Sakık’ın basın müşavirine döndü

Kimi siyasilerin işgüzar basın müşavirleri vardır; adamın bilmem ne köyünün, bilmem ne sokağındaki, bilmem ne çeşmesinden içtiği bir tas suya kadar rapor ederler size. Ama aynı adam, vatanına-millete hayrı yahut şerri dokunacak bir iş yaptığında, tam da işe yarayacağı vakit yani, ara ki o basını bilgilendirmekten sorumlu beyefendi veya hanımefendi her kimse onu, bulasın...
Veya bilmem ne starların ağızlarındaki çürük diş sayısına kadar lüzumlu lüzumsuz her “bilgi(!)”ye vakıf magazinciler. Bir süre sonra, farkında bile olmadan, kendilerini “gölge gibi takip etmekten” sorumlu oldukları “sanatçı”nın medyadaki “cilalama” elemanı pozisyonunda buluverirler...
Polis muhabirlerinin kendilerini polis, sağlık sayfası yapanların “doktor” veya “şifacı” sanmaya başlaması gibi...
Can Dündar da, üç ay önceki Diyarbakır Cezaevi ziyaretinden sonra, korkarım ki PKK’lı Şemdin Sakık’ın basın danışmanı hatta sözcüsü olma yolunda hızla ilerliyor... PKK’lı Sakık’tan Dündar’a, Dündar’dan da okuyucuya aktarılan haber akışı seriye bağlamış.
Dünkü Milliyet’te “Şemdin Sakık, ocakta Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde yaptığımız söyleşiden beri bana kapsamlı, uzun mektuplar yolluyordu” diyor Dündar.
Hatırlarsanız bundan üç ay önce, Diyarbakır Cezaevi’nde başbaşa gülümsemişlerdi objektiflere. Tam da Mehmet Ali Ağca’nın tahliye olduğu günlerdi. Karşılıklı iki sayfada; birinde Ağca “bir katil olduğu” gerekçesiyle lanetleniyor, medyadan onu manşetlerinden sınır dışı etmeleri isteniyor, diğer sayfada ise, “bir katil”e; Şemdin Sakık’a, bırakın manşetleri, vicdanlarımızın sınırları ihlal edilerek, hayatlarımızda yer açmaya zorlanıyorduk... Bir gün de değil, üç gün arka arkaya. Dündar en içli tarafından tutuyordu kaleminin, Sakık, “bir katil olduğu” gerçeğinden soyutlanıyordu neredeyse...
O gün sormuştuk “Ağca katil de, Sakık değil mi” diye...
Bu sorunun cevabından daha “gerçek” olan ne buldu Sakık’ta bilmiyorum; o gün bugündür yukarıda itiraf ettiği gibi, mektup arkadaşı olmuş Sakık, Dündar’a. Arkadaşlık demek doğru değil belki. Bu bir tür “işbirliği”. Herkes üzerine düşeni yapıyor. Sakık “başım ağrıdı, ışık gözümü aldı, çorbam soğuk geldi...” diye yazıyor... Dündar’ın görevi ise “insani boyutlu” bu mesajları kamuoyuna aktarmak...
Evet değerli okuyucularım, “asker, öğretmen, doktor, hemşire, mühendis, korucu, öğrenci, genç, yaşlı, kadın, çocuk, bebek binlerce insanın katlinden sorumlu PKK yöneticisi” Şemdik Sakık bugün öğlen saatlerinde “iki defa kesik kesik öksürdü... Sakık dün gece rüyasında ak sakallı bir dede gördü, dede offf mu, afff mı diyordu anlamaya çalışırken, heyecan içinde sıçrayarak uyandı... Sakık, sağlam kafanın sağlam vücutta olacağına inandı ve bu sabah spora başlama kararı aldı... Sakık’ın tırnağı kırıldı değerli okuyucular, hangi parmağının tırnağıydı öğrenir öğrenmez bildireceğim...
Bu kadar yakın markajdan sonra, ”Sakık ölümden döndü“ haberini başkası verse yazık olurdu.
Can Dündar, Diyarbakır Cezaevinden son haberleri geçmişti dünkü Milliyet’e:
Sakık yazıştığı bir PKK’lı ”itirafçı adayı(!)“nın gönderdiği hediye gemi maketinin içine yerleştirilen düzenekle öldürülecekmiş, direkten, pardon prizden dönmüş.
Diyor ki Dündar; ”Sakık prize takmış olsa artık hayatta olmayacaktı...”
Bu kadar dertlenmeyin Sayın Dündar, eminim son görevinizi de eksiksiz yerine getirir, cenazenin gün, yer ve saatini, defin işlemlerinin her bir detayını aktararak, Sakık’ın sizden beklentisini boşa çıkarmazdınız...
Bugüne kadar öyle olmadı mı?

