Program dış borçları yok sayıyor
1960’lı yıllarda ekonomik alanda tartışmaların odağında Türkiye’nin benimsediği “planlı kalkınma” vardı. Adalet Partisi sözcüleri, halkın “plana değil, pilava ihtiyacı var” diyerek planlama fikrine karşı çıkıyorlardı.
1963 yılında başlayan beş yıllık kalkınma planları ile ve yıllık programları ile Türkiye, on yıl kadar istikrarlı kalkınma sağlamıştı. 1980 sonrası da beş yıllık kalkınma planları ciddiye alındı. 2001 sonrası ise beş yıllık planlar yapıldı. Ancak bu planlar yalnızca lafta ve rafta kaldı.
AKP iktidarı, Devlet Planlama Teşkilatı’nı kaldırdı. Getirdiği Orta Vadeli Programlar (OVP)ise yalnızca tahmin ve önerileri içeren ve analiz ve sentez içermeyen bir programdır. Bu programlar bir yerde hükümet programının bir parçasıdır.
Bugüne kadar da bu programda öngörülen büyüme, cari açık ve enflasyon gibi makro hedefler tutmadı.
Makro planlama fikri, 50 yıl önce Adalet Partisi tarafından yanlış anlaşılmıştı. Bugün de AKP tarafından yanlış anlaşılıyor. AKP, Sosyalist olan ülkelerde uygulanmış olan planlı ekonomi ile piyasa ekonomisinde makro kalkınma planlarını birbirine karıştırıyor. Ya da bu konuda popülizm yapıyor. Piyasanın, ekonomide kaynak dağılımını sağlayamadığı, oligopol yapıları önleyemediği, tüketici mağduriyetini çözemediği tartışmasız ortadadır. Makro ekonomik planlama, her şeyden önce kıt kaynakların en verimli şekilde dağılması ve makro istikrarın sağlanması için en etkili araçtır.
Başbakan yardımcısının açıkladığı Orta Vadeli Makro Planın, IMF tahminleri doğrultusunda yapıldığı anlaşılıyor.
Uluslararası Para Fonu (IMF) geçen hafta açıkladığı 2013 Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nda, Türkiye’nin bu yılki büyüme beklentisini yüzde 3,4’ten yüzde 3,8’e çıkarmıştı. OVP’de da 2013 büyüme hedefi yüzde 3.6 olarak belirlendi. Ayrıca IMF’nin risk olarak ifade ettiği düşük tasarruf oranı (Toplam tasarruf / GSYH) programda yüzde 12.6 ve cari açık oranı da (cari açık / GSYH) yüzde 7.1 olarak tahmin edilmiştir.
Aslında Türkiye açısından tasarruf oranı, cari açık ve Türkiye’nin dış borçları birbirine bağlı ve birbirini tetikleyen üç kritik göstergedir. AKP iktidarının en büyük yanlışı, Türkiye’nin dış borçlarını görmezlikten gelmesidir.
İç tasarruf eksiği cari açığa yansır. Cari açıkta dış borçlarla finanse edilir. Bu dış borçları özel sektör veya devletin almış olması, riski değiştirmez. Çünkü dış borç alındığında içeriye mal veya hizmet şeklinde veya nakit şeklinde kaynak girişi olur. Bu dış borçlar için faiz ödendiğinde ve dış borçlar geri ödendiğinde ise kaynak çıkışı olur. Büyümeyi olumsuz etkiler. Kaldı ki özel sektör veya devlet, dış borçları dövizle ödeyecektir. Bu anlamda döviz girişi ve çıkışı döviz dengelerini etkileyecektir. Dış borçlar yeni dış borçlarla çevrilmezse, ekonomide döviz sıkıntısı olur.
Dahası var... Dış borçlar nedeniyle faiz çıkışı oluyor. Türkiye’nin varlıklarını, altyapılarını, bankalarını ve kârlı işletmelerini yabancı sermayeye satmış olması, ilk yıllar cari açığın finansmanına yardımcı olur... Oldu da... Ancak şimdi ve bundan sonra kâr çıkışları oluyor ve olacaktır. Faiz ve kâr çıkışı cari açığın düşmesini önlemektedir.
Ne var ki Orta Vadeli Programda bu üç ayak kurulmamış. Türkiye’nin dış borçları yok varsayılmıştır.