Sağım ebe, solum sobe!

Küresel sermayenin yüksek ücretli kalemşörlerine dönüşen aydınlarıyla değil, Ümraniye Davası’nda yargısız infaz hükmünü vermeyenlerle hesaplaşıyorlar

Türkiye’de konumlandırmalarını ‘sol’ olarak yapanlar arasında, ne garip tesadüf ki dünya gündemine paralel olarak yeni bir ‘soğuk savaş’ dönemine girildi.
Gazete köşelerindeki çemkirmelerden ibaret olan ve toplumun hayat pratiğini etkilemeyen bu savaş Orhan Veli’nin “sarhoş oldum da / seni hatırladım yine / sol elim / acemi elim / zavallı elim” mısralarını hatırlatıyor.

Dokunmayın lümpenime
Kitaplardan, ekonomik modellerden, Marks’tan, Lenin’den, Troçki’den, Ekim Devrimi’nden, Paris Komününden habersiz ülkem insanı için gelmiş geçmiş en büyük solcu kimdir? Che mi? Tarlada ki Ahmet emmi, hala tandırda ekmek pişiren Satı teyze, çeşmeden su taşıyan Emine, oto sanayiinde çırak Ali... Onlardan bahsediyorum. En baba solcu kimdir onlar için?

Bence Bülent Ecevit!
Çünkü üzerine ‘beyaz güvercini, mavi gömleği ve kasketi’ kadar yapışan bir etiketi daha vardır O’nun. ‘Halkçı Ecevit’tir. Solun en basit en anlaşılır karşılıklarından bir tanesidir yani. Özü hiç de karmaşık olmayan bir ‘toplum fikri’ üreten ‘sol’u terörizme, liberalizme, emperyalizme dönüştüren tarih ise aksine karmakarışık. Bu tartışmanın konusu da ‘sol’ değil, kendine ‘solcu aydın’ diyenlerin ‘dönüşüm’deki paylarıdır. (İyi niyetli yaklaşırsak tabii) Tartışma mevcut medya düzeninin varı-yoğu herşeyi durumundaki ‘sol aydınlar’ın ‘pay’laşımdan duydukları memnuniyetsizlikten de kaynaklanıyor olabilir. Pekala ‘Birgün’ün devrimcileri’, çevreci sermayenin en değerli yatırımlarından Etyen Mahçupyan’ı çekemiyor, Murat Belge ‘Taraf yazar’ olmayı sindiremeyip ‘Radikal dostları’na ‘beraber yürümüştük biz bu yollarda’ diye sesleniyor olabilir. Ümraniye Soruşturması’nın yarattığı sektörel travmayı fırsat bilip bir kimlik ispatı içine girmiş olabilirler. Ve aslında yaşanan bir ‘ideolojik temizlik’ değil ‘köşe kapmaca’ oyunundan ibaret olabilir.
‘Sol’ bir yönüyle teorsiyenlerinden çok kopuk görünse de, diğer yönüyle onların tanımlamalarına tıpatıp uyar halde.

Teorisyenlerinden kopuk, çünkü en bilinen solcu aydınlar, kapitalizmle mücadele edip önce sosyalist sonra da komünist bir sistem inşaa etmek için mücadele etmek şöyle dursun, tersine sütunlarını kapitalist çarka siper ediyorlar.

Diğer yandan her biri solda özenle korunan bir makamı dolduruyorlar. Bunlar aslında Türkiye’nin ‘lümpen’lerinden başka bir şey değiller. Ne yani ‘Altan ailesi’ gerçekte toplumun bütün sınıfları tarafından istenmeyen figürler değil midirler? Perihan Mağden toplumun kültürüne yabancı düşen, sözde bilgili tutum ve davranışlarıyla itici değil midir? Cengiz Çandar, Ergun Babahan ve Hasan Cemal sanayi ve tarım işçileriyle mi yoksa Brükselli AB komiserleriyle birlikte mi mücadele etmektedir? Murat Belge, hem parasız, hem borçlu, hem batık, ama hem de her gün iki gazete yayımlayan fonla beslenen kurumda yazarak mı anti-emperyalist olacaktır?

