Sansür-ü Azam Fehmi Paşa
İşiyle ilgili sıkıntılarını hatırlattığı Mehmet Emin Karamehmet’i adeta tehdit eden Fehmi Koru, ‘zora düşmek istemiyorsan sözlerime kulak kabart’ diyerek Oray Eğin’in gazeteden sürülmesini istedi
Herşey, Oray Eğin’in 1 Nisan 2010 günü Akşam’da yayımlanan “Maaşlarını ödediğimiz yandaş gazeteciler” yazısıyla başladı. Listedeki isimlerden, Mehmet Barlas, 900 bin TL transfer ücretine layık görülerek ’kalem başı’ yaptığı Sabah’ta, Eğin’i yalanladı. Buraya kadar normaldi.
Linç kampanyası
Barlas ailesi üyeleri ve yakın çevresi devreye girince işin rengi değişmeye başladı. İnternet üzerinden Eğin’i hedef alan “kara propaganda”ya girişildi. Malzeme olarak da özel hayatın gizliliğine zerre saygı gösterilmeyen, kişinin mahremini hedef alan, belden aşağı ifadeler kullanıldı...
Eğin, en hafif tabirle “linç” kampanyasını deşifre edince, Barlas yeni bir adım attı. 6 Nisan 2010 tarihli köşesinde, Akşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ya yapılmış, “Oray’ı sustur” çağrısı vardı: “Kabahat onda değil, bu tür bir üslubu hoş gören genel yayın yönetmenlerindedir..”
(Aylardır köşelerinden meslektaşlarının evlerini bastırmak, tutuklatmak, etkisizleştirmek için akla hayale gelmeyen iftiralara başvuranların hiçbiri, bu iftiraların muhatabı olan “darbe” yaptıracak güce sahip(!) gazeteciler tarafından “o yazarı atmazsan, sürüm sürüm sürünürsün” diye patrona şikayet edilmedi. Bu bile darbeci-demokrat ayrımı için ölçü olabilir diye hatırınızda bulunsun istedim.)
Tehlikenin işaret fişeği
Öyle ya da böyle yıllardır Türk basınında var olmayı becermiş “Barlas” adını korumanın yolu olarak, her anlamda, bir gazetecinin üzerine “abanma”nın seçilmiş olması yaklaşan tehlikenin işaret fişeği gibiydi...
Bizde, iki kişi konuşurken üçüncünün dahli pek hoş karşılanmaz, hatta bu konuda kulağa küpe olabilecek veciz sözleri vardı atalarımızın ama... Artık sahne, bunları işitmeyi dahi göze aldığı anlaşılan Fehmi Koru’nundu. Biraz da “Adam öyle kovdurulmaz, böyle kovdurulur” naziresiyle, böyle durumlarda genel yayın yönetmeninin değil, patronun hedef alınması, kışkırtılması, gözünün korkutulması gerektiğini öğreten, “şantajın ders kitabı” yazılsa, önsöz olarak kullanılabilecek ayarda bir yazı kaleme aldı.
‘Uğursuzu kov’ çağrısı
“Mehmet Emin Karamehmet’in üzerinde epeydir kara bulutlar dolaşıyor. Bir uğursuzluk var sanki... ” diyordu...
“Telekulak” olayıyla ilgili, aba altından ortağı olduğu GSM şirketinin “lisans iptali”ni göstererek, adı “Oray Eğin” olan bu “uğursuzluğu” başından savarsa, ’Lig-TV’ye ödediği ücret, Dijitürk’le ilgili vergi cezası, enerji şirketinin İngilizlerle ortaklığının gerçekleşememesi gibi bir dizi “iş kazası”nın ardının kesileceği sinyalini verdi.
