Silivri’dekileri de böyle mi susturdunuz ‘Eminanım’!..
Emine Erdoğan’ı ağlatan Şimon Peres’e ‘One Minute’ diyen Tayyip Erdoğan, kendisini “Eşinin gözyaşlarına mahkum eden” askerlerin sırtını sıvazlamış olamaz değil mi!
Emine Erdoğan, Filistinli iş kadınlarına Davos’taki “One minute” olayı sırasında hissettiklerini anlatmış. Ağzından çıkan ve açıkçası kulağının duyup duymadığından emin olamadığım sözlerinin zihnimde yarattığı yansıma “Terminatör”dü!
Yanlış okumadınız; hani şu insanlığı kurtaracak John Connor’u doğuracak olan Sarah Hamilton’u “yok etmek” için gelecekten gönderilen ölümcül makina!
Merhametsiz ve korkusuz!
Gözü dönmüş yani...
Neden ben de bilmiyorum, aşağıdaki ifadeleri okuyunca belki siz bir fikir yürütebilirsiniz bu çağrışımın menşeine dair:
“Davos’ta yaşananlar önceden planlı bir şey değildi. Bu Peres’in yalanları sonucu gelişen bir olaydı. Aslında ben siyasi meselelerde geri durmayı tercih ediyorum ama Peres’in 2009’daki Gazze saldırısını savunduğunu görünce neredeyse deliriyordum. Peres sürekli olarak yalan söyleyerek benim sınırlarımı zorladı. Bütün dünyanın gözü önünde İsrailliler nasıl böyle yalan söyleyebiliyor diye düşündüm. Kendi kendime ”Allahım biri bu adamı sustursun“ dedim ve aynı saniyelerde eşimin de öfkeyle kızardığını ve patlayacak hale geldiğini gördüm. O an ağlamaya başladım. Yanımdakiler bana neden ağladığımı sordukları zaman, ”Çünkü Peres bir yalancı“ diye yanıt verdim. Ağlamaktan kendimi tutamıyordum. Olaydan sonra Erdoğan’a ulaşmaya çalıştım. Daha önce hep barış için pozisyonumuzu korurduk. Sabrımızın sınırına ulaştık, çünkü Peres yalan söyledi.”
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasında izleyeceği strateji milli çıkarların, uluslararası dengelerin, vatan topraklarının değil de Başbakan’ının karısının “sınırları”na göre belirleniyorsa, varın iç politika uygulamalarının “perde arkası”nı siz hesap edin!
Peres’e karşı “Eminanım”ın(Emin Çölaşan kısaltmasıyla) gözyaşlarıyla bilenen Recep Bey, aynı gözyaşlarının “susturucu” gücünü Türkiye’de kullanmamış olabilir mi?
Bugünlerde malum “astrolog”larla pek bir teşriki mesai halindeyiz onun da katkısı olsun satırlarımıza;
Hem de bir ‘balık erkeği’ olan Recep Bey!
Mümkün mü?
Bu yılın başlarında gazete manşetlerine “Eşimin gözyaşlarına mahkum olduk” sözleri yansıyan Erdoğan, bu “mahkumiyet”ten kurtulmak için, Eminanım’ı GATA’ya almadıklarını iddia ettiği askerleri de susturmuş olabilir mi mesela?
Mesela Eminanım’ın “sınırlarını zorlayan” yahut “kendi sınırlarını zorlatmayan” bazı komutanlar da nasibini almış mıdır “susturucu” özelliğe sahip gözyaşlarından?
Devlet yönetiminde yeni bir çığır açacağa benzer bu “telepati” metodu size de ürkütücü gelmedi mi?
***
Düşünsenize, Eminanım evde haber izliyor; ekrandaki yorumcu farz-ı muhal Mustafa Balbay... O eşine verip veriştirdikçe Eminanım oturduğu yerde “deliriyor”, kızı “Anne ne oluyor” deyince “O bir yalancı” diyor... Tam o anda farz-ı muhal devletin kolluk güçlerinden sorumlu bakanıyla toplantı halinde olan Başbakan’ın yüzü öfkeyle kızarmaya başlıyor...
Ve o da ne? Sabaha karşı bir grup polis Balbay’ın kapısında!
Eminanım’ın Filistinli kadınlara aktardığı “Kendilerini delirtenlerden kurtulma metodu”nun sonu bu değil mi?
Düşünsenize Eminanım’ın Aydınlık dergisine abone olduğunu; o zaman siz şaşırabilir misiniz Silivri zindanlarında ömür tüketen gencecik gazetecilerin yaşadıklarına?
Ergun Poyraz’ın tutukluluğuna şaşırabilir misiniz?
Bu soruları muhatabına sormayı inanın çok arzu ederdim; hani şöyle Naomi’den, Carla’dan filan fırsat bulursanız buyrun 5 çayına gazetemizin terası müsait derdim Eminanım’a ama... Malum “ruh ikizi” olan eşi Ramazan’daki “çorba” teklifimize karşılık, yandaşlarla “Kırk bir karışımlı şerbet” içmeyi tercih etmişti!
