Parti devleti kalkınmayı engeller

Rejim değişikliğinin nereye kadar gideceği , referandum öncesinde belli olmaya başladı. En temel sorun devlet gücünün ortadan kalkması, yerini parti gücünün almasıdır.

Birçok vali, kaymakam ve AKP'li belediye başkanı, memur ve işçileri, okulları ve öğrencileri evet kampanyası toplantılarına katılmaya mecbur ediyorlar.

Evet kampanyası için devletin bütün imkanları kullanılıyor. Referandum nedeniyle popülist harcamalar arttı. Bütçe açıkları arttı. Bu nedenle son altı ay içinde hazine yaklaşık 29 milyar lira borç aldı. Hükümet kamu harcamalarının artması ve vergi tatillerini, ekonomi canlansın diye yaptığını söylüyor... Ancak son dört senedir ekonomide durgunluk var... Aynı hükümet bu referanduma kadar neden böyle bir uygulama yapmadı?

Aslında, devlet, "Belirli bir ülkede yaşayan ve bir üstün iktidara (otoriteye) tabi, sosyal ve tarihsel süreçte örgütlenmiş insan topluluğunun meydana getirdiği sürekli ve hukukun kendisine kişilik tanıdığı siyasal bir varlıktır." Bu anlamda siyasetin ve siyasi iktidarın üstünde topluma ait bir varlıktır.

Devlet malı da milletin ortak malıdır. Bu malları siyasi iktidarın parti malı gibi kullanmış olması siyasi risktir. Başkanlık rejimi gelirse, devlet halkın devleti olmaktan çıkıyor... Yerine parti devleti geliyor. Devlet malı aynı zamanda parti malı oluyor. Bürokrat kalkıyor, partili memur geliyor. Siyasi risk de kalkıyor.

Daha önemlisi, halkın tarafsız devleti olmadan, serbest piyasa ekonomisi de olmaz. Tek parti diktatörlüğünün olduğu Sovyetler Birliği'nde devlet, milletin değil, Komünist Parti'sinin malı idi. Bugün İran'da ekonominin yüzde 45'i dini vakıfların, yüzde 40'ı mollaların yönetiminde devletin ve sadece yüzde 15'i özel sektöründür. Başkanlığı destekleyen iş adamları bir daha düşünsünler.

Bir ülkede Devlet anlayışının kalkınmaya etkisi, toplum refahı açısından önemlidir. Sosyo-ekonomik sistemlerde devlete verilen yer ne olursa olsun, refah için önce Devletin demokrasi ile yönetilmesi önemlidir. Demokrasilerde parti devleti olmaz, parti devleti varsa demokrasi olmaz.

Piyasa ekonomisinde rekabetin sağlanması da demokrasi içinde mümkündür. Zira otokrasi varsa kamu ihaleleri, bankacılık gibi imtiyazlar, yatırım teşvikleri, özelleştirme uygulamaları ve hatta dış ticaret, otokrasi tarafından yönlendirilir. Böyle olmak zorunda, aksi halde otokrasi devam edemez. Çünkü diktatörler kendini besleyecek ve iktidarlarının devamını sağlayacak çıkar ilişkisini devam ettirmek zorundadır. Bu durum haksız rekabete yol açıyor ve piyasanın işlemesini engelliyor.

Türkiye yeni rejime geçerse, demokrasi ve yönetim tarzının ne olacağı ve bu anlamda bir sorun getirip getirmeyeceğini henüz net olarak bilmiyoruz. Ancak parti devleti uygulamasının aynı zamanda demokraside de bir tahribat getirme riski yüksektir.

Petrol imkanlarının olmasına rağmen, Saddam'ın diktasındaki Irak'ta ve Kaddafi diktasındaki Libya'da bu sorunlar aynen yaşanmıştır.

Yine otokrasi bir ülkede kalkınma projelerini de etkiliyor. Dikta rejimi uzun dönemli yatırımlar yerine, kısa dönemli kara yolları ve gösterişli bina gibi yatırımlara daha fazla önem veriyor. Çünkü diktatörlerin kısa sürede meyvesini verecek altyapı yatırımlarını tercih etmesi, halkın tepkisini bastırmak ve halk desteği almak telaşından ileri geliyor. Bunun içindir ki dikta rejimlerde planlama yoktur. Sovyetler Birliği bunun istisnası gibi görülebilir. Ancak Sovyetler dönemindeki merkezi planlama, piyasa ekonomisinde devletin rekabetin önünü açması, yatırımların planlanması ve koordinasyonu ile kaynakların en verimli en etkin alanlara yönlendirilmesini ön gören planlama farklıdır. Merkezi planlamada üretim ve tüketim kararlarını da piyasa değil, merkezi sistem alıyor.

Sonuç: Rejim değişikliği kişilerle bağlı değildir. Ancak yanlış insanların, elinde devletin tahribatı ve demokrasinin aksama riski yüksektir.

Yazarın Diğer Yazıları