Serbest piyasa ne kadar serbesttir? (19 Ağustos 2009)
Piyasa ekonomisi, özel mülkiyetin geçerli olduğu, üretici ve tüketicinin serbestçe karar alabileceği bir ekonomiyi ifade eder.
Klasik İktisatçılar Liberal ekonomiyi “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler...” şeklinde özetlemişlerdir. (bu sözün Adam Smith’e ait değil de Vincent de Gournay isimli bir Fransıza ait olduğunu öne sürenler de var.)
Ancak hiçbir zaman ve hiçbir ülkede piyasa ekonomisi herkes bildiğini okusun anlamına gelmez. Eğer böyle olsaydı, iktisat politikalarına gerek kalmazdı. İktisat politikaları, piyasayı yönlendirmek için vardır. İktisat politikası, piyasada aksaklıkları ortadan kaldırmak, kaynakların daha etkin çalışmasını sağlamak, toplum refahını en çok öne çıkarmak için yapılır. Üretici ve tüketiciyi istenen yönde etkilemek için yapılır.
Yine, piyasa, mal ve hizmetlerin, mal ve hizmetleri temsil eden değerlerin, fiilen veya çeşitli iletişim kanallarıyla alınıp satıldığı bir çerçevedir. Piyasa ekonomisi ise, arz ve talep aracılığı ile işleyen fiyat mekanizması yoluyla hangi mal ve hizmetlerin kimler için üretileceğinin belirlenmesidir. Ancak, piyasanın şeffaflığı ve bu anlamda üretici ve tüketicinin yanılmasını önlemek için hükümetler önlemler alır. Politikalar belirler.
Maalesef küreselleşme de, piyasa yaklaşımı da değişti. Küreselleşme sürecini sermaye başlattı. Bugün de sermayenin hareketi serbesttir. Ancak emeğin hareketi kısıtlıdır. Bu çerçevede artık piyasa denilince yalnızca para ve sermaye piyasası, hatta yalnız borsa ve kur piyasası anlaşılıyor. Bu yanlışın baş sorumlusu medyadır.. Medya borsa artınca kur düşünce piyasalar için iyimser damgasını vuruyor.
Yatırım denilince de, yalnızca borsa, döviz, mevduat gibi menkul değerlerin el değiştirmesi anlaşılıyor.
Medyanın piyasa olarak para ve sermaye piyasasını görmesinin nedeni, halka açılmak, reklam ve finansman imkânı sağlamak için bu piyasayı kullanıyor olmasındandır. Zira medyanın bir kısmı bankalara aittir. Öte yandan bugün AKP’nin sürdürdüğü ekonomi politikaları, piyasanın çalışmasını engelliyor.
Örneğin, Türkiye’de reel sektöre ait şirketler zarar ederken, bankalar yüksek kârlar sağlamaktadır. Bankalar 2008 yılında 6.1 milyar kâr etti. Kriz oldu. Bankaların kârları bu sene 6 milyar liraya yükseldi.
Buna karşılık, İstanbul Sanayi Odası’nın verdiği bilgiye göre, Türkiye’nin 500 büyük zarar eden firma sayısı, son bir yılda 50’den 148’e yükseldi.
Sektörler arasında bu kadar dengesizlik varsa, bu demektir ki serbest piyasa çalışmıyor. Hükümetin planlama yapması, kaynak kullanımına müdahale etmesi, gerekiyor.
Öte yandan, bankalar mevduat faizine yüzde 9-10 oranında faiz veriyor. Bu faizi yıllık faiz olarak hesap ediyor... Ancak sanayi kredilerinden hâlâ yüzde 20 faiz alıyorlar. Tüketici kredilerinden aylık faiz alıyorlar... Yıllık yüzde 30 dolayına yükseliyor. Kredi kartlarından yüzde 51 yasal, yüzde 62 gecikme faizi alıyorlar. Yani siz kredi kartı ile nakit avans çekmek yoluyla bankadan kredi alırsanız, ödeyeceğiniz faiz yüzde 51’e çıkıyor.
Banka, mevduatın 5 katı, yüzde 500 faiz alıyor. Buna piyasa ekonomisi demezler... Buna piyasa anarşisi derler.
Piyasa ekonomisinde etkinlik, halkın refahının en üst düzeye çıkarılmasıdır. Maaş ve ücretleri enflasyonun altında tutup reel gelirleri yani halkın satın alma gücünü düşürürseniz mal satacak insan bulamazsınız. Yani piyasayı oluşturan arz- talep dengesi bozulmuş olur.
Eğer piyasa işsizlik üretiyorsa, halkın refahına çalışmıyor demektir. Ekonomik krizde, Türkiye işsizlik oranı en yüksek olan ikinci ülkedir.