Gazeteciliğin kuralları dışına çıkmakla suçlanan Koru, dün bir “savunma metni” yayımladı. Tahmin edersiniz ki, “en iyi savunma taarruzdur” prensibini benimsemişti. Ve yine tahmin edersiniz ki, ikinci kimliğinin arkasına gizlenerek yürütüyordu operasyonu. Yenişafak’taki Taha Kıvanç köşesinde duran “gölge” resme baktım da; cellatları hatırladım; kurbanlar ve infazı izleyen kalabalık yüzlerini tanımasın diye, “maske” takarak tekmelerler ya idam sehpasını... Karşımda duran o “yüzsüz” resmin gerisinde, modern bir medya celladı gizliydi sanki.
Soykırım bekleyenler
Çiftkimlikli yazar yazısını şu ifadelerle noktaladı: “Gazete ve televizyonlarında vahim değerlendirme hataları yapabilen bir patronun başka işlerinde başının derde girebileceğini tahmin etmek çok kolay... Zincirin bütününün sağlam olmasına dikkat etmeyen, bir halkasının zayıf olmasına izin veren bir siyasetçinin, işadamının, medya patronunun, ülkemizin en zengininin, ”Zora düşeceksiniz“ dediğimde kulak kabartmasını beklerim.”
Taha Kıvanç şantajnamelerinin sonunun gelmesi için demek ki Koru’nun, Karamehmet’in kendisine kulak kabarttığına ikna olması gerekecek. Koru’yu ikna etmek için Karamehmet’e “biçilen görev” Oray Eğin’i kovmak!
Tehcir ile soykırım arasında bağ kurmakta, üstüne kimseyi tanımadığım demokrat aydınım; ne diyorsun bu işe? Adım adım bütün seyrini aktardığım bu olay, bir gazetecinin çalıştığı kurumdan, daha da ileri gidilerek mesleğinden “zoraki tehciri” için zemin yaratılması operasyonu değil midir?
Adı Fehmi Koru değil de, sanı “Sansür-ü Azam Fehmi Paşa” olsaydı, baskıda bundan ileri gidemezdi çift kimlikli ...
Der Zor Çölü’ndeki “kime veya neye ait olduğu önemsiz” kemiklerin hesabını soranlar, bu ülkede, katli her geçen gün daha da vahşi yöntemlerle gerçekleştirilen, kime ait olduğu, neden hedef olduğu belli muhalif fikirlere sahip çıkmak için ne bekliyor? Zihni bir soykırımdan geçirilmemizi mi?
***
Türk’üm diyen
bu halden utanır
AKP’nin ünlü kişisi ne demişti: “İyi ki savaşta değiliz, yoksa bu komutanlarla...” Dediği oldu. Sayısız komutan, muvazzafı emeklisi bir araya getirildi. Evet, iyi ki bir savaş yok! Yoksa! Gün geçmiyor, ülkenin bir yerlerindeki askerleri de toplayıp getiriyorlar. Atatürk Cumhuriyetini “korumak ve kollamak”la görevli insanları, kendilerini bile koruyamayacak hale getirdiler... “Ben Ergenekon savcısıyım” diyen kişinin verdiği işaretle mi? Ben utanıyorum bu satırları yazarken. O koskoca “Paşa”ların ellerinde bavullarını, yanlarında vedaya gelen eşlerini, kızlarını, oğullarını gördükçe... İnsan olan utanır! Türk’üm diyen utanır! Yurt görevi olarak askerliğini yapan her yurttaş, bu utancı yaşar, yaşamalıdır... Oktay Akbal / Cumhuriyet
***
‘O paralar haram olsun’
Ne yani biz de tutup Albayraklar hakkında yürütülen soruşturmaları mı gündeme getirelim? Bunları; “Fehmi Koru olmasa sizi Erzincan Savcısı Cihaner dinletmezdi?” gibi ipe sapa gelmez gerekçelere mi bağlayalım?
TRT Müdürü’nün yandaşlara bol kepçe dağıttığı o paralar Oray gibi, benim gibi kişilerden de kesiliyor. Haram olsun Fehmi Koru, TRT aracılığıyla benden aldığın o paralar haram olsun. Ben hakkımı helal etmiyorum arkadaş. Bu dünyada olmazsa öbür dünyada iki elim yakanızdadır.
