Sevr'e "Yes be annem"
Türkiye’nin itibarını arttırdığını söyleyerek, Ermenistan ile imzalanan protokole alkış tutanlar da, Kıbrıslı Türkler’i “evet”e zorlayanlar gibi “kandırıldık” derse ne olacak?
ABD, Rusya, Fransa, İsviçre ve AB dışişleri bakanlarının gözetimi altında imzalanan Türkiye-Ermenistan protokolleri alkış yağmuruyla karşılandı. Bugünlerde her şey “tarihi” ya, bu imza da “tarihi”ymiş...
İmzaların atılmasıyla birlikte, önce gözlemci bakanlar alkışı bastı. Sonra Türk medyası. Herkes “hayırlı bir iş yapıldığını” söylüyor, inşallah öyledir.
Dış politika değerlendirmelerini her zaman önemsediğim bir diplomat, Onur Öymen hiç de öyle düşünmüyor. Diyor ki; Türkiye temel politikalarından geri adım atmıştır. Ermenistan’ın Azerbaycan’ı işgal etmesi üzerine Ermeni sınırını kapatan Türkiye, sınırın yeniden açılmasını, işgalin sona erdirilmesi koşuluna bağlamıştı. Türkiye şimdi sınırı açıyor, diplomatik ilişki kuruyor ama Azeri topraklarındaki işgal sürüyor. İşgal yüzünden yerinden yurdundan olan bir milyondan fazla Azeri perişan sürgün hayatı yaşamaya devam ediyor. Protokol metinlerinde de Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekileceğine ilişkin en küçük bir işaret yok.
Kulağa hoş gelen “Komşularla sıfır sorun” solganını alkışlayan çevrelere Onur Öymen’in diplomasi dersi niteliğindeki bir hatırlatmasını da mutlaka vurgulamak gerek:
“Komşularımızla sıfır ihtilaf politikası izleyecekmişiz. Dünyada bizden başka böyle bir laf eden var mı? Bu lafın anlamı, ‘Karşı taraf ne istiyorsa ben onu kabul edeceğim’ demektir. Bu ancak kaybedilen bir savaştan sonra olur. Sevr Antlaşması gibi. Kendisine saygısı olan hiçbir hükümet, karşı tarafın tüm taleplerini kabul ederek, meselelerini çözmeye kalkışmaz.”
Türkiye-Ermenistan protokolleri ne kadar tarihidir bilemem ancak, Onur Öymen tarihi sözler söylüyor, tarihi uyarılarda bulunuyor. İktidarın Öymen’e kulak verecek hali yok ama, “alkışçı” medya kulak verse iyi olur. Yoksa, Kıbrıs ve Türkiye medyasındaki “Yes be annem” cilerin düştüğü duruma düşmek her zaman mümkündür. Ama üç yıl sonra ama beş yıl sonra. O gün Annan Planı’na ‘evet’ denilmesi için çırpınanların, ‘evet’ denilince zafer naraları atanların çoğu bugün aynaya bile bakamıyorlar.
* Hikmet Bila / Vatan
++++++
Acımadı kiii...
AB, Kıbrıslı Türkler’in, BM tarafından hazırlanan ve adada Rum egemenliğine dayalı tek devletli çözümü dayatan Annan Planı’na “evet” demeleri için 30 milyon euro ayırmıştı. Bu para ile örgütlenen devşirme kalabalıklar sözde “barış” planın “tezgah” olduğunu anlatmaya çalışanları hedef almış ve Türkler’in oy kullandığı sandıklardan yüzde 65 oranında “evet” çıkmasını sağlamıştı. Buna karşın Rumlar, Türkler’le hiçbir anlaşmayı kabul etmeyeceklerini ortaya koyarak, yüzde 76 gibi ezici bir çoğunlukla plana “hayır” demişlerdi.
Bu tecrübeden sonra “kalemlerini” AB’ye satan kimi gazeteciler kuyruğuna basılmış kedi gibi bağırmaya başladı: Kandırıldık!
Şimdi parlatıldığı gibi olmasa da bir biçimde tarihe geçeceğinden emin olduğum imza ile ilgili gazetelerden yansıyan ilk değerlendirmelere baktım da;
Yenişafak’ın çiftkimlikli yazarı Taha Kıvanç imzasıyla “Bizler TV başında gerilirken bizim heyet gayet sakinmiş” yazmış. Taha Akyol, dünyada böylesi geniş bir vizyona sahip bir Obama, bir Davutoğlu var tezine omuz vermiş. Nazlı Ilıcak da aynı perdeden “itibarlı ülke oluyoruz tabii ki yüzü gülecek Davutoğlu’nun” buyurmuş. Eser Karakaş “AB’ye girişimiz garanti, tek başına AKP” nakaratına devam...