Kendisini delirten Peres’e kocasının nasıl haddini bildirdiğini anlatmak için Filistin’li iş kadınlarıyla biraraya gelmeyi bekleyen Eminanım, kendisini delirten gazetecilerin, televizyoncuların, rektörlerin, askerlerin hadlerinin bildirilmesi sürecini anlatmak için de belki E.A.’nın, “Majestelerinin karikatüristi”nin, döne döne dengede kalmayı, önümüzdeki yıl Şeb-i Arus’ta baş semazenliğe aday gösterilebilecek kadar iyi beceren “Hasan Abi”lerinin, yanaka gazetecinin filan eşleriyle toplanmayı bekliyordur, kimbilir!
Nursuna Hanım’dan en kısa sürede Yeni Hayat Apartmanı’nda yeni bir ev yemeği organizasyonu bekliyoruz!
***
Not: Eminanımın sözlerini okuyunca Hollywood’un kehanet gücünü yabana atmamak konusundaki kanaatim pekişti. Nasıldı o ünlü film repliği:
“Silahı kadına tercih ettiren şey, susturucu takılabiliyor olmasıdır!..”
AKP de aile boyu değil sanki
Yandaş medya Elif Erbakan’a gösterdiği tepkiyi bir başka isme göstermedi.
Sümeyye Erdoğan’a...
Başbakan Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta AKP’de danışmanlık yapmaya başlaması yandaş medyada sessizce geçiştirildi.
Sümeyye Erdoğan’ın ise yeni görevi için partiye yakın isimler tarafından kutlama mesajlarına boğulduğu kulislerde konuşuluyor.
Kısacası Erbakan’ın kızının parti yönetimine giren medya, Erdoğan’ın kızının iktidar partisine danışman olmasını hiç sorgulamadı.
Erbakan’ın kızını konu edenler Erdoğan’ın kızını dert etmedi.
* Odatv.com
+++
Buna düpedüz ‘devlet terörü’ denilir
Aydın’da MHP İl Merkezi’nde asılı bulunan bir pankarta yönelik “polis operasyonu”, demokratik hakların kullanımının devlet terörü ile önlenmek istenmesinden başka bir şey değildir.
Bu olayla birlikte partilerin özgürce siyaset yapabilmelerinin önündeki engeller dilerim ki kamuoyunun gündemine gelir.
Anayasamız, siyasi partilerin demokrasinin olmazsa olmaz kurumlarından olduğunu söylüyor.
Bu, partilerin siyasi faaliyetlerini özgürce yapabilmeleri, serbestçe propaganda yapabilmelerini teminat altına alan bir hükümdür.
Siyasi partilerin, faaliyetleri sırasında yasaların suç diye tanımladığı eylemlerin içine girmeleri durumunda da kimin bu suçu takip edebileceği yine Anayasa’da ve yasalarımızda yazılı.
Vali’nin bir emri ve polisin marifetiyle bir siyasi partinin propaganda faaliyetinin engellenmesi bu nedenle “devlet terörü” sayılmalıdır.
Bir yandan “demokratikleşirken”, diğer yandan idari kararlar ile siyasi partilerin faaliyetlerine engeller konulmaya çalışılması, hükümetin ağzındaki demokrasi sakızının ne kadar samimi çiğnendiğini gösteren bir örnektir.
Son aylarda kendisini devletin valisi gibi değil hükümetin bir il başkanı gibi gören valilerin sayısı artıyor.
İçişleri Bakanlığı, Aydın Valisi’ni vakit geçirmeden görevden almak zorundadır.
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
+++
Tek dertleri
aferin telefonu
Hep övgü hep övgü de olmuyor..
Övgüye mazhar olanlar bile sıkılıyor..
Yazarlığın raconunda biraz da
muhaliflik vardır ya..
Ne yapacaklar? Yasak!.. İktidara muhalefet yapamazlar.. İcraatlarına laf söyleyemezler.. Onlar da 7.5 yıl boyunca muhalefete muhalefet ederek durumu
idare etmeye çalıştılar..
İktidara şak şak, muhalefete tak tak..
Memecan’ın en büyük karikatürü
Ha babam de babam muhalefete
vurmanın da tadı kaçtı..
(İktidarı görmezden gelip 2737 gün boyunca muhalefeti eleştirmek başkarikatürist Salih Memecan’ın en büyük karikatürüdür.)
Ne yapacaklar? Bunun da çaresini buldular.. AKP yönetimi bu memlekete 2002 yılında paraşütle atlamış gibi davranıyor ya..
Eee.. 1923 ile 2002 arasındaki bütün olan bitene muhalefet serbest..
Al sana uçsuz bucaksız alan..
Kızılacak, hakaret edilecek, alay edilecek yüzlerce isim, yüzlerce vaka..
1923’ten geriye gitme!..
Gidersen karşına Osmanlı çıkıyor?
Dikkat!.. Baltayı taşa vurursun..
