Sermaye kontrolü gelir mi?
Döviz cephesinde her gün yeni bir sorun yaşıyoruz. Bankalar istediğiniz kadar döviz veremiyor. Çünkü Merkez Bankası bankalara döviz vermiyor. Kurda Kapalıçarşı ve bankalar arası olarak ikili piyasa oluştu. Merkez Bankası bankaları alış ve satış kuru arasındaki farkı artırın diye zorluyor.
Bazı bankalar taze dolar getirip TL mevduat açana, yüksek getiri veriyor. Söz gelimi banka 100 bin doları TL'ye çevirip alıyor ve fakat dönem sonunda 100 bin dolarınız 128 bin dolar oluyor. Banka zarar ediyor ve fakat cezadan kurtuluyor. Zararları cezadan daha az olduğu için bu yola başvuruyorlar. Çünkü bankalar yüzde 60 TL, yüzde 40 dolar tutmak zorundadırlar. Aksi halde ceza ödüyorlar.
Bu sorunlar, acaba Türkiye'de sermaye kontrolü gelir mi, tartışmasını gündeme getirdi.
Sermaye kontrolleri, belirli bir ülkeden sermaye girişini ve çıkışını kontrol etmek üzere, alınan düzenleyici ve kısıtlayıcı önlemlerdir.
Dünyada, doğrudan ve dolaylı yollardan sermaye kontrolleri uygulamaları olmuştur.
Doğrudan sermaye kontrolleri; sermayenin doğrudan yasaklanması, sermaye üzerinde belli limitler koyma ve sermaye hareketi için belli izin alma zorunluluğu getirilmesi şeklinde olmaktadır.
Dolaylı sermaye kontrolleri; sermaye işlemlerinin maliyetini yükselterek veya ikili ya da çoklu döviz kuru sistemleri getirilerek uygulanmaktadır. Bizde Merkez Bankası'nı döviz alış ve satış kurunun farkının açılmasını istemesi, bir nevi dolaylı kontroldür.
Çoklu Döviz Kuru Uygulaması'nda ise; ticaret ve sermaye işlemleri için ayrı döviz kurları öngörülmektedir.
Vergi; Döviz girişi veya içeride döviz alış ve satışı üstüne vergi konulması da, kontrol amaçlıdır.
Sermaye kontrolü bizim gibi döviz sorunu yaşayan ülkelerde, sıcak para da olsa döviz girişini değil, sermayenin yurt dışına çıkışını engellemek için başvurulan bir yoldur.
Türkiye'de üretimde ithal girdi oranı yüksektir. Toplam ithalatın yüzde sekseni ham madde ve ara malı ithalatıdır. Bu durumda döviz çıkışında sorun olursa ithalat aksar ve üretime yansır. Yalnızca ithalat için serbesti tanınırsa bu defa istismarlar artar.
Spekülatif sermayenin gelişmekte olan ülkelere hızlı giriş ve çıkışı bu ülke ekonomilerini kırılgan yapmıştır. Türkiye 2013 yılından beri önce en yüksek kırılgan beşli, sonra en yüksek kırılgan üçlü ülke arasında yer aldı. Sonra da BM tarafından dünyanın en kırılgan ülkesi olarak ilan edildi.
Öte yandan; Türkiye sürekli cari açık veren bir ülke olduğu için, hükûmetler cari açığa yol açan sorunları çözmek yerine, daha kolay ve fakat geçici bir yol olan sıcak para hareketlerine göz yumdu. Doğrudan yabancı yatırımlara da özel teşvik vermedi. Sıcak parayı doğrudan yabancı yatırım sermayesi ile aynı kaba koydu. Bunun içindir ki 2012 yılına kadar sıcak para girişi TL'nin değerlenmesine ve üretimin ithal girdiye bağlanmasına neden oldu.
O yıllarda biz, spekülatif sermaye ve sıcak paranın vergi yolu ile değil de, karşılık gibi daha düşük oranda ve kayıp getirmeyen bir yöntemle kontrolünü savunuyorduk. Ama hükûmetler sıcak para serabına düştüler ve bu yanılgı Türkiye'nin en az on yılını götürdü.
Eğer bugün bir istikrar programı yapmazsak, dış ticaret kartellerini ve politikamızı değiştirmezsek, yüzde 8,5 gösterge faizinde ısrar edersek bir on yıl daha kaybederiz. Bankalar ihtiyaç kredileri faizi yüzde 50'ye çıkarken, MB'nin faizi yüzde 8,5'ta tutması rasyonel bir politika olamaz.
Dahası, Merkez Bankası faizleri eksi reel faiz seviyesine düşürdü, yabancı sermaye çıktı, kur arttı, kur artışı enflasyonu besledi. Düşük faiz politikası ve yüksek kur dış açıkları da düşürmedi, tersine artırdı. Çünkü ihracat malı üretiminde yüzde 80 dolayında ithal girdi var.
Türkiye'de hükûmet ve Merkez Bankası, oyunu kuralına göre oynamıyor. Serbest kambiyo sisteminde, reel faizin eksi 30'lar seviyesine çıkması, piyasa ile dalga geçmektir.
Sermaye kontrolüne gitmek yerine, eğer hukuki ve demokratik altyapıyı yeniden kurarsak, güven oluşturursak, plan ve program yaparsak, gerçekçi reel faiz politikasına dönersek, yabancı sermaye ve döviz gelir ve sermaye kontrolüne gerek kalmaz.