Milletin gözünün içine baka baka, sünnet çocuklarını oyalamaya çalışan hokkabazların yaptığı veya annesini dinlemeyen haylaz çocuğun, gözyaşları içinde kıvranırken bile inatla tekrarladığı gibi “acımadı kiiii, acımadı kiii” diyen tutturanlar, Nalbantyan’ın imzaya kadar mahkeme duvarı gibi olan sözde memnuniyetsiz yüzünün, imzadan sonraki yemekte “güller” açmasını nazıl izah edecekler acaba? Hani acımamış, acıtmıştı Türk tarafının tutumu?
++++++
TRT’ye ‘kargalara özel’ yayın akışı hazırlattı
TRT-2’de yayınlanan, “AKP Beşiktaş İlçe teşkilâtı üyesi Serra Karaçam”ın sunduğu Medya Müfettişi programı, Star yazarı Şamil Tayyar’a verilen cezanın tartışıldığı bölümüyle tepki toplamıştı.
Tayyar “muhalif medya tarafından Ergenekon’a yönelik yazılarından dolayı hedef tahtası haline getirildiğine göre”, canlı yayında konuyu yorumlayacak olan Fatin Dağıstanlı da “danışman kadrosunda olduğuna göre”, sıklıkla iktidarın borazanı olmakla itham edilen TRT’nin, Tayyar’a sahip çıkması beklenirken, tam tersi olmuş, Dağıstanlı, kimine göre “hakarete varan” ifadeler kullanarak Tayyar’ın özel hayatın gizliliği kapsamındaki diyaloğu köşesine taşımasını eleştirmişti.
Hatta programın ardından Dağıstanlı’nın TRT ile olan sözleşmesinin, daha yüksek bir bedelle yenilenmek üzere fesh edildiği iddia edilmiş, TRT’de “Tayyar’a vuranın ödüllendirildiği” bile ileri sürülmüştü.
Post Medya’nın haberine göre şimdi de kurum sürpriz bir kararla TRT-2’deki programın TRT-1’de sabahları 08.30’da olan tekrarını, henüz kargaların bile kahvaltısını etmediği bir saate, 06.25’e çekti.
TRT son dönemde sık sık AKP’ye sitem eden Tayyar’ı hedef aldıysa, Medya Müfettişi’ne gelen rötarlı saat cezasının anlamı ne? Şamil Tayyar’ı, TRT yönetimini iki arada bir derede bıracak, geri adım attıracak derecede “ayrıcalıklı” kılan ne?
++++++
“Biz sizi kandırdık” itirafının piştisi
Günlerdir “herşey çok güzel olacak” masalları anlatan medya, Türkiye, Ermenistan’ı ihya etmeye dönük “tek taraflı” imzayı bastıktan sonra Davutoğlu’nun “dost Ermeni tarafı”nca engellenen konuşmasını yayımlama yarışına girdi. Buna göre “açıldığımız” Ermeniler “adil tarih” sözünü duymaya bile tahammül edememişler. Bu “gerçeği” Türkiye’ye duyurmak için “o konuşmayı biz ele geçirdik” rekabetine giren ve aynı manşetle çıkıp “pişti” olan gazeteler neyin yarışını yapıyorlar anlamak mümkün değil?
Günlerdir halkı nasıl kandırdığınızın itirafı için mi bu “önce biz” mücadelesi?
++++++
Teselliyi filmlerinde ara
Erdoğan açık açık “Ben platonik aşktan anlamam” dedi mi, demedi mi? Parti kongrelerinde “kızını dövmeyen, dizini döver diye onca bağırdıktan sonra konu nereden “platonik aşk”a geldi hiç mi uyanmaz insan?
Bir de “iletişim uzmanı” olacak. Bardağı taşıran “yanlış”ları, Manavgat şelalesine döndü, o hala “Genel Başkanı’nın sofrasının tadını kaçırmayacak yayın yönetmenlerini ayıklayarak” günü kurtarmak derdinde.
Erdoğan MYK listesini açıkladıktan sonra, Sözen ne yapmıştır acaba?
Birkaç paket cips, bir pizza, Amerikalı dostlar, İtalyan geleneğine kaydığını düşünüp kırılmasınlar diye bir büyük boy hamburger menü ve içinde birikenleri dışarı çıkarmasını sağlayacak muhtelif “gazlı içecek”leri aldığı gibi soluğu evinin salonunda almış mıdır?
İki kişilik koltuğunda, tek başına kaldığını daha da vurgulayacak biçimde, kısaca cenin dediğimiz pozisyonda, Costner’ın “home cinema” kalitesinde perdeye yansıyan “Bodyguard”ını bir daha izlemiş midir? Yanında da bir paket kağıt mendil...
Hiç “Düşene vurulur mu?” demeyin. Karşımızdaki de “kanatsız melek” değil yani. Devlet bütçesiyle medyaya verilen iftar yemeğinde, Yeniçağ temsilcilerine bir tas çorbayı çok görmüş Edibe Sözen’den bahsediyoruz... Ki biz, sergilediği bütün ayırımcı, ötekeleştirici, yok sayıcı, zannederim kraldan çok kralcı tutuma rağmen, haberi alır almaz “Bu Costner işi yürümez, gel vazgeç” demiş, insani görevimizi yerine getirmiştik... Dinlemedi. Şimdi vakit Kadir İnanır’a dönmek için geç, “Nayır, nolamaz” demek için daha da geç...
Bizim gibi bir tas çorba da değil mahrum kaldığı; koca koltuk...
İyisi mi sen bir kaç şişe daha “cola” söyle Edibe Hanım, bu sancı kolay geçmez.
++++++
Faturasını kim ödüyor?
Mehmet Altan bir sabah uyanıp “Canım göl kenarında envai çeşit peynirle donatılmış bir masada kahvaltı çekti, şurdan ilk kalkan uçağa bineyim” demiş olabilir mi? Bütün kankaları Zürih’teyken bu dört günlük Muş-Van kaçamağı ne ola ki?
Hem akademisyen maaşı ile olur mu bu işler?
Öğretim üyesi olduğu İstanbul Üniversite’nin bir araştırma gezisi var da onun için mi çıktı doğu seferine? Van Gölü, Ermeni Üzümü tetkikleri için okul mu çıkardı ödeneği?
İşin içinde “Akdamar Kilisesi, Urartu kalıntıları” da var. Yoksa “Açılım yapılacak yeni uygarlıkların keşfi” için AB fonlarından mı yararlandı?
“Ermeni üzümü” patenti almak ve Türkiye’yi “dağdan gelip bağdakini kovmak”la suçlamaya hazırlanan diasporadan mı çıktı dolarlar?
Obama “Nobel” şerefine “aydınlarını” sevindirmek istedi de bahşiş mi dağıttı? Gazete mi karşıladı?
Kim bu pamuk elli abiler?
++++++
Toplumu bölen de, geren de maskeli liberal faşistler
İstesen denk gelmez...
Taraf’ın polis eğitmeni, bakanlık müsteşarı yazarı Önder Aytaç’ın “ulusalcı, muvazzaf, solcu eskisi ve çakma İslâmcı bileşkesinde birarada olan menfaat ve organize suç örgütü Ergenekoncuları, toplumu kamplara bölmek için gereken her şeyi hâlâ yapıyorlar, temel politikayı insanların sürekli korkuları ve gerilimleri üzerinden gerçekleştiriyorlar” iddialarını yazıya döktüğü gün Can Ataklı da Vatan’daki köşesinde “toplumu bölen ve geren başka birileri” nden bahsetmiş uzun uzun.
Belki Aytaç onlara da iki çift laf etmek ister; okusun bakalım ne diyecek: “Ekranları kaplayan ve kendilerine “aydın” sıfatını yakıştıran bir dizi “maskeli liberal faşist” açılımları destekleme bahanesiyle Türkiye sevgisizliklerini daha şiddetli ve sert biçimde belirtmeyi sürdürüyor.
Her fırsatta sözü Atatürk’e, Cumhuriyet ilkelerine getiren bu kişiler kamuoyunun zihninde Türkiye ve Türk sevgisizliğini yerleştirmeye çalışarak adeta beyin yıkıyorlar.
Canımı en çok sıkan konu, sırf kendi sevgisizliklerini tatmin etmek, iktidarın sağladığı olanaklardan yararlanmak adına TV ekranlarından tüm halka düşmanlık duygularını aşılamaktan çekinmemeleri.”
++++++
MİNİ YORUM
Gidenlerden kalanlar
Türk basını, Türk sineması yaprak dökümü mevsimine girdi. Hastalıkla, kazayla gelen ani kayıpları ayrı tutarsak, bir nesil yavaş yavaş elini eteğini çekiyor fani hayattan. İsim isim saymadan hepsine Allah’tan rahmet... Bu gidişler, Türk kültür hayatının sinema, tiyatro, üniversite, medyadaki yeni emanetçilerine “helallik” alabilmenin önemini kavratır, bir az daha edebe ve ahlaka sevk eder umarım...