Siyasal İslâmcı iktidar
İmparatorluk bakiyesi olarak Osmanlı coğrafyasından imparatorluğun merkezine, yani İstanbul ve Anadolu’ya doğru kervan kâfile dizilen göçlerle Türkiye topraklarına sığışmaya çalışan, ardındaki yüzlerce yıllık asâleti ve vakarıyla kader birliği eden bir milletin vâr oluş savaşıyla kurduğu ülkenin adıydı Türkiye Cumhuriyeti.
Yüzlerce yıllık imparatorluğun ardından kurulan ’yeni’nin adıydı Türkiye Cumhuriyeti ve akabindeki Türkiye demokrasisi.
Batının yaşadığı tecrübelerden yoksundu, Batıdaki gibi tecrübelerin imbiğinden süzülen bir brikimin neticesi değildi ne demokrasisi, ne laikliği ne de sekülarizmi.
Batıdakine benzer bir iç savaş yaşamamıştı, mezhep savaşları yaşamamıştı.
Din-i mübin-i İslâm için, Nizâm-ı âlem için İ’lâ-yı Kelimmetullah dâvâsı uğrunda asırlarca cihad etmiş bir büyük milletin toplumsal hâfızasında ne laikliğin, ne sekülarizmin ne de demokrasinin yeri vardı.
İmparatorluktan cumhuriyete geçişteki sert virajın sebep olduğu toplumsal travmaların hasarları hakkında belki de kimsenin bir fikri ve endişesi yoktu, tek düşünceleri ’yeninin yaşaması’ydı. ’Hayat memat meselesi’ olarak düstur edinilen bu vâr olma düşüncesinin sert hamleleri toplumun pek çok kesimini ’yeni’ ile problemli hâle getirdi.
Yeni harflere geçildi.. yeni kılık kıyâfete.. yeni medenî kanuna.. yeni ölçü tartı birimlerine.. yeni takvime...
’Şapka’ giyme mecbûriyetiyle yaşananların ektiği tohumların nerede ve nasıl yeşereceğinin hesâbı yapılamadı ’yeni’yi yaşatmaya çalışırken.
’İstiklâl Mahkemeleri’nin kurduğu idam sehpalarında can verenlerin gölgesine nelerin ve kimlerin gizleneceğinin de hesâbı yapılamadı ’yeni’yaşatılmaya çalışılırken.
Tek dertleri ’yeni’ye can vermekti, ’yeni’yi ayakta tutmaktı, ’yeni’yi yaşatmaktı...
Şimdi ’yeni’ye can verirken, ’yeni’yi ayakta tutarken, ’yeni’yi yaşatırken Türkiye Cumhuriyeti’nin bünyesinde sinsice oluşan bir çıbanın patladığı ve cerahatinin devleti sardığı zamanları yani ’hasar tespit’ zamanlarını yaşıyoruz.
O çıbanın adı ’siyasal İslâm’ın iktidarı’.
Başörtüsü’nden Fırat’ın kenarındaki koyuna kadar dine dâir istismâr etmedik bir tek değer, çiğnemedik bir tek haslet, üzerine tüğ dikmedik bir tek estetik anlayış bırakmayan ’siyasal İslâm’ın iktidarı’.
Dersim’den hortlayan PKK ihânetini ’açılım süreci’ adı altında devlet politikası hâline getiren ’siyasal İslâm’ın iktidarı’.
İdam sehpasında can veren İskilipli’nin gölgesinden Türkiye Cumhuriyeti’ne öfke ve kin biriktiren, ilk fırsatta Osmanlıya çetecilikle ihânet eden ve Osmanlının tehcir uygulamasında ölen Ermenilerden Türkiye Cumhuriyeti adına özür dileyen ’siyasal İslâm’ın iktidarı’.
On binlerce insanımızın kanını ellerinde taşıyanlara “Kırılan onurların tâmiri için peygamber hırkasını yere serelim” diyen bir Diyânet İşleri Başkanı’nın dinî hayata riyâset ettiği ’siyasal İslâm’ın iktidarı’.
Milyonlarca Suriyeliyi ülkeye alan ve fakat aylardır İŞID denilen kiralık katiller sürüsünün tehdit ve katliamlarına mâruz kalan Türkmenlere kapılarını açmayan ’siyasal İslâm’ın iktidarı’.
40 yıllık İslâmi mücâdelenin kartondan kuleler gibi devrildiği, hak adına, hukuk adına, adâlet adına, merhamet adına, vicdan adına, dürüstlük adına, helâl adına, ilim adına, bütün bu değerlerin hâk ile yeksân olduğu zamanlar bu zamanlar.
40 yıllık İslâmi mücâdelenin siyâsî bir yenilgi ile değil, yolsuzluk, hırsızlık, irtikap, ihâleye fesat karıştırma, kul hakkına tecâavüz, yetim hakkına musallat olma, kayırma, devlet malını peşkeş, beytü’l malı istismar ile son bulması büyük bir trajedi.
Artık serbest bıraktıkları o başörtüsü bile hicaplarını örtmeye kifâyet etmeyecek.
’Siyasal İslâm’ın iktidarı’bundan sonra sosyolojik değil, yalnızca bir sandık iktidarı.
Türkiye Cumhuriyetinin bu çıbanı patlaması gerekiyordu ve patladı.
Yakıp yıktıkları değerlerin tâmiri uzun sürecek. Laikliğin aslında ne kadar da önemli bir şey olduğunu anlamakla başlayacak işe belki. Absürt ve ceberrut laiklik uygulamalarının bedelini bu çıbanın patlamasıyla ödeyen Türkiye Cumhuriyeti, laikliğin devletin ’adâlet’ duygusu için ne denli elzem bir kavram olduğunu ve uygulamasının da merkezinde adâlet olması gerektiğini anlayarak devam edecek yoluna.
Fakat, ’bu ülke’ bu bâdireyi de atlatacak.
İşporta İslâmcılardan ve Türk düşmanlarından, Türk komplekslilerinden kurtulacak...
En büyük vazife ülkücülerin...
Tabii ki, meşhur fıkrada olduğu gibi, kervanı basan kırkıncı harâmiyi beklemezlerse eğer...