Rakamlar yalan söylemez...

İngiltere'de başbakanlık yapmış Benjamin Disraeli, (1804-1881) istatistiği şöyle değerlendiriyor; ''Üç çeşit yalan vardır; yalan, kuyruklu yalan ve istatistik.''

Bu söz aynı zamanda istatistiği ve rakamları dikkatli kullanmak gerektiğini de söylüyor. Gerçekte ise eğer insan eliyle değiştirilmemişse rakamlar yalan söylemez.

Bana sık sık şu soru soruluyor:

1994 yılı ve 2001 yılı krizlerinde hükümetler gitti... Rakamlara bakarsak bugün de ekonomide sorun olduğu görünüyor ve fakat bu sorun neden önceki krizlerle aynı oranda siyasete yansımıyor?

Meselenin iki ayağı var...

Birisi; 1994 ve 2001 yıllarında yaşanan krizler şok etkisi yaptı. Bugünkü ekonomik sorunlar daha geç hissediliyor... Ancak etkisi daha ağır olacaktır.

Bilinen örnektir... Kurbağayı soğuk su dolu kovaya koyarsın... Altını yavaş yavaş ısıtırsın... Kurbağa farkına varmaz. Sonunda ölür. Bugünkü uzun dönemli durgunluk, geçici krizlerde olduğu gibi, şok etkisi yapmadı ve fakat toplum olarak da hepimize daha yüksek maliyet çıkaracaktır.

İkincisi; toplumda inanç eksenli ve çıkar eksenli kamplaşma oluştu. İnsanlar sıkıntı çekse de bulunduğu kampı terk etmek istemiyorlar.

Hepimiz aynı gemideyiz... Kimse ekonominin kötüye gitmesini istemez... Ancak gerek Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yayınladığı Tüketici ve Reel sektör güven endekslerinden ve gerekse özel araştırma kurumlarının yapmış oldukları anketlerden halkın çoğunun ekonomik gidişattan memnun olmadıkları anlaşılıyor. Makro göstergeler de bu durumu doğruluyor.

1- 2012 yılından beri GSYH'da düşük büyüme yaşıyoruz. TÜİK bu yılın ikinci çeyreğinde, takvim ve mevsim etkilerinden arındırılmış büyüme oranını 1.3 olarak açıkladı. Nüfus artış hızı da yüzde 1.2 olduğuna göre, ikinci çeyrekte fert başına büyüme hızı sıfır oldu demektir.

Toplumsal refahı fert başına GSYH artışı belirler. Fert başına GSYH sıfır olursa, gelir artışı ve refah artışı yok demektir.

Düşük büyüme bu sene ve önümüzdeki sene de devam edecek. Türkiye bu büyüme oranı ile istihdam yaratamaz. İşsizlik artar. Gelir yaratamaz ve dış borçlarını ödemekte zorluk çeker.

Öte yandan, uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan, dolar cinsinden 2015 yılı GSYH tahmini 760 milyar dolara geriledi... Fert başına GSYH ise 10.000 doların altına düştü ve 9600 dolara geriledi. Dolar artışı devam ederse, Türkiye G-20'den çıkabilir. Türkiye açısından büyük bir prestij kaybı olur.

2- Reel faiz eksi olduğu için kimse parasını TL mevduatta tutmak istemiyor. Döviz kurları arttığı halde kimse döviz satmak istemiyor. Kur artışında Türkiye, Brezilya ile yarışıyor. Kur artışı enflasyona yansıyor. MB'de siyasi baskı altında TL faizlerini artırmıyor. Eylül ve müteakip aylarda enflasyonda artma bekleniyor. 2004 yılında TÜFE oranı yüzde 10 dolayında idi. Bugün de 11 yıl sonra yaklaşık bu düzeylere yakın gidiyor. Enflasyonun gelir dağılımında bozucu etkisi de devam ediyor.

3- Geçtiğimiz Haziran ayında mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranı ise yüzde 10.4 olarak açıklandı. TÜİK'in açıkladığı işsiz sayısı 2 milyon 880 bin kişidir ve ''iş bulsa çalışacak olanlar''ın sayısı da 2 milyon 416 bin kişidir. ''Fiili işsiz sayısı 5 milyon 296 bin''dir. ''Fiili işsizlik oranı da yüzde 16.30''dur.

Siyasi partiler para dağıtma yarışı içindedirler ve fakat hiçbir siyasi partinin elle tutulur bir istihdam programı ve işsizliği önleme projesi yoktur.

4- İhracatımız bu sene ikinci çeyrekte yüzde 5.1 oranında geriledi. Üçüncü çeyrekte de bu düşme devam ediyor. Bu şartlarda Türkiye'nin cari açığı devam edecek ve 2015 yılında cari açığın GSYH'ya oranı yüzde 6'yı geçecek demektir. Durgunluğa rağmen cari açığın artması, üretimin ithalata bağımlı olmasından ileri geliyor. Bu oranda bir cari açık ancak ve ancak yüksek faizli dış borçlanma ile sürdürülebilir. Dışarıya kaynak çıkışı artar. Fakirleşiriz.

Yazarın Diğer Yazıları