Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Murat Sururi ÖZBÜLBÜL
Murat Sururi ÖZBÜLBÜL

Osmanlı’nın hilafet iddiası doğru mu?

Ne yazıktır ki yeni yılın ilk günü İstanbul'da Galata Köprüsü'nde düzenlenen “Şehitlerimize Rahmet, Filistin'e Destek, İsrail'e Lanet” yürüyüşü sırasında bir takım haddini bilmez, yasa kanun tanımaz “hilafet isteriz” sloganları ile şeriat bayrağı açıp açıkça Cumhuriyete ve Anayasal düzenimize meydan okumaya cesaret etmiş bulunmaktadır.

İktidar ise anayasal düzene ve cumhuriyete açıkça meydan okuma anlamına gelen bu tip hareketlere sessiz kalmakta, kulağını kapatıp gözünü yummaktadır.

İktidarın sessiz kalmasını anlamak mümkün, çünkü onlar zaten en temelde anayasal düzene ve cumhuriyete karşı İslamcı bir çekirdekten beslenmekte, güçlerini oradan almaktadırlar ve lakin başta MHP olmak üzere Türk Milliyetçileri neden suskun, ses çıkarmıyorlar? İşte bu anlaşılamaz bir şeydir...

Aslında bir Türk Milliyetçisi için hilafetin savunulacak mesele ya da dava olması hiçbir şekilde mümkün değildir!

Unutmamak gerekir ki Milliyetçi ideoloji egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu bir sistemi savunmaktır. Milletin egemenliğine kayıt ve şart koşan, ortak olmaya kalkan bir hilafet sistemi ve makamı ile milliyetçi ideolojiyi savunanların barışık olması mantıken mümkün değildir.

Oysa günümüzde kendini milliyetçi olarak tanımlayan oldukça önemli bir kesim aynı zamanda hilafeti ve dahası Osmanlı Monarşisini de savunmaktadır. Daha da tuhafı Kendini milliyetçi olarak tanımlayan bu kesim anlaşılmaz bir şekilde saltanatı ve hilafeti kaldırdığı için Cumhuriyeti kuran ve Türk milliyetçiliğini devlet ideolojisi haline getiren Mustafa Kemal Atatürk’e de düşmanlık beslemekte, açıkça kin gütmektedirler.

Bu noktada kafa karışıklığını giderebilmek için öncelikle Osmanlının hilafet iddiasının gerçek olup olmadığını, Müslüman dünyada bu iddianın itibar görüp görmediğini ve hilafeti kimin, nasıl kaldırdığını sorgulamanın vakti gelmiştir diye düşünüyorum.

Genel geçer bilgi Yavuz Sultan Selim’in başka bir Türk devleti olan Memlûkler’i (Kölemenler) yenerek hilafeti aldığı yönündedir. Yavuz’un Memlûk’leri yendiği bilgisi doğru ve lakin Memlûkler hilafet makamını üzerlerine almamışlardı ki Osmanlı hilafeti onlardan alabilsin. Memlûkler sadece Hülagü Han’ın elinden kaçan Abbasi Halifesini himayelerine almış ve halifenin koruyucuları olmuşlardı.

Memlûkleri 1517’de ki Ridaniye seferinde yenen Yavuz Sultan Selim Kahire’ye girip Mısır tahtına oturmuş, Memlûk sultanının varisi olduğunu göstermiş fakat halifelikle ilgili herhangi bir tasarruf ya da iddiada bulunmamıştır. Çünkü Osmanlılar da hilafetin genel geçer şartlarından birisinin Kureyş kabilesinden olmak olduğunu biliyorlardı. Osmanlılar için Haremeyn’in koruyucusu, hizmetkârı olmak halife olmaktan daha önemli ve geçerli olabilecek bir iddiaydı.

Diğer yandan Yavuz Sultan Selim’in asıl amacı halife olmak değil; İstanbul’u Şam, Bağdat Kurtuba ve Kahire’den sonra yeni bir hilafet merkezi yapmaktı. Bunun için de Abbasi Halifesi 3. Mütevekkil Alellahı Payitahta getirmiş ve himayesine almıştı.

Bilindik Osmanlı tarihine göre, halife İstanbul'a getirildikten sonra halife unvanını ve Kutsal Emanetleri (Muhammed'in kılıcı ve hırkası) resmen Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim'e huzurunda teslim etmiştir. Tarihçi Bernard Lewis'e göre ise bu mit 1780'lere kadar Osmanlı literatüründe yer almazken bu mitin 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'nda ileri sürülen imparatorluk dışındaki Müslümanlar üzerinde halifelik yetkisi iddialarını desteklemek için ortaya atılmıştır

Ayrıca hilafetin İstanbul’da bir törenle Yavuz Sultan Selim’e devredildiği yolundaki bilgilere dönemin kaynaklarından hiç birinde rastlanmamaktadır! O dönemde bizzat Yavuz Sultan Selim adına yazılmış olan Selimname adlı kaynakta da böyle bir devir teslimin yapıldığı falan belirtilmemiştir.

