Sırada Mısır ve Suriye...

Geçen hafta torunları karşılamak üzere İstanbul'a gitmiştim, bu yüzden yazı yazamadım. Özür diler, geçmiş bayramınızı kutlarım. Bayramın birinci gününe kadar İstanbul'daydım. Kent boşalmış. Anlaşılan, şehrin gerçek istiap haddi bayramda boşalmış durumdaki haliydi. Trafik ve her yer normal, izdiham yok. Bu benim bildiğim eski İstanbul. Kimse kimsenin üzerinde yaşamıyor. Tek fark, daha önce yemyeşil olan kent, bir beton yığını. Sokaklar, beton apartman duvarlarından kanallar halinde.

***

Gelelim bugünkü konumuza. Halka hesap verilerek, halk adına yönetme şekline, demokrasi ve siyaset denir (her ne kadar bizde anlamı farklı olsa da literatür böyle). Ve seçilip, halka hesap verme koşuluyla yönetenlere de, genelde siyasetçi deniliyor. Bizde hamdolsun, halka hesap verilmediği gibi halkın parası ve imkânlarını, başka ülkelerin vatandaşlarına sürekli akıtmayı marifet sananlar var. Parayı sarf edenlerin eli, kendi ceplerinde değil bizim ceplerimizde. Şimdi, bizdeki uygulamaları göz önüne alarak, siz değerlendirin bakalım bizimki ne?

Üzerinde durmak istediğim, geçen haftanın bence en tutarsız ve gündemi değiştirme amacına yönelik olduğuna inandığım Suriyeli ve öteki mültecilere vatandaşlık tanınması konusu. Gelen her Suriyeli veya Arap mülteci, bir Türk'ün işini ve kaynaklarını elinden aldı ve alacak. Hastanelerde onlara bakım yapan doktorun işi daha da artacak. Okullarda, sınıflarda, öğrenci sayısı yükselecek. Eğer vatandaşlık vereceksen, Türkmenlere, Uygur Türklerine neden vermiyorsun? Sonuç aşaması ne olursa olsun, eğer elinizde sınırlı kaynak varsa, bunu önce kendi vatandaşlarınıza akıtmanız gerekmez mi? Türkiye, ne yazık ki gene eski bir Nakşibendi yönetimi olan, Özal döneminden de ders almadı. O zaman da, 500 bin Kürt'ü almış, halk için yapılan sosyal konutlara yerleştirip, PKK'ya hayat vermişti.

Yoksa bu olanakların, dışarıya ve keyfe göre kullanımına Amerika mı talimat veriyor, nedir? Amerika salak değil, elinin altında bu denli yalakalık yapmak isteyen bir yönetim varsa, o kullanmasın da ne yapsın. Bence, Başkanlıktan önce o çok güvendikleri seçmenlerinin onayını almak için referanduma gidilse, hiç fena olmaz. Belki güneyde tedavi ettirilen IŞİD'liler de oy kullanır.

***

Geçen haftanın, bence en önemli bir başka konusu, sarhoş gibi yalpalayan dış politika alanıydı. Duyduklarım, sürekli şok yaşattı. AKP iktidarı, bugüne kadar savunduğu tüm konulardan 180 derece çark etti. Peki, çark etti de karşısındaki muhataplarını ikna edebildi mi? Ey Rusya dedi, Putin'i telefonla arayarak özür diledi. Ama Ruslardan duyduk ki Putin verilen sözlere ve özür dileyenlere güvenmiyor. Herkes Türk halkı mı? Ey İsrail dedi, İsrail ile tüm şartlarını kabul ederek anlaştı. Biz şart koştuk dedi, gördük ki İsrail'in koşullarını kabul etmişiz. Ama İsrail basını Ankara'ya güvenilmeyeceğini yazıyor.

Ey Mısır dedi, el altından Sisi ile temas edildiği ve bu emekli generalin şartlar ileri sürdüğü anlatıldı. Şimdilerde Mısır'a nasıl bir heyet kurulacağı konuşuluyor. Ey Esed dedi, duyuyoruz, şimdilerde Esad'a dönülüp, Suriye ile el altından görüştükleri ortaya çıktı. Esad, Ankara'nın Suriye'deki teröristlere desteğini kesmesi şartı koşuyor. Özetle, şimdilerde neler olabileceğini tahmin için kimlere ey dedilerse bekleyin ki tersi olacak.

***

AKP iktidarının günah keçisi Davutoğlu, 14 yıl uygulanan dış politika rezaleti sonrası gidince, şimdilerde, 180 derece bir dönüş var. Acaba yukardakileri, bu paraleller mi kandırdı 14 yıl? Beraber ortak düşmanları, Cumhuriyet ve devrimlerini sevenlere karşı eylem yaparken, neden bu kadar mutluydular acaba?

Batı dünyasından tutarsızlıklar ve ayak oyunlarıyla kopan veya koparılan ülkeyi yeniden düzene sokma çabalarına siz olsanız inanır mısınız? Ben özellikle, ekonomi konusundaki hiçbir söyleme de inanmıyorum. Ekonomi, şu anda durmuş olmasının yanı sıra, bir çöküşe doğru yönelmiş durumda. Bakalım herkesin önem verdiği krediler ne olacak?

Yazarın Diğer Yazıları