Bir de Oray Eğin’e saldırıyorsunuz, tümünüz birden. Aynı çirkin değinmelerle, iğrenç anıştırmalarla. Hem vallah hem billah; Oray Eğin sizden daha delikanlıdır. Oray, Beytülmal’ı tırtıklamıyor; ceketinin yaka cebinde puro ile güzellerden güzel seçer gibi BMW seçmiyor. TRT’den ulufe gibi dağıtılan fakirin fukaranın kursağından kesilen o paraların hesabını soruyor. Utanacağınıza, araya patronu katıyorsunuz. Katarsınız, çünkü AKP’nin cumhurbaşkanı Gül ile fasıl yapıyorsunuz... Hüzzam makamından Kürdilihicazkar’a yükseldiniz. Sizingiller yetmedi de mahdumları da çuvalla Beytülmal’a daldılar, hak mıdır bu? Rıza Zelyut / Güneş
***
Uyan borusu
Cumhurbaşkanı Gül ile beraber Sait Halim Paşa Yalısı’nda gece saat 20.30’da başlayan “Fehmi Fasıl”da eğlenip, “Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiceğim...” diye şarkılar söylediler. Ünlüler oradaydı. Yeni iktidar zenginleri. İktidar bürokratları. Yandaş gazeteciler. Fasıl’a gelenlerin içinde TMSF’nin eski yöneticileri de vardı. Patronu battığı için TMSF’nin yönetimine geçen İstanbul Balmumcu’daki Plaza Oteli’nin müdürü, otelin 6 milyon lirasını çarpmıştı. Çarpan müdür yakalandı. İçeri atıldı. O müdürü o otelin başına getiren sorumlu, “sineler aşkınla inler, dideler mahmur olur” diye fasıl yapıyor. Necati Doğru / Sözcü
***
Tam eylemcinin
yönlendirdiği gibi
Eylemin arkasında kimin olduğunu teröristin kimliğinden hareket ederek belirlersek eylemi düzenleyen amacına ulaşmış olur. Yani İslamcı bir militanın gerçekleştirdiği eylemin arkasında farklı inançta bir güç olabilir. Bu gibi olaylarda yapılan eylem değil doğacak tepkiler gözönüne alınmalıdır. Kürt karşıtı bir eylem yapılırsa bunun arkasında milliyetçiler değil Kürtleri destekleyen bir güç odağı olabilir. Ülkemizde yüzeysel değerlendirmeler yapılmıştır. Bir eylemde kullanılan silahın cinsine bakarak failin kimliğine ulaşıldı. Bombanın hangi ülkenin ürünü ya da hangi kurumda bulunduğuna bakarak faili bulmaya çalıştık. Bu eğilim devam etmekte ve kullanılan malzemeye bakılarak eylemci odak tespit edilmektedir. Bunu bilenler kolayca temin edilen malzemeleri kullanarak bizi istedikleri gibi yönlendirmektedir. Mahir Kaynak / Star
***
KKTC’de AB(D)
fonları devrede
KKTC, Pazar günü yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde tam manasıyla yandaş medyanın kuşatması altında. Yandaş dediysek, kuyruklusundan; arkası ABD’ye uzanan kim varsa orada. Melih Aşık sormuş, KKTC’nin eski Ankara Büyükelçisi Ahmet Zeki Bulunç da Talat’ı destekte kullanılan “ince yöntemler”i bakın nasıl anlatmış:
- AB fonları yine devrede mi?
- Evet. Geçen gün Volkan gazetesi isim ve kurum bazında liste yayımladı. Projelere destek adı altında muhtarlıklara kadar paralar dağıtıldığını açıkladı ve bu haber tekzip edilmedi. AB, 2004’te, kendi deyimiyle Kıbrıslı Türklere 250 milyon euro tutarında yardım yapacağını açıklamıştı. Kısa bir süre öncesine kadar gıdım gıdım verilen bu yardım şimdi birden hızlandı. Türkiye’de iktidarı destekleyen gazeteler, TV’ler Talat’ı desteklemeye koştular.
