Otokrasi kalkınmayı engeller...

Küreselleşme sürecinin özellikle gelişmekte olan ülkelere getirdiği bir takım ekonomik maliyetler var. Uzun dönemli ülke çıkarları üstüne hesap yapmayıp, kısa dönemli para bolluğundan refah çıkaran ülkeler, dış ekonomik ilişkilerde sömürü hedefi oldular. Dünyada zengin fakir devlet farkı arttı, aynı ülke içinde gelir dağılımı bozuldu.
Buna karşılık küreselleşme sürecinde ekonomik büyüme ve sosyal refah üstünde demokrasinin etkisi arttı. Demokrasinin gelişmediği ülkeler, dünyaya intibak etmekte zorlanmaya başladı. Zira küreselleşmenin gelişmesi ile ekonomik kararlar kapalı bir ekonomi içinde değil, global dünya ekonomisi bağlamında alınmaya başlandı.
Bu nedenle, demokrasi iktisadi kalkınmanın olmazsa olmazı haline geldi.
Bu yaklaşıma ilk itiraz Çin nedeniyle gelebilir. Zira Çin’de mülkiyet sınırlıdır ve demokrasi yoktur. İktidara ülkenin tek siyasi partisi olan Komünist Parti hâkimdir. Buna rağmen Çin ekonomisi dünyanın en fazla büyüyen ekonomisidir. Bu noktada ortada iki önemli sorun mevcuttur;
1- Çin’de parti yöneticileri zengindir. Refah içinde yaşarlar. Yurt dışında gayrimenkul alırlar. Çin’de yatırım yapan yabancı şirketlerden pay alırlar. Çin’in yurt dışında yaptığı etkinlikler, Çin halkına birkaç misli daha pahalıya mal oluyor.
Yani Çin’de yöneticileri zengin ve fakat halk fakirdir. Söz gelimi aylık asgari ücret düşüktür. En fazla 150 dolar olduğu ifade ediliyor.
2- Çin’in büyümesi de aldatıcıdır. Çin büyüyor, GSYH’sı artıyor ve fakat bu büyüme topluma yansımıyor... Dönüyor ABD toplumuna yansıyor.
Söz gelimi, Çin dış ekonomik ilişkilerde cari fazla veriyor. Bu fazla, Çin Merkez Bankası döviz stokunun artmasına yol açıyor. O kadar ki Çin’in döviz stoku şimdilerde 4 trilyon dolara ulaşmıştır. Çin Merkez Bankası bu stoku ABD devlet tahvillerine yatırıyor. Çin’in ABD devlet tahvillerine yaptığı yatırımdan elde ettiği ortalama getirinin en fazla yüzde 2 olmasına karşılık, Çin’deki ABD firmalarının doğrudan yatırımlarından elde ettikleri ortalama getiri, yüzde 33’tür.
Çin de büyüme var. Ancak iktisadi kalkınma, yalnızca büyüme demek değil, aynı zamanda gelir dağılımının düzelmesi ve refahın tüm topluma yayılmasıdır.
Demokrasinin ne durumda olduğunu siyasi süreç gösterir. Siyasi süreci seçmenin mi, yoksa siyasetçinin mi belirlediği önemlidir. Başka bir ifade ile önemli olan, “seçmen mi siyasetçiyi kontrol ediyor, yoksa siyasetçi mi seçmeni kontrol ediyor’’ sorusudur. Eğer seçmeni siyasetçi kontrol ediyorsa, adı demokrasi değil, demokrasi oyunudur. Bu oyun diktadan daha tehlikeli bir oyundur.
Siyasetçi seçmeni nasıl kontrol eder...
Ön seçim olmayan sistemlerde, halkın özgür iradesi ile siyasi tercihlerini yansıtması da mümkün olmaz. Siyasetçi, dini motifleri kullanarak, bir kısım seçmene geçici çıkar sağlayarak, iç ve dış tehditler yaratarak halkı korkutarak, halkın siyasi tercihlerini belirler. Hedef devleti yönetmek yanında devletin kontrolünü ele geçirmektir.
Otokratik yönetimlerde devletin kontrolü siyasetçiye mali güç sağlar.
Mali güç, siyasi güç sağlar. Yarı özgür demokrasilerde siyasi gücü artan parti, toplumu daha kolay kontrol eder.
Bu tırmanma dönüşü olmayan bir yoldur ve devam etmek zorundadır. Aksi halde hesap vermenin maliyeti yüksek olur. Bunun için de yeni yasaklar ve yeni düzen gelir. Özellikle medya ve ulaşım teknolojileri kontrol altında tutulur. Ancak bu işin sonu yoktur. Sürdürülemez.
Sonuçta, otokrasilerde kamu kaynaklarının ve özelleştirmenin siyasi amaçlı kullanılması, kamu ihalelerinin yandaşlara verilmesi, bazı firmaların kollanması, piyasada oligopol yapılar ve haksız rekabetin oluşmasına neden olur. Ekonomide verimlilik düşer. Gelir dağılımı bozulur. Kalkınma engellenir.

Yazarın Diğer Yazıları