***

‘Neo-Cemalist’ tuzak
Yandaş gazetecilerin bir anda artan ilgisi ve gazetedeki değişimden duydukları mutluluğu analize çalışan
Oray Eğin soruyor: Cumhuriyet liberalleşip, kırmızı çizgilerini esneterek, katı tutumunu kırmaya mı hazırlanıyor?
Deniyor ki Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız ve gazetenin etkili yazarı Hikmet Çetinkaya “İlhan Selçuk sonrası Cumhuriyet”i tasarlamak için çalışıyor... Bu ekibe Emre Kongar’ın başını çektiği ve “Cumhuriyet’in sahibi biziz” diyen bir “statükocular” ordusunun karşı çıktığı konuşuluyor... Yeni yazarlar Tuna Kiremitçi ve Kürşat Başar’ın “dokuyu” bozacağı endişesi konuşuluyor... Süheyl Batum’un Mümtaz Soysal’ın vetosuyla karşı karşıya olduğu söylenenler arasında...
Tıkanma yaşanıyor
Cumhuriyet bir gazete olarak büyük bir “tıkanma” yaşıyor... Bir kısım medyanın “yandaş”, bir kısım medyanın Doğan Grubu olarak bölündüğü bir düzende muhalif, alternatif bir gazete olarak öne çıkamıyor.
Uzun zamandır aklımı kurcalayan bir meseleyi belki de şimdi paylaşmanın zamanı: Emin Çölaşan’ın neden Cumhuriyet’te yazmadığını düşündünüz mü? Bilindiği gibi Çölaşan’ın katılmasından sonra Sözcü tiraj patlaması yaptı... Aynı katkıyı Cumhuriyet’e de sağlayabilirdi. Tam da Hürriyet’te “kalemi kırılmışken” iyi bir hava yakalanırdı... Çölaşan’ın Hürriyet sonrası için başka beklentileri vardı kuşkusuz; ancak Habertürk işi bozulduktan sonra da Cumhuriyet’ten davet gelmedi ona.
O zaman acaba Cumhuriyet’in Emin Çölaşan kadar “muhalif” olmak istemiyor mu diye düşünüyorum... Dolayısıyla da Cumhuriyet’in bu yeniliklerle beraber çizgisini mi değiştirdiği de aklıma geliyor...
Bunu düşündüren bir gelişme daha var Cumhuriyet’te... Bildiğimiz “Cumhuriyet” ekseninden “Özkök sonrası” Hürriyet çizgisine daha yakın gibi geliyor bana artık yorumları...“Neo-Cemalizm” desek yeridir: Yıllar sonra Hasan Cemal’le İlhan Selçuk arasında bulunan bir orta yol.. Cumhuriyet liberalleşecek, kırmızı çizgilerini esnetecek, katı tutumunu kıracak mı?
Kemik Cumhuriyet okurunun ve “dinozorların” yeni döneme tepkisinin altında “Neo-Cemalist” tehlike mi yatıyor acaba?
Yandaş gazetecilerin Cumhuriyet’e ilgisi ve Cumhuriyet’teki değişimlerden duydukları mutluluk da “Neo-Cemalist”lerin ayak seslerinden kaynaklanıyor olsa gerek...
Ancak hemen ekleyeyim...
Köşe yazarlarının değişimleri, aynı konuya zaman içindeki farklı yaklaşımları her gazetede yaşanır; olasıdır. Onlar tavır değişikliklerinde özgürdür. Cumhuriyet ise bütün gazetelerden farklı olarak sahibi Cumhuriyet Vakfı’nın hazırladığı bir “Anayasa” ya bağlıdır. Cumhuriyet Anayasası’nın gazeteye çizdiği çerçeve ve sınırları da bellidir...
Eski sloganı hatırlasın
Açıkçası, gerekli değişimler ve yenilikler yapılırken Cumhuriyet Anayasası’nın ihlal edileceğini, gazetenin de kimliği, kişiliğini, yüzde yüz katılmasam da bu dönem için gerekli bulduğum yayın çizgisini kaybedeceğini düşünmüyorum. Ya da umuyorum.
Bütün bu tartışmalarla beraber eski bir sloganı da günümüze uyarlamanın zamanı: Cumhuriyet okuyorum, çünkü Cumhuriyet okuruyum.
Oray Eğin / Akşam