***
Sudaysa
demek ki
uçamadı...
Ordusu, üniversiteleri, hukuku, devrim yasaları... TBMM’si...
Çankaya’sı...
Dönüp bakın bakalım, ne kaldı?..
F-4 savaş uçağını suyun içine sarkıtıp, ön koltuğuna Sabiha Gökçen’i, arka koltuğuna Atatürk’ü oturtmak “su koyuvermek” bakımından iyi bir fikir olsa bile...
Uçak adı üstünde uçan bir şey...
Suyun içindeyse, demek ki uçamadı...
Yoksa bu gerçeğin ta kendisi midir?
Bekir Coşkun / Habertürk
***
İktidar değişti; haliyle moda da...
Moda kariyerini sürekli olarak ‘Sarı Zeybek’ ve Atatürk temalı defilelerle geçiren Faruk Saraç şimdi ‘Padişah’ın Esvabı’ defilesi yapmış...
Devir değişti, Faruk Saraç’ın politik defilelerinin içeriği de değişti tabii...
Genelde bir müsamereyi andıran bu defilelerde eskiden Atatürk taklidi yürürdü podyumda, şimdi padişah figürü...
Oray Eğin / Akşam
***
Bezirgânlar koç yiğide gülüyor
Ben de Yunus’u ümmi bir köylü olan halamdan öğrenmiştim. Daha sonra Karacaoğlan’ı, Kul Nesimi’yi, Aşık Veysel’i, Dadaloğlu’nu, Nedim’i, Fuzuli’yi öğrendikçe, Itri’nin bestelerini dinledikçe, Mimar Sinan’ı izledikçe, özgün bir kültürümüz olduğuna ben de inandım. Fakat buna bakarak Osmanlı döneminde Türk ulusçuluğunun geliştiğini söylemek yanlış olur!
‘Osmanlı’, bir imparatorluktu! Çok kültürlü, çok dinli, çok etnik kümeli bir devlet! İmparatorluğun Türk uyruklarına tanıdığı fazla bir ayrıcalık yoktu. Zaten İmparatorluğu oluşturan halklar, ‘etnik kümeye’ göre değil, ‘din’ esasına göre sınıflandırılmıştı.
Ayrıca İmparatorluğun yöneticilerinin gözünde ‘Türk’ sözcüğü hiç de iyi bir anlam taşımıyordu: ‘Kaba saba, cahil kişi’ anlamına geliyordu. Yörük Türkmenler de Dadaloğlu ile karşılık vermişti:
“Aşağıdan iskân evi geliyor
Bezirgânlar koç yiğide gülüyor...”
Türk ulusçuluğunun gelişmesi için Osmanlı’nın son, Cumhuriyetin de ilk yıllarını beklemek gerekecekti.
Çoğu kişi, Atatürk’ün ‘Türk, övün, çalış, güven’ sözleriyle dalga geçer. Sıfırdan bir ulus kurmaya kalksanız belki siz de benzer şeyler söylemek zorunda kalırdınız, kim bilir? Türker Alkan / Radikal
***
Uçak gazeteciliği
Gazeteciler sürahinin yanına dizilmiş su bardakları gibi yanlarında poz veriyor. Bizim iki beyefendi ne söyleyeceklerse uçakta, havada uçarken söylüyor.
Emin Çölaşan / Sözcü
***
MİNİ YORUM
Sıkın dişinizi, zengin oluyorsunuz
Yeniçağ’da en başında yazmıştık hatırlıyorum; bu işin sonunda hiçbirşey çıkmazsa, bir sürü yeni zengin çıkacak. Önce sağlık, sıhhat versin Allah ama, umut fakirin ekmeği; bakın İlhan Selçuk Ümraniye soruşturmasını yürüten savcılara açtığı davayı kazandı. İşin şaka kaldırır yanı yok tabi... Yine de sıkın dişinizi, kanser olmayın, kalp krizi geçirmeyin, aklınıza mukayyet olun; ölmez sağ kalırsanız yakında zengin olacaksınız(!)