Marks’tan Sevgiler’le
Mehmet Altan’ın yoğunlaştırılmış ekonomi ve siyaset eğitimini ve genetik ideolojisini birleştirdiği, devleti sorgulayıcı kitabının adıydı ‘Marks’tan Sevgilerle’. O günlerde kim derdi ki AKP diye bir parti çıkacak da, bu eski milli görüşçü, hali hazırda vicdanı muhafazakar, cüzdanı liberal partinin en gözde yazarı olacak?

Kapitalistlerin toplumsal denetim kurması, haksız rekabet veya güç dengesizliği yaratacak büyük zenginliklerden uzak tutulması gerekirken, bizim Mehmet küresel ekonomi de küresel ekonomi diye tuturmadı mı? AB ve ABD’nin en büyük kapitallerine varımızı yoğumuzu satarken “durun ne yapıyorsunuz, dünyanın en kapitalist ülkeleri bile savunma ve egemenliğe etki eden kurumlarını kamulaştırırlar” diyeceğine, “bir daha, bir daha” diye tempo tutmadı mı? Sütun komşusu Eser Hoca’ya mı uydu, günahı boynuna. Ama bence sol mirasından çoktan feragat eden Altan ülkenin en sağlam liberal kalemlerinden biri haline geldi.

Bu arada Mehmet’im son günlerde ailecek gösterdiğiniz zenginin parasını koruma azminizi Umur Talu takdirle karşılamış. Ama ufak bir sorunu var. Bak ne diyor:
JİTEM’le içli dışlı olmak sorun da; “İktidarla içli dışlı ise de sorun... İstihbarat servisleriyle içli dışlı ise de sorun. İktidar, kimi işadamıyla maddi içli dışlı ise de büyük sorun. Bazı bazı buna şaşmak ciddi sorun. Sadece “kapital” problemi değil bu. Bir de, “liberal demokrat zihniyet”in “kapital” problemi , yani merkezi sorunu!”

***

Zenginin malı yorar
Serbest pazar ekonomisini savunup solculuğu da tutanlara Türkiye’en başka yerde rastlanır mı bilmem. ‘Kapitalizmle uzlaşma’ diye bir kavramı tanımayan solun ağababaları yani komünistler ‘kanlarının son damlasına kadar’ bu eşitsiz gelişim ortamı ile mücadele etmiyorlar mıydı? Onların aynı idealle yetiştirilen çocuklarından da insan en azından ‘kalemlerinin son damla mürekkebine kadar’, zenginliğin özel birikimine izin veren adaletsizlikle savaşmalarını bekliyor değil mi?
Ahmet Altan’ın Ümraniye Soruşturması’na tahsis ettiği köşesinde dün okuduğum yazıyı, O’nun iteklediği pencereden, ‘derin devlet’ manzarasına bakarak değil de, gazete sayfalarında ‘inleyen sol nağmeler’i dinleyerek okudum. Altan Ümraniye soruşturması ile çözümlenmeye çalışılana benzer yapılanmalara para veren işadamlarının çetelesini tutarken zenginlerin paralarının muhafazası meselesine takmış. Tam ‘zenginin parası züğürdün çenesini yorar’ diyecektim, ‘bakkalda kitap ticareti’ yapan kadın okuyucusu en çok olan, en fonlanan gazeteyi yöneten yazarın çok da züğürt sayılamayacağı geldi aklıma. Ahmet Altan yazısını sermayenin serbest dolaşımına takan bir sol duyarlılıkla yazdıysa lafım yok, ama, ‘bugün ona yarın bana’ kaygısıyla sermayene sahip çık diyorsa bu ‘ekonomik model’den beslene beslene solcu aydıncılık oynanmaz!


Bir yanda küresel ısınma Bir yanda soğuk savaş...
Hayat her şeye rağmen güzel ama u#mutlar da tükeniyor yavaş yavaş...
* Haldun Ertem

***

Aman Hrant değmesin
Türkiye’de ’hem solcuyum, hem aydınım var mı bana yan bakan’ diyenler ne darbe, ne fraksiyonlara bölünme, ne de ’intikam alma’ pardon ’anı paylaşma’ kitaplarında böyle haşince afişe edilmemişti. Hrant Dink’in ölümünden sonra ’siyah üzerine beyaz’ , ’hepisi Ermeni’ olanların Ermeni olmadığı anlaşılınca Türkiye’de solcu olmanın yeni kriterinin Ermenici olmak olduğunu öğrendik. ’Birgün’de Dink için ’atın artık bu Ermeniyi’ dendiği iddiası bile solu birbirine düşürmeye yetti.