***

Fanatik Evangelistler
Hıristiyanların içinde bir grup vardır ki, onlar çok fanatik, militan, İslâm düşmanı Evangelisttir. ABD’nin eski başkanı Bush bunlardan biriydi ve yaptıklarını gördük.
Onlar, Yahudilerden daha fazla siyonisttir. Medeniyetler çatışmasını bahane ederek İslâm’ı ve Müslümanları yeryüzünden silmek, kazımak arzusundadırlar. Katolik kilisesine de son derece düşmandırlar.Son aylarda şiddetini ve yoğunluğunu arttıran anti-Katolik propaganda ve saldırılar onların eseridir. Bu fanatik Evangelistlerin çoğunluğu Pentecotist mezhebine. ABD’yi ve İsrail’i kayıtsız şartsız desteklemektedirler. Amaçları: Katolik kilisesini ortadan kaldırmak...Üçüncü dünya savaşı ile Müslümanları yok etmek... Dünyayı ve insanlığı ABD’nin ve İsrail hükmü altına sokmak... Onların kitabında “Yakınlarını sev” yazılıdır ama onlar kinlerini, fanatizmlerini din haline getirmişlerdir. Böyle fanatik, militan, kindar, İslâm ve Müslüman düşmanı Evangelistlerin de ehl-i necat ve ehl-i Cennet olduklarını iddia etmek, Tevhid ehli bir Müslümana yakışır mı? Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete

***

Aytaç’ın karnesi
hangi adrese?

Taraf’ın polis eğitmeni, bakanlık danışmanı, kooperatifçi, yazar, düşünür, konuşur... kısaca “herşey” olanlarından Önder Aytaç son olarak “MİT Müsteşarı kim olacak” başlığı altında “kim olmalı” veya “kim olmamalı”yı işaret etmeye vakfetmiş ömrünün bugünlerini.
Muammer Güler, Efkan Ala, Stockholm Büyükelçisi Korutürk de listede ama, onlar kendileri bu iş için pek istekli değil kafa yormaya değmez demeye getirdikten sonra, diğer adayları değil de arkalarındaki güçleri yarıştırır bir fotoğraf veriyor.
Sanki özellikle tercih ediyor bunu. Sanki kararda etkili olacak güçlere hedef gösterir...
Yok ya, bu çok düz bir mantıkla yapılacak iş, Aytaç’ı katakulliye meyilli görüyorum ben; Bu kararda etkili olacak adreslerle “hedef şaşırtmaca” oynayası gelmiş de olabilir yani.
Başbakan’ın “aklında”ki Ramazan Akyürek mi, Başbakan’a ve Ulaştırma Bakanı’na yakın, Arınç’a uzak İbrahim Şahin mi, Erdoğan, Davutoğlu ve derin devlete yakın İhsan Bal veya Sedat Laçiner mi, Gül, Erdoğan, Davutoğlu ve Atalay’ın toğuna birden yakın Hakan Fidan mı yoksa Alevi kökenli Türkmen, ülkesini çok seven önemli bir savcı mı sorusuna kafa yorulsun istiyor belli ki?
İstihbaratın başına getirilecek kişinin, kartlar bu kadar açık oynanarak, kamuoyuna “yıldız tablosu” servis edilerek seçileceğine inanacak mıyız yani! “Aday adayları”nın karnesini bekleyen asıl adresi odatv yazdı: MGK!
Bütün bu yıldızlar başınızı döndürmesin, keza o arada bir bakmışsınız adı unutturulmaya çalışılan biri getirilivermiş “herşeyimizi bilen” makama!

