Rusya ne yapmak istiyor?
SSCB’nin dağılmasıyla birlikte belirginleşen tek kutuplu dünya düzeni ve Rusya Federasyonu’nun içinde bulunduğu koşullar dikkate alındığında Moskova merkezli yeni bir küresel gücün oluşması kısa ve orta vadede öngörülebilir nitelikte değildi. Ancak dağılmadan itibaren belli bir süre kapalı sistem anlayışıyla ideolojik ve toplumsal hasarları onaran ve dünyasının farklı bölgelerindeki enerji odaklı süreçleri lehine çeviren Rusya’nın kendi coğrafyasını aşan bir güç haline geldiğini inkar etmek mümkün değildir.
ABD hala dünyanın en büyük askeri ve ekonomik gücüne sahipse de artık karşısında düne göre tarihsel dinamiklerinden stratejiler devşiren ve uçuruma gelmek pahasına diplomatik adımlar atabilen bir Rusya bulunmaktadır. Rusya’nın agresif ve proaktif siyaseti, nispeten “bekle-gör” anlayışına odaklanmış uluslararası kural ve prosedürleri zora sokmaktadır. Karl Marks’ın bu konuda “Rus diplomasisinin başarısı ve etkinliği Batılı ülkelerin çekimser ve korkaklığı ile ilişkilendirilmelidir” sözü unutulmamalıdır. Bununla birlikte Rus dış politikasında belirgin yöntemler değişse bile temel politikalar aynı kalmaktadır.
Vaktiyle Yeltsin döneminde eski doğu bloku ülkelerinin ya da Baltık Cumhuriyetlerinin NATO’ya alınmasının ve bu yönüyle Varşova Paktı’nın işlevini yitirmesinin Rusya açısından oluşturduğu tehdit algısı devam etmektedir. Türkiye’nin Rusya tarafından kontrollü bir ilişki düzeneği ile yönlendirilmesi düşüncesi de NATO’ya karşı değişmesi mümkün olmayan uluslararası konumlanma ile vücut bulmaktadır.Bu sebeple Rus yayılmacılığının belirgin bir yansıması olan Kırım’daki olayları bu yaklaşım temelinde irdelemek gerekmektedir.
Çok açık ki Kırım özelinde meydana gelen gelişmeler soğuk savaşın bitmesinin ardından ABD ve Rusya arasındaki en büyük krizdir. Çünkü Kırım ve Sivastopol limanı Rusya için vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Daha önce Karadeniz filosunun merkezi olan Sivastopol limanı, Sovyetlerin dağılmasından itibaren Rusya-Ukrayna ilişkilerinin gündemindedir. Rusya geçmişte olduğu gibi bugün de limandaki kontrol hakkını kimseye vermek istememektedir. Özellikle 1997 yılında imzalanan anlaşma ile donanmanın akıbeti ve Sivastopol’daki Rus hakimiyeti bir kez daha perçinlenmiştir.
Ukrayna ve Kırım meselesi Rusya açısından stratejik merkezlerin hakimiyeti kadar, Post-Sovyet alanın yeniden inşa edilme düşüncesini harekete geçirmektedir. A. Dugin’e göre Avrasya Birliği projesinin en önemli adımlarından birisi Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya arasında kurulacak sağlam işbirliğidir ve birliğinin kurulması için Ukrayna’nın sürece dahil edilmesi gereklidir. Buna karşın Ukrayna’nın Batıyla yakınlaşma sürecinin hız kazanmasıyla girişimlerini diplomasiden askeri zemine taşıyan Rusya uzun yıllar Avrasya entegrasyon çalışmalarının vazgeçilmez bir parçası olarak gördüğü Ukrayna’yı ve onun toprak bütünlüğü meselesini kendi coğrafyasına yönelmiş bir tehdit olarak değerlendirmektedir.
Rusya bakımından toprak bütünlüğünü koruyarak Batıya entegre olan bir Ukrayna, öncelikle NATO’nun Rus topraklarına konuşlanması anlamına gelmektedir. Gelinen durumda Ukrayna’nın sahip olduğu önem değişmemiştir. Sadece Rusya’nın kendi coğrafyasından kopmasını istemediği bir ülkenin daha küçük parçalarla sisteme dahil edilmesi gündemdedir. Üstelik Rusya, Avrupa ve hatta Ortadoğu’yu da içine alacak yeni bir güvenlik yöneltme ve kontrol sisteminin kurulmasını istemektedir. En önemlisi de Rusya bu süreçle birlikte uluslararası toplum nezdinde yalnızlaştıkça “kendi coğrafyam” dediği alanı da benzer bir tehlikeye sürüklemektedir.