktidarda uzun süre kalan partilerde, tek adam diktası ortaya çıkıyor. Bu sorunun çeşitli nedenleri olabilir... Söz gelimi, toplumda biat kültürünün yaygın olması, siyasilerin topluma ait inanç ve değerleri istismar ederek toplumsal tepkilerin önünü kesmesi, partilerin parti içi demokrasi kültüründen yoksun olması ve siyasette yanlış yapanın yanında kâr kalması, önemli nedenlerdendir.
1950-1960 Demokrat Parti döneminin son yıllarında, muhalif yazarlar tutuklandı. Muhalif düşüncede olanları tutuklamaya kadar geniş yetkilere sahip bir Tahkikat Komisyonu kuruldu. Sonuçta on yıl sonra darbeye bahane yaratıldı.
Demirel için diktatör denilemez... Buna rağmen “Verdimse ben verdim” şeklindeki meşhur sözü, iktidardakinin devlete ve olaylara nasıl baktığını gösteriyor. Oysa ki devlet ve devlet anlayışı da çağdaş ve dinamiktir. Politikacılar ellerinde devlet imkanı varken, bu dinamizme ayak uydurmakta zorlanıyorlar. Oysa ki yeni siyasi hareketler bu dinamizmi zaten içlerinde taşıyorlar.
Bugün gelinen noktada, Başbakanın ve siyasi iktidarın, demokratik dengeleri bozduğu tartışılıyor. Başkanlık sisteminin öne çıkarılması bu tartışmaları tırmandırıyor. Bu sorunlar toplumda endişe yaratıyor.. Yeni arayışlara sebep oluyor.
4) Bugünkü durumda, Başbakan’ın dış politikadaki çıkışları hükümetin dış politika anlayışı risk taşıyor. Onur Öymen’in değerlendirilmesi şöyledir... “Dış politikamız ideolojik olarak, Avrupa Birliği odaklı politikadan İslam-Arap eksenli dış politikaya kaymış ve Batı karşısındaki konumunu istikrarsızlaşmıştır.” Ayrıca Irak ve Suriye krizlerinde olduğu gibi mezhep yaklaşımını gündeme getirmiştir. Buna karşılık bugünkü CHP yönetimi de bu mezhepçilik kavgasında
Suriye yanında yer almış gibi bir imaj bırakmıştır. Yeni siyasi yapılar elbette daha tarafsız olacak ve bu yanlışları taşımayacaktır.
5) Dünyada, ekonomik konjonktürün değişmesine mevcut parti programları ayak uyduramıyor.
Söz gelimi, küreselleşme süreci yeni bir aşamaya girdi. Ülkelerarası zengin- fakir farkı arttı. Bir ülke içinde gelir dağılımı bozuldu. Para sistemi bozuldu. Kur savaşları başladı. Sektörel dengeler bozuldu. Borsalar, finans sektörü balon yaptı. Bu nedenlerle kriz aralığı daraldı. ABD’de finansal kriz, Avrupa’da borç krizi dünyada ekonomik istikrarı bozdu. IMF dahil dünya yeni bir para sistemi arayışı içine girdi.
AKP iktidarı, 2001 krizi nedeniyle IMF’nin ve Kemal Derviş’in hazırladığı ve miadı çoktan dolmuş kısa vadeli bir programı devam ettiriyor. CHP’de de aynı anlayış var, çünkü bu programda çalışanlar devam ediyor. Bunların şartlandıkları bu programdan ve iktisadi yaklaşımdan farklı ve yeni bir anlayışı benimsemeleri mümkün değildir.
Aslında, dünya ekonomik konjonktürü, siyaseti her zaman etkilemiştir. Hatta siyasi rejimleri etkilemiştir. Nazizm’in doğmasının altında, başarılı Yahudi iş adamlarına duyulan tepki de etkilidir. Gelir dağılımında aşırı bozulma sosyalist rejimlerin doğmasına neden olmuştur.
Türkiye’de spekülatif sermaye hareketlerine göre dizayn edilmiş ve her yıl dış cari açık veren bir ekonomik düzenin daha uzun süre yönetilmesi düşünülemez. Cari açığın getirdiği sorunlar, elle tutulur, gözle görünür boyutlara ulaştı. Bundan sonra bu sorunların artması kaçınılmazdır. Bu anlamda halkın güven duyacağı ve umut olacağı bir siyasi oluşuma ihtiyaç artmıştır. Söz gelimi Ecevit önce umut oldu, sonra iktidar oldu. CHP ve MHP bu anlamda umut olamıyor. Çünkü, her ikisinin de ekonomik programı, AKP programıyla aynı çizgidedir.
En belirgin örneğini 2011 seçimlerinde yaşadık. Her üç parti de halka para dağıtma yarışına girdi. Bunlardan birisi, para değil, iş dağıtacağım deseydi, AKP’nin alternatifi olarak bir umut olabilirdi. Toplum, ekonomik anlamda aynı çizgide görünen partilerden, denemiş olduğu AKP’ye oy verdi. Bundan sonra da toplum ya başka bir siyasi oluşum veya AKP diyecektir. Sonuç olarak Türkiye’deki siyasi konjonktüre, gelişmekte olan dinamik bir toplum penceresinden bakmak gerekir. (Yarın devam edecek.)