***

Özürcü sosyalistler bunu biliyor mudur
Bugün soykırım olduğunu savunan, hatta Ermenilerden özür dilemeye yeltenenler arasında “sosyalistler” de bulunabilir, tıpkı 1915’te olduğu gibi...
O yılların sosyalistleri, İstanbul’dan Stockholm’deki Sosyalist Konferans’ına şu telgrafı çekerler:
“Kafkasya cephesinden gelen haberlere göre Ermeni çeteleri sakin yerli halkı öldürmekte ve işkence etmektedirler. Doğru kaynaktan alınan bu bilgi, belgeler ve inkârı mümkün olmayan görgü şahitlerinin ifadeleriyle belirlendiği gibi, Kafkasya Ordusu Komutanı General Odişelidje tarafından da doğrulanmaktadır. Rus ordusunun geri çekildiği her tarafa Ermeni çeteleri girerek her nevi öldürme, işkence ve yazı ile belirtmesi olanaksız ırza geçme girişiminde bulunmakta ve yolları üzerinde gördükleri kadın, çocuk ve ihtiyarları öldürmektedirler. ”
Telgrafın altında iki sosyalistin imzası var; İstanbul Milletvekili Salah Cimcoz ve İzmir Milletvekili Nesim Mazelyah...
Acaba bugün “Ermenilerden özür dilemeye hazırlananlar arasında sosyalistler de var mıdır, var ise, bu telgraftan haberleri var mıdır?” Hasan Pulur / Milliyet

***

Bu kadar hazmın sonu zillet
Obama “soykırım” dememiş de “Meds Yeghem” demiş. Ermenice “Büyük Felaket” demekmiş. Büyük iyilik etmişmiş. İşin özüne bakalım: Başkan Obama resmen yayımlanan yazılı demecinde, “Ermeni halkının yılmaz maneviyatı onu yok etmeye kalkışanlara karşı ebedi bir zafer olmuştur” dedi mi, demedi mi? Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 9 Aralık 1948 günü, bu suçun özünü “bir halkı yok etme kastı” olarak tanımladı mı, tanımlamadı mı? Dolayısıyla “Türkler Ermeni halkını yok etmeye kalktılar” demiş oldu mu olmadı mı? Erivan’daki bayrak yakıcıları şımartırcasına bir “zafer” saydığını söyledi mi söylemedi mi? Obama’nın güya büyük “duyarlılık göstererek” işlediği densizlik, aslında yenir yutulur gibi değil. Diplomaside yutulmamışlıkları kibarca kusmanın çeşitli yolları asla eksik sayılmaz. Zira, hep hazımlı olmanın sonu zillettir. l Mümtaz Soysal / Cumhuriyet

***

Aman ne mutluluk...
Obama “soykırım” demedi diye bayram yapıyoruz.
Oysa ABD Başkanı neler demedi ki...
Ermenice soykırım yerine kullanılan “Meds yeghern-Büyük felaket” dedi.
“Korkunç mezalim” dedi.
“1.5 milyon Ermeni katledildi ya da ölüme doğru yürüdü” dedi.
Bizim başbakanımız buna karşılık ne dedi?
“Türkiye’nin hassasiyetini bilerek, o istikamette bir açıklama yaptı.”
Aman ne büyük mutluluk!
Tufan Türenç / Hürriyet

MİNİ YORUM
Rakiplerle yüzleş çağrısı

İngiltere’de yaklaşan seçim öncesi atmosferi yerinde izleyen Engin Balım, adayların halkla ve rakipleriyle iletişimi görünce Türkiye’ye özellikle Tayyip Erdoğan’a mesaj gönderme ihtiyacı duymuş. Soruyor: “Sayın Başbakan acaba rakipleriniz sizinle canlı yayına çıkmaktan kaçınmış olsa idi, İstanbul halkı adı sanı yeni duyulan o dönemin Milli Görüş gömleği üzerindeki gencine İstanbul’u emanet eder miydi?”

Yazarın Diğer Yazıları