Saadet zincirinin sonu yoktur

Türkiye bir tüketim çılgınlığı yaşıyor. Bu çılgınlığın kaynağı üretim ve büyüme değil, dış borç ve yabancıya varlık satışlarından gelen paralardır. Üretimden değil çünkü sanayide birçok sektör girdi olarak yüzde 40 ile yüzde 70 oranında ithal ara malı ve hammadde kullanıyor. Bu ithalatı kazandığımız dövizlerle değil, borç olarak aldığımız, kamu altyapı yatırımlarını, varlıklarımızı kârlı işletmeleri ve bankaları satarak aldığımız dövizlerle karşılıyoruz. Satacak varlığımız kalmayınca, dış borçlanma sınırına geldiğimizde bu saadet zinciri de bitecek ve sıkıntıya gireceğiz. İspanya ve Yunanistan’da aynı saadet zinciri bitti. Onlar şimdi dünyaya gayri menkullerini pazarlamaya çalışıyor.
İnsanlar uzun vadeli düşünmez ve görmez. Bunun içindir ki kimse madalyonun arka yüzüne bakmıyor. Gerçekte ise kader, gelecek için ağlarını örüyor.
Kurbağayı, içi sıcak su dolu bir kaba atarsanız, canı yandığı için dışarı sıçrar. Oysa aynı kurbağayı soğuk su dolu bir kaba koyarsanız ve sonra da suyun ısısını yavaş yavaş artırırsanız, fark etmez ve ölür. Sıcak para, dış borç ve varlık satışlarından gelen dövizlerin sonuçları da işte böyledir.
Yapmamız gereken, ulusal üretimi ve tasarrufu artırıp, cari açık vermeden kendi imkanlarımızla kalkınmaktır. Zira on yıl önce toplam tasarrufların Gayri Safi Milli Hasıla’ya oranı yüzde 20’nin üstünde iken şimdi yüzde 12 ile 14 arasında değişiyor. Ortalama tasarruf oranı Brezilya’da yüzde 18, Endonezya’da yüzde 33, Çin’de ise yüzde 45’tir.. 2011 yılı Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’ndaki (World Economic Outlook) sıralamaya göre Türkiye ortalama tasarruf oranı olarak 168 ülke arasında 129. sıradadır.
Tasarruflar, devletin yarattığı cebri tasarruflar ile gönüllü tasarrufların toplamıdır. Kamu tasarrufları siyasi iktidarların tercihleri ile belirleniyor.
Özel tasarrufların ve yatırımların artması uzun vadeli planlama ile gerçekleşir. Ancak kısa dönemde de alınacak bazı önlemler vardır.
1) Tasarruf faizleri ile kredi faizleri arasında, makul bir kâr marjını içerecek denge kurulmalıdır. Mevduat faiz oranı gibi kredi faiz oranları da yıllık tespit edilmelidir. Aylık faiz, istikrarsız ve değişebilirliği, oynaklığı yüksek ve spekülatif bir finans piyasası icadıdır. Bu icat tasarrufları ürkütmüştür. Özel yatırımların finansmanını zorlaştırmıştır.
2) Türkiye de halen kayıt dışı ekonomi yüksektir. Yoldan yurt dışına kaynak çıkışı oluyor. Bu da iç tasarruf oranını düşürüyor. Kayıt dışı kaynak çıkışını önlemek için, yer altı ekonomisini önlemek gerekir. Ayrıca iç siyasi güveni oluşturmak gerekir.
3) Yabancı sermaye politikasını değiştirmeliyiz. Sıcak para tuzağından kurtulmalıyız. Zira sıcak paranın girdiği ülkeye, sıfırdan yatırım yapan yabancı sermaye gelmiyor. Ya kârlı işletmeleri satın alan sermaye giriyor... Ki bu durumda da kâr ve faiz gibi faktör gelirleri olarak dışarıya kaynak transferi artıyor. Ya da kısa vadeli sermaye giriyor. Uzun vadeli sıfırdan yatırım yapacak, ilave istihdam yaratacak sermayenin girmesi için, sıcak paranın kontrol edilmesi gerekir.
4) Daha da önemlisi, yatırımları ve özellikle emek yoğun yatırımları artırmak için istihdam yükünü düşürmeliyiz. Türkiye’de istihdam üzerindeki vergi ve prim yükü, yüzde 37’den başlamaktadır. Yüksek istihdam yükü hem içeride, kayıt dışı istihdama neden oluyor... Bu sorun da haksız rekabet yaratıyor. Hem de Türkiye’nin dış rekabet gücünü düşürüyor. İstihdam yükünün daha düşük olduğu ülkelere karşı da, Türkiye’nin üretim maliyeti daha yüksek olmakta ve rekabet şansını azaltmaktadır. Yapılması gereken, istihdam yükünü yüzde 25’e indirmektir. Bu durumda kayıt dışı istihdam da azalacaktır. 8.5 milyona yükselen kayıt dışı istihdam önemli ölçüde düşecektir.

Yazarın Diğer Yazıları