Özelleştirme satmak değildir
Özelleştirme İdaresi’nin ihale ilanında, Gayrimenkul A.Ş.’ye ve Maliye Hazinesi’ne ait satılık gayrimenkul ilanları da var. Hazineye ait bir arsanın Özelleştirme İdaresi tarafından satılması ve benzer örnekler, özelleştirmenin bir ekonomik model olmasından çıkarılıp, bir satış ve gelir aracı olarak kullanıldığını gösteriyor. Gerçekte ise özelleştirme, devlette ve tüm ekonomide kaynakların en verimli şekilde kullanılması, üretkenliğin artması için kullanılması gereken bir politika aracı olmalıydı.
1) Türkiye, bazı yapısal sorunları olmakla birlikte genç ve eğitimli bir girişimci grubuna sahiptir. Bu nedenle Devlet, elinde bulunan ve sosyal faydası olmayan atıl ekonomik kaynakları bu genç girişimcilere açarak ekonomik kalkınmayı hızlandırabilir. Hatta Anadolu’da yeni girişimciler yaratmak için potansiyel ekonomik kaynakları harekete geçirebilir.
2) Özelleştirme sadece mevcut şirketlerin ve varlıkların özel sektöre devri değildir. Devletin, sosyal fayda ve dış fayda yaratmayan mallarda imtiyaz vererek, serbestleştirerek yeni ekonomik faaliyet alanları açması, hem kamu hizmet talebinin hızla karşılanmasını sağlayacak hem de atıl kaynakların harekete geçirilmesiyle istihdamı, gelir dağılımını, vergi gelirlerini olumlu etkileyecektir.
3) Özelleştirmede Halka Arz uygulamalarına öncelik vermelidir. Diğer taraftan döviz kazancı elde etmeyen kuruluşların özelleştirilmesinde, yabancı yatırımcıya satışlarda ileride yapılacak kâr transferlerinin ödemeler dengesi üzerinde yapacağı olumsuz etkiler şirket değerlendirmelerinde dikkate alınmalıdır. Aksi takdirde, büyük miktarlı kâr transferleri ödemeler dengesini olumsuz etkileyecektir.
4) Enerji üretim ve enerji dağıtım şirketlerini özelleştirmek, fiyat stratejisi açısından yanlıştır. Bu mal ve hizmetler, üretim ve dağıtımın tüm safhalarında girdi olduğu için, ekonomik açıdan ve özellikle planlama açısından stratejik öneme sahiptir. Bu nedenle bu tür mal ve hizmet üretimini prensip olarak devlet yapmalıdır. Mutlaka özelleştirmek gerekirse halka arz yöntemi kullanılmalı, hisselerin yüzde 49’u halka arz edilmelidir.
5) Kamu-Özel Ortaklığı yöntemi sağlık ve eğitimde, yeni tesislerin yapımında sıkça kullanılmalıdır. Kamu-Özel Ortaklığı yöntemine göre, özel girişimci tesisi yapacak ve devlete kiralayacaktır. Böylece ihtiyaç bulunan bölgelerde modern okul ve hastaneler kamu kesiminin uzun süren inşaat ve bürokrasi kıskacından kurtularak kısa sürede tamamlanacak ve halkın hizmetine sunulacaktır. Böylece kamu tesislerinin finansmanı, inşaatı ve diğer sabit kıymetleri özel sektör tarafından karşılanacak ve kamu tarafından uzun vadeli kira bedelleri ile geriye ödeneceği için kamunun finansman sıkıntısını da hafifletecektir.
Kamu-Özel Ortaklığı yanında yap-işlet, yap-işlet devret, gelir ortaklığı senedi türünden finansman modelleri de özellikle kamu alt yapısının hızla yapılmasında etkin olarak kullanılmalıdır.
6) Gıda piyasasını düzenleyici ve bu piyasalarda spekülasyonu önleyici, tüketici ve üretici arasına girerek, fahiş aracı kârlarını önleyici nitelikte işletmelerin özelleştirilmesinden vaz geçilmeli ve Et ve Balık Kurumu, Tarım Üretim Çiftlikleri gibi işletmelerin devlet elinde daha etkin çalışması sağlanmalıdır.
7) Özelleştirme uygulamalarından elde edilen gelirlerin kullanımı büyük önem taşımaktadır. Özelleştirme gelirleri kesinlikle genel bütçeye aktarılmamalıdır. Özelleştirme fonunda biriken paralar kalkınmada öncelikli yörelerdeki eksik altyapıya, eğitim ve sağlık hizmetlerine ve özelleştirildikten sonra kapatılan 49 şirketin tekrar açılması amacına yöneltilmelidir. Eğer özelleştirme gelirleri istihdama katkı yapacak kamu alt yapısına, eğitim ve sağlık yatırımlarına yöneltilerek bu alanda kullanılmadığı takdirde kamu net varlığı azalacağı için özelleştirme uygulamalarının ülke kalkınmasına olumsuz etkisi olacaktır.
Özelleştirme nedeniyle işsiz kalanların sorununun, özelleştirme gelirleriyle yeni istihdam alanları yaratılarak çözülmesi, ekonomik aklın bir gereğidir.