Referandum: Hesaplaşma darbeyle mi, devletle mi? (2)
Yukarıdaki bilgilerin ışığında, iki kurumun yapısını değerlendirelim. Anayasa Mahkemesi: Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ni temsil eden 7 üyenin, yürütmenin etkisine girmeyeceğini söyleyebiliriz. Buna karşılık, Kurulun diğer 10 üyesinin, seçim şekli dikkate alındığında yürütmenin güdüm alanında kalacağını açıkça düşünebiliriz. Mahkeme Başkanı’nın da bu özellikte olacağı tabiidir.
HSYK: Bakan, Müsteşar, Cumhurbaşkanı’nın doğrudan seçtiği 4 üye ile Türkiye Adalet Akademisi’nden gelen 1 üyeyi toplarsak 7 eder. Buna; Türkiye’deki bütün adli yargı hakim ve savcıları ile bütün idari yargı hakim ve savcılarının seçtiği 15 üyenin yarısını ekleyelim, 14/15 eder. Yani 22 üyeli kurulun 2/3’ü aynı yapıda olacaktır. Bu hesap; siyasi iktidarın çok yönlü etkileme tekniği ve baskı gücü ile Yüksek Kurulun yeni yapısının doğuracağı beklentiler dikkkate alındığında asgari olarak görülmelidir. Sonuçta, HSYK da geniş çapta yürütmenin güdüm alanına girecek demektir.
“Darbe Anayasası”nda bile bulunmayan, HSYK’nu Bakan’ın temsil etmesi, çok daha önemlidir. Çünkü yürütme yargıyı temsil ediyor. Bu durumda, kuvvetler ayrılığı ilkesi ve yargı bağımsızlığından söz edilebilir mi? Bilindiği gibi demokratik hukuk devletlerinde yargı bağımsızlığı, yürütmenin baskısına karşı düşünülmüştür.
Ayrıca Bakan’ın yetkisi çok artırılmıştır. Mesela; Uygulamada hangi hakim ve savcı hakkında araştırma, inceleme ve soruşturma açılacağı Bakan’ın denetimindedir. Yine Kurulun bütün işlerini yürütecek olan sekreteryanın başına getirilecek Sekreterin seçimi Bakan’a aittir.
Evet tekrarlayalım bu düzenleme ile yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü, yürütmenin kontrolüne girmekte, böylece, insan hakları, yargıya güven, özgürlük, demokrasi ve kanun hakimiyeti, büyük çapta siyasi iktidarın takdirine terkedilmektedir.
HSYK’dan Adalet Bakanını ve Müsteşarını çıkarın diye yıllardır rapor yayımlayan AB, acaba bu değişikliği neden destekliyor? Birlikte hazırlamışlarsa, amaçları ne olabilir? Düşünmek gerekmez mi?
Sonuç
Öncelikle soralım, böyle bir anayasa değişikliğine niçin ihtiyaç duyulmuştur? Başbakan Erdoğan diyor ki; Bu değişikliği açılım için yapıyoruz. Bunun arkasından daha önemli değişiklikler gelecektir. Üst kimliğin vatandaşlık yapılması gibi.
Yani egemenliğin bir millete aidiyetini gösteren milli kimlik yerine, milletin bir unsuru olan coğrafyaya aidiyetini gösteren “Türkiye vatandaşlığı”nı koyacağız demek istiyor. Coğrafya üst kimlik olursa, bunun altına birden çok ulusu yerleştirebilirsiniz. Artık, bir millete ait olan bin yıllık egemenlik paylaşılabilir. Eski Yugoslavya, şimdiki Irak ve fiilen bölünmüş olan Belçika gibi.
Dünyamızda, bu birkaç istisnanın dışında bütün egemenlikler; bir millet-bir devlet- eşit vatandaş esasına göre inşa edilmiştir. Bunun için egemenlik paylaşılamaz.
Uluslararası bu gerçeğe rağmen eğer çok etnikli bir rejimin kurulması hedefleniyorsa, anayasanın değiştirilmesi mecburiyeti vardır. Yani bir millete göre kurulmuş olan devletin temellerinin değiştirilmesi gerekir. Bunun için yapılacak değişikliklerin de, Anayasa Mahkemesi’nden dönmemesi şarttır. Bu da Mahkeme üzerindeki gücünüze bağlıdır.
Başbakan’ın anayasa değişikliği, açılımla ilgili sözünden anladığımız budur. Açık konuşacak olursak bu referandum, “Darbe anayasası” ile değil, milli devletle, bir millete ait olan egemenlikle hesaplaşma referandumudur. Bu referandum, Büyük Orta Doğu Projesi’nin gereği olarak yapılmaktadır.
Eğer “Darbe anayasası” ile ilgili bir söz söylenecekse, o da “darbeyi aklama” olabilir. Zira hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, demokratik rejim, insan hakları ve özgürlükler açısından geriye gidiş vardır.