(Ara bilgi: 2. Abdülhamit’in torunu Osman Nami Osmanoğlu’nun cenazesine Başbakan beş bakanıyla katıldı, İlhan Selçuk’un cenazesine eski solcu Kültür Bakanı bile gelmedi, gelemedi!.. Hükümet ikisinde de olsa şık olmaz mıydı?)
Geçmişe küfretme modası
Geçmişte olanlara küfretme modası
acayip yayılıyor..
Kolay iş, dalga geçen yazılar döşen dur.. Misal, 1930’dan başla, ne bileyim
Köy Enstitüleri’nden gir, Kardak kayalıklarından çık.. Atış serbest!.. Bunu yaparak ne kazanacaklar derseniz!..
Kendi adlarına çok şey..
BİR: İktidarı eleştirmekten kurtulacaklar..
İKİ: Muhalif duruş sergiliyorlarmış
havası yaratacaklar..
ÜÇ: Yüzde 10 barajı gibi tehlikeli sulara girmekten kurtulacaklar..
DÖRT: 2002’den önce olan her şeyi
kötüleyerek ‘aferin’ alacaklar..
Zaten amaçları bu değil mi.. Yukarıdan gelecek aferin telefonu..
* Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
Hiç samimi değilsiniz Sayın Gül!
Atıyor, onaylıyor, sonra “İçime sinmedi”, “Başka türlü olsa daha iyi olurdu” diyor. İşte, ben bu tutumunu samimiyetten uzak buluyorum. Sayın Gül, son olarak, Anayasa ve YÖK konularında iki açıklama yapmış. Birinde, kısmi değişiklik yerine, “Yeni Anayasa daha iyi olurdu” demiş (Milliyet, 15 Temmuz). Oysa, Anayasa değişikliği paketi imzasına sunulduktan sonra, kendisine, paketi imzalamadan gözden geçirmesi doğrultusunda, bir grup hukukçunun imzaladığı bir mektup gönderildi. Ancak Sayın Gül, bu talepleri hiç dikkate almadı. Bu aşamalarda görüş bildirse, telkinlerde bulunsa yeni anayasa konusunda ifadesi daha samimi görünürdü.
Diğer taraftan, YÖK’e ilişkin ’rahatsızlığını’ anlamak daha da güç! Madem şimdilik YÖK sistemi toptan değişemiyor ama Sayın Cumhurbaşkanı bu sistemden rahatsız, bari her defasında önüne gelen listede, en çok oy alanı seçsin ve böylece demokratik bir teamül oluşsun. Ama öyle yapmıyor.
Tercihlerini bu yönde kullanıp, sonra kendi tercihinden rahatsız olmak söz konusu olmayacağına göre, neden rahatsızlık duyduğunu anlamak gerçekten de zor.
Şayet Cumhurbaşkanlığı’nın ’partiler üstü’ ve hakem konumunda olma tanımına sığınılıyorsa veya sığınılabileceği düşünülüyorsa, bu düpedüz sorumluluktan kaçmak için bir yol haline gelir. ’Partiler üstü’ olmak, partilerin yüklendiği sorumluluktan kaçmak anlamına gelmez, gelmemeli. Görebildiğim kadarıyla, Türkiye’de bu konuda ciddi bir kavram kargaşası ile karşı karşıyayız. Karşı karşıya olduğumuz tablonun en ’masum’ yorumu ancak bu olabilir.
* Nuray Mert / Hürriyet
+++
Tam PKK’nın istediği gibi
Başbakan Erdoğan; terörü çözmek gerekçesi altında, Kürtçü-Kürdistancı fikirlerin ve hareketlerin önünü açacak vahim hatalar yapmıştır.
Bunların başında da 2004 yılında Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu denilen, işbirlikçi libarellerin denetimindeki kurula hazırlatılan Azınlıklar Raporu gelmektedir.
Bu rapor; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini ve 90 yıllık geçmişini inkara dayanan; etnik yapılara da Türkiye’den ayrılma hakkını öneren yıkıcı bir rapordu.
Burada söylenenlerle Abdullah Öcalan’ın hapiste söyledikleri arasında ciddi benzerlikler vardı.
“Türk demeyelim Türkiyeli diyelim” biçimindeki, büyük toplumu kurucu iradeyi yok sayan bir anlayış, hükümet eliyle, zorla hayata geçirilmek isteniyordu.
İşte PKK da tam da bunu istiyordu.
Bir etnik topluluğu kurucu milletle eşit hale getirmek; sonra da onun ayrılma hakkı olduğunu ileri sürmek niyetindeki bu planlamaya Başbakan Erdoğan bir ucundan sahip çıktı.
* Rıza Zelyut / Güneş
+++
MİNİ YORUM
Sandığa güven
Referandumda ‘hayır’ çıkması ‘hayır’ oylarının sandığa girdiği sayıda çıkmasına da bağlı. Hayır demek yetmiyor tek başına. Okuyuculardan Fırat Erkut “Asıl olan oylara sahip çıkmaktır” diyor. Ve Ankara’nın göbeğinde elinde çuvalla enselenenleri, seçime hile karıştırdığı iddia edilen AKP’li adayları hatırlatıyor.
Muhalefet partilerinin dikkatine...