RAMBO Kandil'de!..
Ne Kara Murat, ne Polat Alemdar... Ne Tommix, ne Pokemonlar, ne de Ninja Kamlumbağalar hiç biri su dökemez eline. Sylvester Abi korksun, savulsun bre; Türkiye’nin Kandil muhabiri(!) rol çalmaya geliyor!..
PKK kampına girip oradan “haber” verebilmek her gazeteci için başarıdır. Ama PKK kampında ağırlanmak başarı değildir...
PKK’dan mesaj taşımak başarı değildir...
PKK ile Ankara, Washington, Brüksel vs. arasında kuryelik yapmak başarı değildir...
Bugüne kadar Bekaa’ya, Kandil’e, Mahmur’a giden, sözüm ona gazeteciler de, bence, PKK’nın “konumlandırılmak istendiği” zeminin ameleliğinden ötesine geçememiştir.
Türkiye gazetesinin iki gündür yaptığı anonslara bakıp, hele de her gün şehit vermenin acısı böyle dağlarken içimizi;
“Bu gazetecilik değil” demeye hazırlanıyordum...
Türkiye gazetesinin “muhafazakar-milliyetçi” olduğu iddiasındaki patronajına “değiştirin o gazetenin adını” yahut “kaldırın o Türk bayrağını oradan” demeye...
Bilmeden, Türkiye’yi Hollywood’da başarıyla temsil edebilecek bir yıldıza yağıp gürleyecekmişim meğer...
Yeni bir yıldız doğuyor
PKK’ya, Türk ordusunun 30 senedir koyamadığı postayı, tek başına, elini kolunu sallaya sallaya, hem de Kandil’in göbeğinde koyan Osman Sağırlı’ya dikkat!..
Şu girişe bakın:
“Görüşme olur ya da olmaz fark etmez düşüncesiyle 190 kilometre yolu tepip Kandil’in ilk kontrol noktasına
varıyorum...”
Çıkınını değneğine asmış Keloğlan mübarek; ya kısmet! Kandil’de yol geçen hanı zaten...
İşte Mavi Marmara’dan sonra, ikinci “piknik tüpü modeli” kahramanlık
girişimi.
Hık demiş Sylvester Stallone’nin burnundan düşmüş PKK’lı soruyor:
“N’oldu İskenderun’u sormaya mı geldin?”
Rambo Osman cevaplıyor:
“Hayır Heronlar iyi çalışıyor mu, onu kontrol etmeye geldim!”
Ah be Polat’ım, vur şimdi başını duvarlara!
Sadece sen mi, Bahadır Özgener de ders alsın, görsün nasıl katılırmış mizah unsuru senaryoya:
PKK’lılar, “Sen git onlar seni bulur” diyerek, Rambo Osman’ı, inanır mısınız bir başına salmışlar dağlara. Bir “yakana kırmızı karanfil tak” esprisi yok...
Postasını da koymuş
Rambo Osman’ın, hafiften Ramiz Dayı’ya yahut neydi Deliyürek’in “Kuşçu” su mu vardı; işte o ekole teslim olduğu sahne de çok etkileyici. Teröristleri dizinin dibine oturtup “İşte size bu yüzden terörist diyorlar” diye biten bir tiradı var ki
sormayın:
“Masum insanları öldürerek, silahın gücüyle nereye kadar gidebileceksiniz?
İşte bunun için size terörist deniliyor”
Ne Rambo’su..
Kesmaz...
Yeni bir Konfüçyüs bile olabilir Osman Sağırlı’dan!
Hele şu posta koyuşu ağzım açık okudum:
“Rehin mi alındık. Yeter artık . Ya sorduklarıma cevap verirsin ya da ben gidiyorum...”
Üzerine de, kendi deyişiyle “volümü yüksek” şu konuşma:
“Vay size aldanan o Kürtlerin haline. Burada hepiniz birer Robinson gibisiniz.” diye volümü yüksek bir konuşma yapıyorum. “
Ey Ahmet Altan, ey Yasemin Çongar, Mehmet Ali Birand, Amberin Zaman, Sayın Altaylı...
Hepiniz geçtiniz o yollardan...
Allah aşkına söyleyin hanginiz Osman Sağırlı gibi ”üç teröristi uyutup“ ormanda keşif gezisi yaptınız!
İster inanın ister inanmayın;
Ne Kara Murat...
Ne Ninja Kaplumbağalar...
Ne Pokemonlar...
Ne Malkoçoğlu...
Ne Polat Alemdar...
Hiçbiri eline su dökemez...
Bütün ezberlerinizi bozacak bir yıldız doğuyor; belli ki gözü yükseklerde...
