Özhan Canaydın ile Süleyman Seba arasında duygulandıran diyalog
GÜREL YURTTAŞ / Yeniçağ
Zaman çabuk geçiyor. Takvim yaprakları eksildikçe bir bir insan birlikte yaşadıklarını daha çok anma ihtiyacı hissediyor.
Şöyle bir bakınca geriye; tanıdığım pek çok insanı kaybettiğimi görüyorum. Öbür taraftaki tanıdıklarım bu taraftakileri geçti sanırım. Bu benim de öbür tarafa doğru yoluma son sürat devam ettiğimi gösteriyor.
Özhan Canaydın da onlardan biriydi. 12 yıl olmuş sonsuzluğa geçeli. 12 tane 365 gün! Oysa daha dün gibi geliyor bana o heybetli duruşuyla sevdiklerine takılması!
Güzel insanların son temsilcilerindendi başkan. Küçüklerini seven, büyüklerine saygı duyan tam bir Cumhuriyet beyefendisiydi. Şıktı, centilmendi. Rakibi kazanınca centilmence alkışlardı. Hiç unutmam; Fenerbahçe''nin bir golünü alkışladı diye az yerden yere vurulmamıştı. Oysa doğru olan onun yaptığıydı, izinden gidilseydi eğer çoğu sıkıntısı, düşmanlığı çözebilirdik biz.
Bir dostlar sofrasında gördüm ve tanıdım ilk kez onu. Rahmetli Süleyman abi (Seba) ile başkanlığında ve sonrasında zaman zaman buluştuğumuz o meşhur dostlar sofrasında... Genellikle Valideçeşme''de, bir kaç masalı, küçük bir lokantada...
Yine o akşamlardan biriydi. Laf lafı açıyor, Süleyman abi masadaki herkese arada bir takılıyordu. Keyifliydi. Yalnız bir de huyu vardı; o konuşurken masada birinin telefonunun çalmasına sinir olurdu!
- Kim o kardeşim, ne arıyor? Telefonun niye çalıyor? Şeyi şey ediyorsunuz siz de, diye söylenir dururdu.
O akşam da... Tam o konuşurken Faik abinin (Gürses) telefonu çaldı. O da açtı. Açar açmaz da Süleyman abi sinirlendi;
- Kim o kardeşim? Ne istiyor bu saatte?
Faik abi;
- Özhan abi arıyor abi, Özhan Canaydın, karşılığını verdi.
- Allah Allah! Çağır gelsin kardeşim, davet et. Neredeymiş?
Faik abi telefonla kısa bir süre konuştuktan sonra;
- Şurada Maçka''daki evindeymiş abi geliyor, dedi.
Yarım saat sonra geldi. Gecikmesinin nedenini, "Yahu şurada Hint lokantası da varmış, yanlışlıkla oraya gitmişim" diye açıkladı.
Herkesle selamlaştıktan sonra Süleyman abiyle birbirlerine sarıldılar ve yanına oturdu.
Başkandı hala o sırada.
Süleyman abinin masasında bizleri görünce;
- Abi, dedi; basın burada. Konuşmalarımıza dikkat mi edeceğiz?
- Yok efendim, karşılığını verdi Süleyman abi her zamanki kibarlığı ile ve ekledi:
- Burası dostlar sofrası. Onlar burada gazeteci kimlikleriyle oturmuyorlar. Burada olan, burada kalır!
Unutamadığım gecelerden birini yaşadım ben. Saatlerce sürdü o gece dostlar sofrasında muhabbet.
Bir ara Özhan abi şoföründen arabasındaki çantasını istedi. Gelen çantadan da ipek bir kumaşa özenle sarılmış bir rozet çıkardı. Bu Beşiktaş''ın ilk rozetiymiş, yazıları Osmanlıcaydı. Bu rozetten iki tane varmış, bir tanesi meğer Özhan abinin Beşiktaşlı olan babasındaymış. Onu Süleyman abiye hediye etti.
Süleyman abi ne kadar almak istemese de "Bu çok değerli yahu. Kalsın sende" dese de vermeden gitmedi. Süleyman abi de o rozete sonsuzluğa göçene kadar gözü gibi baktı.
O gece... Ne sohbetler edildi, kahkahalar atıldı, düşündürücü konuşmalar yapıldı. Seslerinin tonları bile hala kulaklarımda.
Özhan abi öyle şeyler anlattı ki; elbette hepsi dostlar sofrasında kaldı. Hatta ayrılırken oradan dedi ki;
- Biz de başkanlığı bırakınca böyle dostlar sofrası kurabilecek miyiz?
- Tabi başkan, her zaman bekleriz; dedi Süleyman abi Özhan abiyi uğurlarken.
Ama olmadı...
Özhan abi başkanlığı bıraktıktan sonra hastalandı maalesef. Doktorlar derdine derman olamadı, şifa bulamadı. Bir süre sonra da ölümsüzlüğe göç etti maalesef.
O başkanlık yaptığı sürece centilmence uzattığı her elin sertçe geri çevrilmesine... Kendi kulübünün içinden ve taraftarları tarafından bile eleştirilmesine... Galatasaraylılığına bile dil uzatılmasının cüret edilmesine... O kadar üzülmüştü ki, belki de hastalığı bundan tetiklendi; kim bilir!
Şimdi bakıyorum da bugüne... Bugünkü dostluklara... Tanınmış başkanlara... Yetkili insanlara...
Bakamıyorum!
O günlerle bugünleri kıyaslayamıyorum.
Büyük usta Yaşar Kemal''in dediği gibi: "O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler."
Kim bilir; belki de buluşmuşlardır bulutların üzerinde bir yerde. Yine sohbet ederken atıp da kahkahaları, herhalde acıyarak bakıyorlardır oralardan bizlere; nelerle uğraşıyorlar, diye!
Saygı ve sevgiyle anıyorum ikisini de...
Ne yazık ki onlar gibileri bir daha da gelmedi! Görünen o ki gelmeyecekler de...
Biz de anılarıyla yaşayıp gideceğiz işte böyle; ah o günler o günler, diye diye...