Ruh ne ki?
Yazarın adı Cevat Doğan, dindar bir tıp doktoru, zaten kitap da "Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla" başlıyor. Kitabın adı da "Kur'an'dan İlhamlar" (Cinius Yayınları).
Bu hekim-yazar, bilimi öne alarak yorumlamalara girişmiş. Ruh konusunda söz gelimi:
"İnsanın ölümü, kalp ve dolaşımın, teneffüsün durması ile gerçekleşiyor. Ölen kişinin sakallarında, tırnaklarında birkaç gün süren cüz'i uzamalar olur. Bunlara bakarak, insanın dolaşım ve solunum sistemleri durmakla henüz ölmüş olmadığı iddiaları yanlıştır. Ölümü yukarıda tarifini verdiğimiz olayla başlamıştır. Sakallar vs.. gibi bazı hücrelerdeki hayatiyet, insan denilen canlı organizmanın ölüm anını değiştirmez.
Ölüm, aklın da mutlak şekilde yok olmasına yol açıyor, bu kitabın ilk bahsi olan ruh problemi bölümünde, ruhun akıldan başka bir şey olmadığı hakikatine ulaşmıştık. Yani insan ruhunu kaybedince ölmüyor, aksine ölünce ruh (yani akıl) diye bir şey kalmıyor.
Ölen kişinin mezara konması ile yeni bir hayatın başladığına dair bir inanç halkımızda mevcuttur. Kur'an-ı Kerim'de böyle bir şey yok! Birçok batıl inancımızdan biri de budur."
Materyalizmin ruh'a ilişkin yaklaşımı da Cevat Doğan'ın bu görüşlerine oldukça yakın. Onu da özetle aktaralım:
"Bilinç beyinde oluşur. Beyinse hücrelerden. Hücrelerin biyokimyasal ve biyoelektriksel etkinlikleri beynin fonksiyonlarını oluşturur.
Ruh bedenle birlikte ölecek. Çünkü ruh, günümüzün çağdaş bilimsel yorumuna göre, beyin dediğimiz organın duygular, hafıza, akıl yürütme ve karar verme gibi bazı fonksiyonlarına verdiğimiz isimdir. Dolayısıyla, vücudu bir makina gibi düşünürsek, bu makina işlemez hale geldiğinde fonksiyonları da duracak. Artık hissetmeyeceğiz, bilinçli olmayacağız, hiçbir şeyin farkında olmayacağız. Çünkü bunu sağlayan organımız çalışmıyor olacak. Bilimsel açıdan dersek, ölünce toprak olacağız, azot ve karbon çevrimine gireceğiz.
Ruhun bedenden bağımsız olduğunu iddia eden hiçbir din ya da ruhsal inanç, örneğin neden içki içince hafızada ve zihinsel yeteneklerde azalma olduğunu tutarlı bir şekilde açıklayamaz. (İçki içmek gibi fiziksel bir etki ya da kişinin kafasını bir yere çarpması, nasıl ruh denen bedenden bağımsız bir varlığı etkiler konusu, geçtiğimiz yüzyıllarda filozofları çok düşündürmüştür ve ruhu bedenden bağımsız gören hiçbir düşünce sistemi bu işin içinden tutarlı bir biçimde çıkamamıştır). Bunu bilim açıklar, çünkü bilim ruha atfedilen özelliklerin insan beyninin fonksiyonu olduğunu söyler."
Ve Kabir suali, Cevat Doğan, bunun da olmadığını ifade ediyor: "Cesedin kabre gömülmesiyle başlayan bir kabir azabından bahis edenler, niçin kitabımızda olmayan bir şeye inandıklarını nedense hiç düşünmek istemiyorlar? Dinî terminolojimize girmiş iki çocukça ıstılah var ki, ne zaman musallat olduğu veya hangi doğrunun istihaleye uğraması ile ortaya çıktığı belli değil:
Mezardaki mevtaya iki melek geliyor ve birtakım sorular soruyor. Bu sorular arasında, tabii 'Mezhebin nedir? Mezhep imamın kimdir?' gibi akilane sorular da var.
(...) Halbuki ne gasledilen, ne kefenlenen, ne çürüyen sen değilsin!.. O senden başka bir şeydir. Seni sen yapan senin aklın (ruh) idi, sen artık yok oldun. O mezarda yatan cesedin seninle bir ilgisi yok."