Anlaşılacağı üzere Yavuz Sultan Selim, son Mısır Abbasi halifesi Al-Mutavekkil’den halifeliği devralmadığı gibi, adı bazı yolsuzluk dedikodularına karıştığı bahanesiyle halifeyi Yedikule zindanlarına hapsetmişti.

Babasından sonra tahta çıkan Kanuni Sultan Süleyman ise halifenin Mısır’a dönmesine izin vermiş, fakat Mısır’a giden halife rahat durmamıştı. 1524’de Mısır’da isyan eden Ahmed Paşa kendisini Mısır’a sultan, Al-Mutavekkil’i de halife ilan etmişti. İsyan kısa bir süre sonra bastırılmış, Ahmed Paşa öldürülmüştü. Halifenin akıbeti ise meçhuldür, son Abbasi Halifesinin Osmanlılar tarafından öldürüldüğünü, bir faili meçhule kurban gittiğini iddia etmek ise esasen yanlış olmayacaktır.

Yani Osmanlı’nın hilafet iddiası son derecede tartışmalıdır, tartışmasız olan tek husus ise meşru Abbasi hilafetine Osmanlı’nın son verdiğidir…

Diğer yandan sadece Padişahların Şeyhülislam fetvasına ihtiyaç duymaları dahi halifelik iddiasını çürütücü mahiyettedir çünkü dinin en yüksek makamında oturan bir halifenin Şeyhülislam fetvası ile hareket etmesini beklemek son derecede mantıksızdır.

İşin açığı 18. yüzyılda siyaseten zayıflayan devlet, gücünü halifelik makamının verdiği egemenlik alanı ile desteklemeye çalışmıştır. 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım’ı kaybeden Osmanlı, anlaşma maddelerinden birisine Kırım hanlarının İslam halifesi olan Osmanlı padişahına bağlılığı ile ilgili bir ibareyi ekletti. Bu bir Osmanlı sultanının resmi olarak halifelik unvanını kullandığı ilk uluslararası belgedir.

Cihan harbi yıllarında ise hilafet makamı imparatorluğun kurtuluşundaki son çare olarak İttihat ve Terakkî iktidarı tarafından yeniden ihya edilmeye çalışıldı.

23 Kasım 1914’de Sultan Mehmed Reşad tüm Müslümanların halifesi sıfatı ile kutsal cihâd ilan etti. Fakat cihâd ilanı kendisinden beklenilen etkiyi gösteremedi. Osmanlı ordusu İngiltere ve Fransa saflarında yer alan binlerce Hintli ve Cezayirli Müslüman asker ile savaş boyunca mücadele etmek zorunda kaldı. Şerif Hüseyin’in 1916’daki isyanı ile birlikte hilafetin Araplar arasında da bir etkisinin olmadığı da ortaya çıktı.

Bu konu oldukça geniştir lakin hilafetin kaldırılmasını konuşuyorsak önce ortada Müslümanlarca genel kabul görmüş bir hilafet makamı var mıydı onu ortaya koymak gerekirdi ve buraya kadar yazdıklarımdan da Osmanlı’nın hilafet iddiasının hem ciddi bir hukuki temeli olmadığı ve hem de Müslüman dünyada ciddi bir kabul görmediği açıkça görülmektedir.

Gelelim Hilafetin kaldırılmasına: TBMM çıkardığı kanunlar ile saltanat ve hilafeti kaldırdı, daha da doğru bir söylemle TBMM egemen olduğu coğrafya da saltanat ve hilafetin egemenliğini kaldırdı demek gerekir.

Saltanat neyse çünkü saltanat sahibi olabilmek için bir toprağa sahip olmak gerekir, lakin hilafet bir kabul meselesidir ve toprak egemenliğine bağlı değildir! Hatırlatayım Memlûk himayesine sığınan Abbasi halifesinin hükmettiği hiçbir toprak yoktu.

Bu yüzden Müslümanlar Vahdettin’i ya da Osmanlı hanedanının herhangi bir ferdini ya da başka birini halife olarak kabul ettikleri müddetçe hilafet kurumu yaşardı, kabul ettiler mi? Etmediler…

Bu yüzden esas olarak, itibar etmeyerek hilafet kurumunu ortadan kaldıran Müslümanlardır demek de yanlış olmayacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları