Sevmiş bulunurlar bir kere, gayrı ne çâredir!..
Eylül yazıları...
'1980 öncesi' tabiri artık, siyasî tarih literatürümüzdeki haklı yerini almış durumda. Pek çok insan için farklı tedâileri olan bu tâbirin içinde nice trajediler gizli... Bu milletin mukadderâtına talip bir gençliğin hayallerinin, cesâretlerinin, kahramanlıklarının, hatalarının, sevgilerinin; bazen toprağa, bazen cezâevlerinin soğuk zeminlerine ve nihayetinde tarihin ve hâfızaların kuytularına hapsolan '1980 öncesi' gençliğinin, ardında bıraktığı türlü inkisârı ile nasıl olup da bu gün hâlâ ayakta kalabildiği ciddî bir araştırma konusu olsa gerek...
'80 öncesi'nin alaca karanlığında, farkında olmadan suflörlerin fısıldadığı replikleri oynayan bu gençliğin pek çoğu türkülerimizle demlenir, türkülerimizin gönüllerinde açtığı duygu anaforlarında başları döner ve nihayet türkülerimizle 'küfelik' olurdu...
Ankara'ya, İstanbul'a veya bir başka büyük şehre gelinmişti artık ve "yâr uzaktan gülümseyebiliyordu" ancak. Yalnız yâr değildi gerilerde, uzaklarda kalan. Ana, baba, kardeş, dost, içinde yıkandığımız ırmak, tepelerinde kekik topladığımız dağ, dibinde bir tas 'soluklanma suyu' içtiğimiz ağaçlar.. hepsiydi geride kalan. Hepsinin hasreti ayrı-ayrı yaşanır, hepsinin şerefine ayrı "âh"lar çekilir ve göğüsler yumruklanırdı. Bu "âh" çekme ve 'göğüs yumruklama' dramalarının arkasında ise tabîi ve vazgeçilmez olarak türkülerimiz vardı. "Bir yiğit gurbete gider ve başına neler gelirdi, garip sılayı andıkça yaş gözüne dolar gelir"di...
Milletimizin, türkülerden oluşan bu kültür koordinatları gâh efkârımızı dağıtır, gâh neş'emize neş'e katardı yeri geldiğinde...
Türkü rüzgârlarımız bazen Rumeli'inden eser, bizi "Arda boyları"nda hüzün voltalarına atardı.
Ardında on yedi belikli Helime'nin, Receb'ine yaktığı ağıtla sigara üstüne sigara yakılırdı. Helime, kendisini biricik sevdiği Receb'ine vermeyen annesine "O kıymatlı İsmail'e kendin git" diyerek sitem ettikçe, sevdiği dururken Helime'yi başkasına vermek isteyen anneye nefret duyulur, Helime'nin acısı paylaşılırdı aramızda. Helime'yi kaybettiğini anlayan yiğit Recep, çâreyi Arda'nın serin sularına kendini bırakmakta bulur, bir yandan "Âh annecim, âh annecim yaktın ya beni" feryatlarıyla Arda boylarında Receb'ini arayan Helime'nin umutları git gide tükenirdi türküde. "Ardalar aldı ya nerde bulayım" diyerek son bir umutla Receb'ine seslenirdi Helime.. ne çâreydi ve nafileydi; Recep artık yoktu. Receb'in ardından Helime de kendini Arda'nın, sevgiyi annesinden daha iyi anlayan sularına bırakırdı. "Arda boylarına kendisi gitmişti", "Dalgalar vurdukça can teslim etmişti" ve annesi Helime'yi "Genç yaşta denizlere atmıştı"...
Türkü biterdi... Helime ve Recep, "Tuna boyları"nda kaybolan Aliş ile Recep aynı kaderi paylaşırlardı ve aynı buruk safta hizalanırlardı. Her ikisinin de vuslatı âhirete kalırdı.
Onlar bir kere "sevmiş bulunurlardı ve gayrı ne çâreydi"...
Aliş ile Zeynep'in, Helime ile Receb'in aşklarının içimizdeki karşılıkları iyice nüksederdi, tabutlara bir çivi daha çakılarak, bir sigara daha yakılırdı...
İç'lere ne ateşler düşer, içinde nice yâr'lar yanardı o ateşlerin...
Not: Eylül ayı 'Eylül yazıları' zamanı.. siyasetten uzak..