Osman Sağırlı’yı artık ancak Rambo 5 olmak paklar, benden söylemesi! “Rambo Kandil’de” macerası yakışmaz mı, anlı şanlı psikolojik harp karargahı Hollwood’a?!
+++++
Erdoğan“Terör olayları niye arttı?”diye soruyor. Açılım sonucu teröristler “el üstünde” askerler “gözaltında” tutulduğu için...
* Gülhan Elmas
+++++
Soru: Son günlerin popüler hukukçusu Osman Can yaptığı çıkışlarla hangi konuma geldi?
Yanıt: İktidarın vuvuzelası konumuna...
* Haldun Ertem
+++++
Çuvaldızı batırırken etikti ama!
Yenişafak’ın halen bir çete davasında yargılanmakta olan patronu Ahmet Albayrak, şahitlik yapmak üzere, bir Yargıtay üyesi ve Adalet Bakanı Müsteşarıyla aynı nikah masasında yan yana gelince Mehmet Tezkan sormuştu: “Ergenekon’dan tutuksuz yargılanan bir sanık nikah şahitliği için herhangi bir HSYK üyesiyle yan yana gelseydi ne yazardınız?”
Dünkü Akşam’da Oray Eğin bu sorunun hedefini biraz daha daralttı:
“Fotoğraf karelerinden komplo üretmeye meraklı kolonya kokulu, bakalım bu birliktelik üzerine ne diyecek? Yoksa ’Merak etme patron, ben seni siyasi bağlarımla her türlü korurum’diye mi fısıldayacak...”
“Ne yazarlardı” sorusunun cevabını bulmak istiyorsanız en kestirme yol benzer bir durumda “ne yazmışlardı” ona bakmaktır.
Odatv de bunu yapmış.
Girmiş Yenişafak arşivine, çıkarmış
14 Ekim 2009 tarihli “Aktan ile Küçük
Yanyana” haberini....
Da da da daaaammmm...
Sabih Kanadoğlu, Ömer Faruk Eminağaoğlu, Yalçın Küçük, Sedat Demir ve Hasan Fehmi Demir’in, Yargıtay 8. Daire Üyesi Hamdi Yaver Aktan’ın oğlunun sünnet düğününe katılması eleştiriliyor. Hem de “etik olmadığı” gerekçesiyle...
Karşısındakine çuvaldız batırmak için bahane arayanların kendi derilerine iğne ucuyla bile dokunmaya yanaşmamaları çok mu etik peki?
+++++
Kendi işinin patronuymuş
Tayfun Talipoğlu, Bam Teli programı için TRT’den bölüm başına 25 bin TL, yani ayda 100 bin TL aldığının anlaşılması üzerine bir açıklama yaparak “rakamlar doğru, bilgiler eksik” demişti.
Faturanın “Üçgen Prodüksiyon” adına kesildiğini belirten
Talipoğlu kendisini şöyle
savunmuştu:
“Biz maaş alıyoruz. Bu para şirketin aldığı paradır, benim aldığım değil.”
Odatv araştırmış;
“Üçgen Prodüksiyon’un sahibi kim?”
Maaşlı eleman Talipoğlu
çıkmasın mı!
19 Eylül 2008 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi’nde yer alan bilgileri kaynak gösteren odatv’nin haberine göre, Üçgen Prodüksiyon, 8 Eylül 2008’de “hisse devri” toplantısı
yapar.
Erkan Demir’in 2 bin 900 TL’lik hissesini devretmesiyle, 6 bin TL’lik semayesi olan şirketin yüzde 99’una sahip olarak “patron” konumuna yükselmiş.
İnsanın kendi işinin patronu olması böyle birşey olmalı...
+++++
Bu tabu Altan’ı da yıkar
Ahmet Altan’ın dünkü köşesine, “Niye bizde halkın bazı isteklere sahip olması yasaktır?” sorusuyla başladığını görünce, “tamam” dedim “bomba geliyor”.
Geldi: “İnsanlar mutlu olmayacaklarsa, büyük topraklar ne işe yarar? (...) Bir insanın nasıl mutlu olacağına, o insandan başka kim karar verebilir, ”ben ayrılınca mutlu olacağım“ diyorsa ayrılmak için uğraşabilmeli.”
Altan’ın kurgusuna göre;
“Ben patronumu boğazlayınca mutlu olacağım, cinayet işlemek için uğraşabilirim...”
“Ben camımı kırmayı alışkanlık haline getiren çocukları, ‘eşek sudan gelinceye kadar’ derler ya, işte o derece dövünce mutlu olacağım, vahşileşmek için uğraşabilirim...”
“Ben trafik sorunu olmayan bir İstanbul’da mutlu olacağım, bir gece ansızın bütün arabaları ateşe verebilirim...”
Aklıma o kadar uç örnekler geliyor ki, akıl-mantık-vicdan noksanı birilerine ilham verir diye yazmıyorum.
