Oval Ofis'teki tarihi zirvenin perde arkasında ne oldu?
BOP Başkanı George W. Bush ile BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan arasındaki beklenen tarihi ‘büyük buluşma’ nihayet gerçekleşti.
Oval Ofis’in kapısında Erdoğan’ı görür görmez, yüzünde güller açan Bush, etrafındakilere seslendi:
- “Hey, bakın kim burada?”
Sonra, samimi bir şekilde Erdoğan’ın elini sıktı:
- “Hello Mr. Erdoğan, Çok iyi görünüyorsun.”
Erdoğan, dostunun gözlerine bakarak gülümsedi:
- “Sen de çok dinç görünüyorsunuz, Sir.”
“Umarım” diye bir kahkaha attıktan sonra Genelkurmay 2’nci Başkanı Orgeneral Ergin Saygun’un omzuna vuran Bush, adeta bir tilki kurnazlığıyla, terör örgütünün 12 askeri şehit edip, 16 askeri yaralayıp, 8 askeri de rehin aldığı Dağlıca baskınını hatırlatırcasına, şu espriyi patlattı:
- “Çok kuvvetli bir ordunuz var.” (!)
Görüşmenin basına yansıyan kısmı böyle.
Peki ya sonrası?
* * *
Bush’un bacak bacak üzerine attığını gören Tayyip Erdoğan, misli ile olmasa da aynen karşılık verdi:
- “Hello Mr. Bush. Ne var ne yok?”
- “Very nice, thanks. And you?”
- “Good nice. Çok pozitif duygular içerisindeyim.”
- “Aileniz nasıl, Dünya Bankası’ndaki oğlunuz Bilal nasıl, geçimini sağlayabiliyor mu?”
Laf dönüp dolaşmaya başlayınca Erdoğan, derin bir nefes alıp direkt asıl konuya girdi:
- “Gelelim şu PKK meselesine Mr. Bush.”
- “Herkesin şunu iyi bilmesini istiyorum. PKK Türkiye ve Amerika’nın ortak düşmanıdır. Konuyu Mr. Talabani ile konuştum, Barzani’ye de anlattım. Sizin için bir güzellik yapacaklar.”
- “Ama bir önceki görüşmemizde de aynı şeyi söylemiştiniz Sayın Bush. Sonrasında hiçbir şey olmadı. Hatta Barzani, tehditler savurmaya başladı.”
Suratı gerilen Bush, birdenbire lafı değiştirdi:
- “Sayın Başkan, oğlunuz Bilal nasıldı?”
* * *
Başını ellerinin arasına alıp, bir iki saniye düşündükten sonra Bush’un gözleri parladı:
- “Sanırım soruna bir çözüm buldum.”
Erdoğan, heyecanla atıldı:
- “Ne yapmayı planlıyorsunuz?”
- “En iyisi bir Terörle Mücadele Koordinatörlüğü oluşturalım. Bu müesseseye Irak’ı da dahil edelim.”
- “Ama biz bu müesseseyi daha önce de oluşturmuştuk Sayın Bush. İşlemediğini siz de gördünüz. Bıktık bu mekanizmalardan.”
- “Ya öyle mi, unutmuştum. Emekli subaylar yüzünden işlemedi sanırım. Yeni bir şey yapmalı.”
- “Nasıl yani?”
- “En iyisi istihbarat paylaşımı yapacak yeni bir üçlü askeri mekanizma kuralım. Başına da üç orgeneral getirelim. Ne dersiniz?”
- “İyi bir fikir ama...”
- “Sayın Başkan, oğlunuz Bilal nasıldı?”
* * *
Erdoğan, bütün cesaretini toparlayıp, bir kez daha asıl meseleye dönmeyi denedi:
- “Kamuoyunda hükümetimize büyük tepki var. Halk galeyan halinde. Bir şeyler yapmamızı bekliyor. Sınırda konuşlanan ordu tetikte. Aksi takdirde...”
- “Şu deliğe süpürülme meselesi değil mi?”
- “Aynen öyle. İktidarın devamı için cebimizdeki tezkereyi kullanmamıza izin vermelisiniz.”
- “Size bir operasyon için yeşil ışık yakabiliriz, ama sınırlı. PKK’nın tamamen bitirilmesi oldukça zor.”
- “Neden?”
- “Bunu size anlatamam.”
- “E o zaman?”
- “Verdiğimiz istihbarat doğrultusunda birkaç noktayı bombalarsınız. Gerekirse örgüt içerisinde yıpranmış bir iki ismi de paketleyip size teslim ederiz. Böylece içerideki baskıdan kurtulursunuz.”
- “Çok güzel, peki ne zaman?”
- “Sayın Başkan, oğlunuz Bilal nasıldı?”
* * *
Erdoğan’ın iyice gevşediğini gören Bush, bu kez kendisi söze girdi:
- “Kazan-kazan politikası gereği bizim de sizden birkaç talebimiz olacak. Geri çevirmezsiniz umarım.”
- “Ne gibi istekler bunlar?”
Bush, ortaya kocaman bir Ortadoğu haritası açtı. Önce, Türkiye’nin yanıbaşında çember içerisine alınmış olan bir bölgeyi işaret etti:
- “Bak Mr. Erdoğan bak, burası İran.”
Sonra, Irak’ın kuzeyinde bir noktayı gösterdi:
- “Burası da Güney Kürdistan.”
Tercümanlar aradan çekildiği için, bundan sonra artık ne konuştukları meçhul.
Ancak Tayyip Erdoğan, Oval Ofis’ten çıktığında bir at tüccarı kadar rahatlamıştı:
- “Hamdolsun, istediğimizi aldık.”
Tabii arka fondaki kahkaha sesleri duyulmadı bile.
- “Sayın Başkan, oğlunuz Bilal nasıldı?”