Sabrın sınırları
Milyonlarca taraftarın gönül verdiği Fenerbahçe’nin bazı yöneticilerinin cahil cüretkârlığı yüzünden düştüğü durum üzücü. Daha soruşturma aşamasında basına servis edilen telefon görüşmelerine bakılırsa vaziyet vahim. Tıpkı Ümraniye davasında olduğu gibi yeni dalgaların geleceği şimdiden belli. Kamuoyu uzun süre bu şok ile oyalanırken belki de bir gaz alma operasyonu ile Deniz Feneri hortumcuları da derdest edildiler ve mahkemece tutuklandılar. Haklarındaki yakalama kararı ancak aradan üç yıl geçtikten sonra uygulanabildi. Bu üç yıl içerisinde kaçma ihtimali, delilleri yok edebilme söz konusu olmamış.
Oysa Alman mahkemeleri hortumlanan yardım paralarının hangi tarihlerde kimlere verildiğinden attırılan imzalara kadar nice bilgiye ulaşmıştı. Deniz Feneri’nin uzantıları, sahte evrak ve imzalarla zanlı sayısı Balyoz davasını ikiye katlar durumda iken, “Kısa kes aydın havası olsun” ölçüsüne indirgendi. Zahit Akman ve Kanal 7 yöneticilerinin bırakınız uzunca bir süreyi, birkaç ay içinde sessizce tahliye edileceğine dair kanaat yaygın. Çünkü insanımız yargının bağımsızlığına inanmıyor. Hâkimler ve savcıların iktidar gücü karşısında hukuk iradelerini sergileyemeyeceğine inanıyor. Fenerbahçe ve Deniz Feneri davalarından çıkacak karar ne olursa olsun kamu vicdanı rahatlamayacak. Aksine anayasadaki hukuk devleti kavramı daha fazla tartışılacak.
Yeniçağ ve Sözcü dışında gerçek anlamda gazetecilik tarihe gömüldüğü için milletimizin perişan halini yansıtabilecek yayın organı bulmak da zor.
Baksanıza bağımsız milletvekillerinin TBMM’ye gelmeyerek Diyarbakır’da toplanmalarına alkış tutanların, İmralı’dan gelen talimat ile yemin krizinin aşılacağı inancıyla bir zil takıp oynamadıkları kaldı. Bir taraftan Diyarbakır’da teröristler yol kesip asker kaçırırken, diğer tarafta İmralı ile yapılan protokol imza safhasına gelmiş. Bölücü başının açıklamalarından Hatip Dicle konusunda ısrarın sona erdiği diğerlerinin tıpış tıpış yemin etmeye gideceği anlaşılıyor. Diyarbakır cezaevindeki beş tutukluya karşı Silivri’de 3 tutuklu milletvekilinin serbest bırakılması için pazarlık yapılmış. Ne zaman bırakılacaklarına dair protokolün yazılı olması yerine sözlü beyanına da razı olunmuş. Krizi sona erdirebilmek için hükümet İmralı’yı devreye sokarak çözüm üretebildiğine göre bundan sonraki aşamalarda, yani yeni anayasada Öcalan yine söz sahibi olacak.
Allah bilir kaçırılan askerlerin karşılığında bazı teröristlerin serbest bırakılmasına dair pazarlık masaları kurulacak. Tavizin sonu olmaz. İpin ucunu çoktan İmralı’ya kaptırmış olan AKP hükümetinin bundan sonra ne tür tavizler verebileceğine dair tahminler bile tüylerimizi diken diken ediyor. Seçim öncesi vurmak istediği MHP’ye, “Ben olsaydım asardım” diye efelenen Tayyip Erdoğan’ın BDP’ye, “Siz olsaydınız ne yapardınız” yaklaşımı bu konudaki samimiyetini de ortaya koyuyor. Türkiye bu utancı yaşarken halen, “iyi şeyler olacak” yaklaşımı teslimiyetin boyutunu da yansıtıyor.
Yüksekova’da sivil kıyafetli askerlerimiz güpegündüz sokak ortasında şehit ediliyor. Diyarbakır’da PKK yol kesip kimlik kontrolü yapıp asker kaçırıyor. Recep Bey, 61.hükümetin programını TBMM’de okurken devletin otoritesinden, adaletinden dem vurup Fırat kıyısında kaybolan koyundan bahsediyor. Ve bu millet bütün bunlara inanıyor... Pes yani!... Sabrımızın sınırları bu kadar da zorlanmaz ki...