Ya, her türlü haltı yapıp edip, “Allah izin ver-
meseydi olmazdı” demek kadar hastalıklı olan bu yaklaşım bumeranga dönüşürse Ahmet Altan?
Ya biri de çıkar “Ahmet Altan’sız bir medyada mutlu olacağım, tasfiyesi için uğraşabilirim” derse...
+++++
Yeter artık, şehit haberi almayalım
Herkese soruyorum: Sizin yüreğiniz acımıyor mu? Sizin vicdanınız sızlamıyor mu? Olanları sizin aklınız alıyor mu? Artık neredeyse saat başı Güneydoğu’dan ya da yurdun herhangi bir yerinden “şehit haberi almak” sıradan olay haline geldi.
“Keşif gezisine çıkan askeri time ateş açıldı, 2 şehit üç yaralı”,
“Teröristler askeri birliğe roket attı, 6 şehit”,
“Balkonda oturan subay eşi roketle öldürüldü”,
“Mayına basan 2 asker şehit, 5 yaralı”,
“Askeri karakola ateş açıldı, 3 asker şehit”
Bir ordu bu kadar şehit verir mi? Verse bile buna sebep olanlardan birini bile yakalamaz mı? Ya da yakalayamayan hesabını vermez mi? Bu nasıl istihbarattır, bu nasıl önlem almaktır? Nerede o mayınları döşeyenler, uzaktan patlatanlar?
Nerede o askerlerimizi keklik gibi
vuran keskin nişancılar?
Birini bile bulamıyor musunuz?
Güneydoğu’da “operasyonları önlemek ve canlı kalkan olmak amacıyla” dağlara gitmeye çalışanlar var. Ne oluyor o dağlarda? Allah aşkına durdurun bu saldırıları. Artık şehit haberi almak istemiyoruz.
* Can Ataklı / Vatan
+++++
Irak’takiler ‘ümmet’ değil mi!
Aralarında “ulusal” olanı da olmak üzere “bütünlük”ü reddetmeden cemaatçi olmak mümkün değildir. Toplumun bireyi içinde yaşadığı topluma karşı sorumluluk duyar. Bu sorumluluk karşılıklıdır. Oysa bir cemaatin mensubu sadece kendi cemaatine bağlıdır. Aralarında “ulusal” olanı da olmak üzere hiçbir “bütünlük”ü umursamaz.
Ulusal bütünlüğü reddeder ama kendi cemaatinin benzerleri ile yurtdışında ilişkiler kurar. Tarih ve sosyolojide buna “ümmet” ilişkisi denir. Ümmet ilişkisinin yarattığı ümmet bilinci, ulusal bilince tam anlamıyla karşıdır. Ulusal olan her şeye karşıdır. Ben, ulusal çıkarları savunduğum için, cemaatçiler tarafından “İsrail’in avukatı!” ilan ediliyorum.
Bunun böyle olduğunu son Mavi Marmara olayında gördük.
Mavi Marmara seferini tasarlayanlar, hazırlayanlar, yönlendirenler ve destekleyenler Türkiye Cumhuriyeti’nin ve ulusunun çıkarlarını, güvenliğini
akıllarına bile getirmediler.
Ümmet tutkularının peşinde ülkeyi savaşa sokmayı bile göze aldılar.
Ancak, Irak ve Afganistan Müslümanlarının bu ümmete dahil olmadığı da ortaya çıktı.
* Özdemir İnce/ Hürriyet
+++++
GÜNÜN SORUSU
Yasemin Çongar dünkü yazısını “terör örgütü propagandası yapmak”tan hapis cezasına çarptırılan İrfan Aktan’la yaptığı konuşmayla bitirmiş. Aktan’ın kendisine “On ay kadar hapis yatarım. Sen de bana sigara gönderirsin” dediğini yazmış... Çongar, suçlu bulunan bir gazeteciye gösterdiği hassasiyetin ne kadarını suçlu olup olmadıkları muallakta olan meslektaşlarına gösterdi? Anladık Aktan’a sigara gönderecek; Silivri’deki gazetecilere ne gönderdi bugüne kadar?
+++++
MİNİ YORUM
TRT muhabiri günah keçisi oldu
Ankara Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin, TSK’ya ait mühimmatı taşıyan bir kamyonu durdurarak arama yapması kadar TRT’nin haberi duyurma şekli de tartışılmıştı. Genelkurmay’ın suç duyurusu üzerine, ifadesine başvurulan TRT muhabiri Rahmi Şener’in yargılanmasına bugün başlanacak. İyi güzel de bu TRT’yi aklar mı? Yapılan hatalara “hızlı haberciliğin cilvesi” diyen İbrahim Şahin’e dur demesi gerekenler yok mu?