Etyen Mahçupyan ’Türkiye’de işte böyle bir sol var’ dedi ve devamını getirdi: “İnsanı ve insanlığı kullanan, bir kemirgen misali önce kendi vicdanını yiyen bir sol. Hrant’tan nefret eden, ölünce dostu kesilen bir sol. Böylesine bir müptezelliği ideolojik analiz bile kolay kaldırmaz”
Bildiğiniz gibi Mahçupyan Dink’le pek sevişmese de şu anda Agos’ta O’nun koltuğunda oturan figürdür. Ele verir talkımı kendi yutar salkımı işte!
Mehmet Ali Kılıçbay, bunu daha akdemik ifade etti:
“Taraf gazetesindeki arkadaşların solculukla alakası kalmamıştır. İnsanların hangi sınıftan geldikleri değil kendilerini hangi sınıfa adadıkları önemlidir.” Etyen’in kendini hangi sınıfa adadığı ortada.. O da başbakan gibi ’çevrecinin daniskası’, ’yeşil sever’ bir zat değil mi?

***

Emperyalist komünist(!)
Sol, kendi kendine temenni ettiği gibi ’birbirini yerken’ Yaşar Kemal’in önce İtalyan L’Espresso’da, sonra Hürriyet’in sürmanşetinde patlattığı bombaya da bakın:
“Nobel’i benim gibi komüniste vermezler!”
Kime verirler peki?
Orhan Pamuk gibilere mi?
Edebi hayatı boyunca ‘eğer bir gün Türkiye’den bir edebiyatçı nobel alacaksa o ben olmalıyım’ şeklinde şartlandırılmış bir hayat süren Yaşar Kemal’in tutumu, kedinin uzanamadığı ciğere mundar demesi gibi bir şeyi çağrıştırıyor ya neyse... İşin bu yanı bugünkü konumuzun dışında.
Konumuz tam da Baskın Oran Radikal’de “Marksizm’de anti-emperyalizm diye bir kavram yok” diye yazmışken, Yaşar Kemal’in Avrupa’nın emperyalist örgütlenmesi olan AB’yi savunan röportajının ’sapına kadar komünist’ şeklindeki bir efelenmeyi çağrıştıran malum manşetle verilmesi... Bu nasıl bir komünistliktir ki, sınırlarını, topraklarını, kaynaklarını, üretimini kullanımına açacağın AB’nin pazarı olmayı savunabilsin?
Hık demiş Baskın Oran’ın makalesinden düşmüş şeklindeki bu sözlere cevap gecikmez. Belki yarın, belki yarından da yakın. Bekliyoruz...
Not: Ahmet Öncü, solcu aydınlardan İslami sermaye ile batıcı sermaye arasındaki sınıf savaşını tahlil etmeleirni istiyor. A sınıfı solcular batıcı, B sınıfı solcular İslami denen sermayeden ekmek yerken nasıl olcak bu? Bence biz birkaç gün köşelerine kilit vurup, bu arkadaşları bir labaratuara götürelim bakalım sol yanlarına hangi virüs bulaşmış, onu tahlil edelim...

***

Oto-tasfiye
Otokontrol tersten işliyor: Bünye yolsuzluk yapanları değil, onları şikâyet edenleri, ihbar edenleri partiden kovuyor.

“Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemedik ve yedirmeyeceğiz. Oto kontrolümüzü yapacağız”
Tayyip Erdoğan

***

MİNİ YORUM
Ümraniye’den saygılarla(!)

Hasan Pulur ne güzel demiş, “bu “Ergenekon” daha çok kağıt, kalem, kelime, cümle sayfa kaldırır” diye. Tabi söyleyene değil, söyletene bak değil mi? Söyleten Saygı Öztürk’ün ‘Belgelerle Ergenekon’ kitabı. Baksanıza askere, üniversitelere, siyasete, medyaya, iş dünyasına acayip fitneler salan Ümraniye soruşturması, solu ne hale getirdi. Koskoca Hasan Cemal’in, Cengiz Çandar’ın, Altan kardeşler’in, Hadi’lerin, Perihanlar’ın, Ayşeler’in, İsmetler’in yapamadığını yaptı koca ’cemaat’i hallaç pamuğuna çevirdi. Ben bu davanın önünde saygıyla eğilirim. Pes... Vallahi pes!

ST

Yazarın Diğer Yazıları