Plansız yüksek öğrenim israftır

Eğitimin, insana yatırım (Beşeri yatırım) olduğu 60 yıl kadar önce anlaşıldı. Bugün, eğitim ve sağlık hizmeti yarı kamusal mal olarak en önemli yatırım olarak kabul ediliyor. Ayrıca artık kalkınmanın da ön şartlarından birisi olduğu artık iyice anlaşıldı.
Eğitim ve özellikle uzmanlık veren yüksek öğrenimin toplumsal faydası, kişiye giden özel faydasından daha yüksek olduğu için, eğitim hizmeti bir yarı kamusal hizmettir.
Türkiye’de 1950 yılından önceki uygulamada, eğitimin tamamını devlet organize ediyordu... Yetenekli olanlar parasız yatılı okullarda okuyordu... Köye, köylüye dönük, “Köy Enstitüleri” vardı. Bu uygulamalar Demokrat Parti döneminde de bir süre devam etti... Ne zamanki eğitim kısmen özelleştirildi, eğitimde devlet boşluğu ortaya çıktı... O zaman okumak hevesinde ve yeteneğinde olanlar kötü niyetli ideolojik oluşumların kucağına düştü.
Özellikle yüksek öğrenim, içinde bulunduğu kaosta ve siyasi iktidarın bakış çizgisinde, kalkınmaya olumsuz etki yapmaya başladı.
Türkiye’de 2014 yılı itibariyle 181 üniversite vardır. Bunlardan 108’i devlet üniversitesi, 73’ü vakıf üniversitesidir. Açık öğretim dâhil 2014’te, yüksek öğrenimde öğrenci sayısı 5,5 milyona ulaşmıştır. Bunun iki milyonu açık öğretimdir.
1. Açık öğrenimde mezuniyet oranı düşüktür. Bir araştırmaya göre yüzde 7.5 ile yüzde 10 arasındadır. Böyle olunca açık öğretim israf demektir. Kaldı ki, üniversite yalnızca dersten geçmeyle sınırlı değildir. Örgün üniversitelerde öğrencinin sosyal anlayışı, araştırmalara katılması, derslerde tartışması da eğitimin bir parçasıdır.
2. Vakıf üniversitelerinin yararlı tarafları var... Örneğin yurt dışına daha az öğrenci gidiyor. Beyin göçü azalıyor. Üniversite önünde aşırı birikme az da olsa azalıyor. Ayrıca kâr amacı gütmeyen bazı vakıf üniversiteleri, kaliteli hizmet de veriyor.
Ne var ki yine bir kaçı hariç, mevcut vakıf üniversitelerinde kurumlaşma olmadı. Üniversite kurmak isteyenler önce bir vakıf kuruyor. Sonra üniversite kurmak için başvuru yapıyor.
Vakıf üniversiteleri kanunla kuruluyor. Kamu kurumu olarak tarif ediliyor. Ancak bugüne kadar çoğu, şirket görünümünden kurtulamadılar. Akademik birimleri de mütevelli heyet tespit ediyor. Rektör adayını mütevelli heyet belirliyor. Dekan, enstitü müdürü gibi tüm akademik birimlere, mütevelli heyet atama yapıyor.
Vakıf üniversitelerinde öğretim üyesi yetiştirilmiyor... Bu üniversiteler öğretim üyesi yetiştirme yerine hazır öğretim üyesi transfer etmeyi, öğretim görevlisi istihdam etmeyi ve dışarıdan ders verdirmeyi tercih ediyorlar.
3. Öte yandan, bugünkü mevcut haliyle yüksek öğrenim sistemi, toplumda kastlaşma yaratıyor. Devlet üniversite girişlerinde uzun süreden beri devam etmiş olan dershaneler ve vakıf üniversitelerinde üniversite, öğrenciden yüksek ücretler alıyor.
Paralı eğitim, eğitimde fırsat eşitliğini ortadan kaldırıyor. Eğitimden en yüksek faydayı sağlamak için, özellikle yüksek öğrenimde öğrenci en geniş tabandan seçilmeli ve en yetenekli olanlara eğitim hizmeti sağlanmalıdır. Yalnızca parası olanlar eğitim yaparsa toplumda kastlaşma olur. Yüksek öğrenimin sosyal faydası azalır.
4. Yüksek öğrenimde iş gücü planlaması yapılmıyor. Ucuz üniversiteler ve fakülteler daha çok açılıyor. Sonuçta birçok dalda mezun fazlası ortaya çıkıyor. Tıp gibi dallarda mezun eksiği oluyor. Gerçekte YÖK, ülkenin ihtiyacına göre bu fakülteleri planlamalı ve fakülte açılmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları