Referandum sonuçlarını değiştirecek oylar!
15 Temmuz sonrasında, AKP'ye muhalifliğiyle bilinen, FETÖ karşıtlığından dolayı hapis yatan gazeteciler, kumpas mağduru askerler hükümete tam destek veriyordu. Çünkü AKP'nin söylem ve davranışları, Türkiye'nin yıllardır özlemini duyduğu birlik ve beraberlik için çok değerliydi.
Bu hava çok kısa bir sürede dağıldı. Sebebi malum...
Birdenbire patlak veren Başkanlık girişimleriyle Cumhuriyet tarihinin en keskin kutuplaşmalarından birini yaşıyoruz.
15 Temmuz'da darbeyi tetikleyen uluslararası güçlerin arzu ettikleri tablo tam da buydu... Farklı seslerin susturulduğu, medyanın tek sesli olduğu, dış dünyaya kapalı, kendi içinde kavgalı bir ülke modeli!
Türkiye'ye tasarlanan planı kimler inatla hayata geçirmiştir, kimler birlik ve beraberliği siyasi kariyerleri uğruna suistimal etmiştir? Bunların cevapları da malum...
Gelelim bu kutuplaşma ortamında AB ülkeleri ile çıkan politik kavgalara... AB'nin Türkiye'ye olan tutumu sadece AKP dönemi ile sınırlandırılmayacak tarihi bir arka plana sahiptir.
Özellikle Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerindeki Osmanlı İmparatorluğu'nun gücü ve Batı'ya dönük seferleri, Avrupa'da "Annecim Türkler geliyor" atasözünün ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Oryantalist bakış açıları ve iki yüzlü yaklaşımlar I. Dünya Savaşı ve sonrasında da devam etmiş, Osmanlı'nın parçalanmasına kadar götürülmüştür.
Harap haldeki Anadolu'dan, Türklerin millî bir devlet çıkarabilecekleri hesaba katılmamıştı. Bundan dolayı, Avrupa düşüncesinin ana felsefesini ve ateşleyici gücünü oluşturan İngilizler tarafından, Türkiye Cumhuriyeti bir türlü sindirilememiştir.
Yakın tarih objektif bir şekilde değerlendirildiğinde Osmanlı'dan koparak, manda altında yaşamayan tek Müslüman ülke Türkiye olmuştur.
Türkiye'ye karşı zaman zaman depreşen Avrupa ataklarının temelinde bu tarihi gerçekler vardır. AB'ye giriş sürecinde de bu durum hiçbir zaman değişmemiştir. Ancak AKP'nin iktidara geldiği günden beri benimsediği Batı yanlısı liberal politikalar ile Türkiye, tarihinde hiç olmadığı kadar AB'ye yakınlaşmıştır.
Bu süreçte PKK'lılar yine iade edilmemiş, Batı ülkelerinde milliyetçi partilerin Türklere karşı olumsuz tutumları devamlılık göstermiş, Ermeni iddiaları parlamentolarda "soykırım" olarak tanınmıştır. Buna rağmen bugünlerde yaşadığımız şiddetteki gibi bir kriz ortaya çıkmamıştır.
Referanduma sayılı günler kala, AKP'nin siyasi propaganda için gurbetçi vatandaşların oylarına talip olması gayet doğaldır. Ancak bu süreçte çıkarılan siyasi krizler bilinçli ve kontrollüdür. Buna rağmen, "hayır" diyen tüm siyasiler, partiler Avrupa'daki programlarını iptal ederek, referandum için çalışmayacaklarını açıklayarak millî bir duruş sergilediler... "Yaşanan krizde tavrımız hükümete tam destek vermektir" denildi. Daha önceden tutulan salonlar, gurbetçi vatandaşlara dönük kampanyaların hepsi durduruldu.
Referandum sürecinde Avrupa'daki kampanyalarını durdurmayan tek parti var; AKP! Tüm siyasi partiler "millî bir duruş"la hareket edip programlarını iptal ederken, AKP gurbetçi vatandaşlara yönelik kampanyalarını tüm hızıyla sürdürüyor.
Önceki gün "AKP, Almanya'daki seçim kampanyalarını sonlandırdı" haberleri sonrasında AKP Yurtdışı Seçim Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, programlarına aynen devam ettiklerini belirten şu açıklamayı yaptı: "Kamuoyunda dolaşan bilgilere binaen açıklama: AK Parti'nin yurtdışı programlarıyla ilgili yeni bir kararımız yoktur. Bilgiler yanıltıcıdır."
AKP, Avrupa ile girdiği krizde "hayır" diyenleri "Batı ile hareket eden, gayrimillî odaklar" olarak yaftalıyor.
Bu durumda ortaya şu soru çıkıyor; Avrupa'nın AKP'ye yönelik tutumunun millî bir konu olduğunu vurgulayıp tüm programlarını durduranlar gayrimillî ise, krizin aktörü olan AKP'nin Avrupa'daki "evet" programlarını daha da genişletmesi millîlik midir?
Öte yandan Türkiye'nin geleceği için oy kullanacak olan yurtdışındaki vatandaşlarımızın sayısının yaklaşık 3 milyon olduğunu hatırlatalım!
Bu oylar, referandum sonuçlarını dolaylı değil, doğrudan etkileyecek!