Popülizmin anavatanı Türkiye'dir.
Hükümetler vatandaşa kömür dağıtabilir. Gıda yardımı yapabilir. Bunlar yasada var. Hükümetler bu yardımları yine vatandaşın verdiği vergilerle yapıyor.
AKP iktidarına kadar gelen hükümetler de istemiş olsalardı bu yardımları yaparlardı. yapmadılar... Ancak AKP, bu yardımları cebinden yapıyormuş gibi, halka iane veriyormuş gibi istismar ediyor...
Ekonomik kriz için öneriler ve başbakan yardımcısının ifadesi de, “alışveriş çeki, hediye çeki” gibi ifadeler, aynı kapıya çıkıyor. Alışveriş çeki veya hediye çeki, devlet tarafından verilecek bir promosyonu ifade ediyor.
ABD’de, vatandaş incinmesin diye verilen devlet desteğinin adına “vergi iade çeki” denilmiş. Yani bu paranın vatandaşın kendi parası olduğunu ifade ediyor.
Kaldı ki, Türkiye’de bu destekler koordineli yapılmıyor... Cin fikirler, en fazla popülizm hedefine yönelik ortaya çıkıyor... Örneğin, doğuda kışın vatandaşa buzdolabı dağıtıyorsun... Zaten her taraf buzdolabı... Ayrıca ve daha önemlisi vatandaşın buzdolabına koyacak gıdası mı var?
Su olmayan köye çamaşır makinesi dağıtmak, hangi izana sığar?
Avrupa Birliği’nde devlet tarafından vatandaşlara yapılan destekler, GHSYH’nın yüzde 2.5’i kadardır. Bizde bu altıda biri kadardır... Yani yüzde 0.4’tür... Ancak orada kimse bu destekleri kullanmaz... Kimse seçim öncesi, fakir fukarayı istismar etmez.
Popülist politikalar halkı istismar etmektir. AKP bütçeden altyapı yatırımı yapmıyor... Gereği kadar eğitim ve sağlık yatırımı yapmıyor... Buna karşılık, popülizm yapmak için, özelleştirme gelirleri ve vergi gelirlerini kullanıyor. Popülizme karşı toplumsal tepkiler yetersiz kalıyor.
Bugüne kadar iktidara gelen bir çok parti, halkı istismar etti... Devleti kendi malı gibi kullandı.
Örneğin 1950-1960 arasında Demokrat Parti, siyasette pervasız davrandı. Ocak-bucak başkanları adeta siyasi terör yaratıyordu. İş İnönü’yü taşlamaya kadar gitti. En büyük sorun, DP’nin yasal olmayan kartları idi... Adam kayırma ve taraf tutma, iktisat politikalarının önüne geçmişti. Rahmetli Menderes bunu “her mahallede bir milyoner yaratacağız” sözüyle açıklıyordu.
1950 yılından sonra, Merkez Bankası’na Türk Lirası yatıran ithalat yapıyordu. Dövizi Merkez Bankası buluyordu... İthalat vurguncuları çıktı... Sistem iki yılda tıkandı. Türkiye döviz sıkıntısına girdi.
Demokrat Parti, yetinmedi Milli Korunma Kanunu’nu çıkardı... Ve piyasayı dinamitlemiş oldu.
1963-1980 arasında, Türkiye’de dışa kapalı, ithal ekonomisine dayalı politikalar uygulandı... Bu politikalar da kriz getirdi... 1972 krizi yaşandı... 1974 petrol krizinden etkilendik. Ve nihayet 1980’e doğru Türkiye elli sente muhtaç oldu.
Planlı dönemde büyüme ve krizler iç içeydi.. Ancak dikkat çeken bu dönemde kullandığı eksi faizle sanayicinin spekülatif bir şekilde zengin olmasıydı... Daha önemlisi devlet elinden zenginler yaratılmasıydı.
Bu dönemde, demir çelik ve kâğıt tahsisleri, çok zengin yarattı. Torpilliler hükümetten Seka’ya ait veya Karabük’e ait sübvansiyonlu fiyattan kâğıt ve demir tahsisleri alıyordu. Bu tahsisleri kapıda satıyor ve yüksek kârlar elde ediyorlardı.
Yatırım teşvikleri ve kredileri ise tam bir yolsuzluğa dönüşmüştü.
1980 sonrasında planlı dönemin aksine Türkiye dışa açık piyasa ekonomisine geçti... Bu dönemde de krizler durmadı. Bu yakın dönemi hepimiz yaşadık.
Krizler daha sıklaştı. Bu dönemde de ekonomide yolsuzluk ve vurgunlar bitmedi. Banka imtiyazları en çok bu dönemde verildi. 2001 yılında 50-60 milyar dolar tutan ve milletin sırtına yüklenen banka zararlarının altında rastgele dağıtılan bu imtiyazlar var. Yatırım ve kredi teşvikleri tam bir yolsuzluğa dönüştü... Yarım kalan yatırımlar arttı.
Sonuç şudur: Türkiye’de son 59 yıldır, birbirinden çok farklı politikalar uygulandı... Buna rağmen kriz potansiyeli bitmedi. Bunun tek nedeni, siyasi iktidarların, kamu malını ve halkı istismar etmeleridir. Bu tür bir yolsuzluğu kullanacak bir ortam bulmalarıdır. Bizim halk bu tür yolsuzluklara tepki vermiyor. Bakıyorsunuz fakir bir belediye başkanı veya başkan yardımcıları sonunda Karun kadar zengin ve politikada daha iddialı oluyor.