Organize "işler" bunlar

’Göreceksiniz daha ne işler olacak’ diyen Atalay’ın, görmek istemeyeceğimizden korktuğu için açıkça söylemeyediği ‘o işler’, David L. Phillips’in raporunun henüz hayata geçmemiş maddeleri

“Göreceksiniz daha ne işler olacak” diyor İçişleri Bakanı... O, ne göreceğimizi söylemiyor ama, Allah’tan ABD’liler var... Onlar, bizim “neler göreceğimizi” aylar öncesinden rapor haline getirdiler...
Atlantik Konseyi isimli bir kuruluş, Türkiye’nin “Kürt açılımı”nda izleyeceği “yol haritası”nı bu yılın haziran ayında açıkladı...
Bakın ABD’liler ne istemiş, biz ne yapmışız, önümüzde yapmamız gereken neler kalmış:
* Atlantik Konseyi’nin bu raporunu kaleme alan David L. Phillips, “Öcalan’la konuşmayı reddedebilirsiniz ... Fakat DTP’yi muhatap alın” dedi...
Bunun üzerine daha birkaç ay öncesine kadar DTP’lilerle bir araya gelmeyi reddeden iktidar temsilcileri, bu partiyi resmî muhatap olarak kabul etti.
* Phillips, Erdoğan’ın DTP’lilerle görüşmesini istedi...
“En büyük devlet büyüğü”, DTP’lilerle görüştü.
* Yıllardır Türkiye Cumhuriyeti’ne kafa tutan Barzani’yle ilişkileri geliştirmemiz gerektiğini buyurdu...
Anında geliştirdik!
* “PKK’lıların dönüşünü sağlayın” dedi...
Terör örgütünün üyeleri, hem de pişman olduklarını bile söylemeden kahraman edasıyla ülkeye giriş yapmaya başladı.
* “Yargıyı ıslah edin... Yargının katı tutumunu değiştirmeyi sağlayın” diye fetva verdi...
Bu da oldu. PKK’lılar için tarihimizde ilk kez “seyyar mahkeme” kuruldu, yargı mensupları teröristleri tutuklamadan yurda buyur edebilmek için büyük çaba sarf etti!
Bugüne kadar “gördüklerimize” dayanarak, bundan sonra “göreceklerimizi” tahmin etmek için “strateji uzmanı” olmaya gerek yok...
David L. Phillips’in yazdığı rapora bakmak yeterli:
* “Terör örgütüne üye olmak suçundan cezaevinde yatan tutuklu ve hükümlüleri serbest bırakın” diyor Phillips...
Göreceksiniz; bırakacağız!
* Ülkeye dönen ya da cezaevlerinden serbest bırakılan PKK’lılara seçme ve seçilme hakkı başta olmak üzere, tüm haklarının iade edilmesini istiyor...
Göreceksiniz; edeceğiz!
* “Özerk Kürt Bölgesi” kurulması için yasaları ve Anayasa’yı değiştirmemizi, ama bölünme havası vermemek için, bunu “adem-i merkeziyet” görünümü altında hayata geçirmemizi şart koşuyor...
Göreceksiniz; geçireceğiz!
* Türklüğü ‘vatandaşlık’ olarak tanımlayan Anayasa’nın 7. maddesini değiştirmemiz gerektiğini söylüyor.
Göreceksiniz; değiştireceğiz.
* Türk Ceza Yasası’nın 216’ncı maddesinde değişiklik yapılarak “etnik amaçlı tahrik”in suç olmaktan çıkarılmasını... 217’nci maddenin değiştirilerek halkı kanunlara uymamaya tahrik edenlere verilen cezaların düşürülmesini... 220’nci maddede düzenlenen “silahlı terör örgütü” üyelerine verilen cezaların hafifletilmesini emrediyor.
Göreceksiniz; hafifleteceğiz.
“Göreceksiniz daha ne işler olacak” diyor İçişleri Bakanı... Alıyor önüne David L. Phillips’in yazdığı raporu; hayata geçen taleplerin yanına “oldu” işareti atıyor... Bunun da adı “Kürt açılımı”, “Demokratik açılım” ya da “Milli Birlik Projesi” oluyor...
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

Özkök’e vasi tayin edilsin
Ertuğrul Özkök, siyasi parti liderlerinin milletvekillerine gibi yaparak ‘aslında’ halka konuştukları gerekçesiyle TBMM’deki grup toplantılarının canlı yayınlanmamasını istedi(!)
“Beş altı haber televizyonunun konuşmaları canlı yayınlamasının, bütün ülkeyi 70 milyonluk bir seçim meydanına çevirmesi”nden rahatsız olmuş. “Hançerelerin gerilmesi, ifadelerin keskinleşmesi, ses tonunun yükselmesi, agresif ve suçlayıcı üslubun yarattığı elektriğin bütün ülkeye yayılması” rahatını bozuyormuş.
Allah akıl fikir versin!
Her gün yazıp çiziyoruz; tekrara gerek yok. İlk önce elbette şehitlerimizin ve sonra bütün Türk Milleti’nin -hem sözcük anlamı hem de bütün mecazları ile- “anası ağlarken”, Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni “sükunet” arzu ediyor...
Sen buna “Hala konuşabilen bir kaç muhalif sesi de kısın, çevirdiğiniz dolaplar ortaya çıkmasın, ‘aslında ne olup bittiği’ anlaşılmasın, aman milletin gözü açılmasın, kimsecikler uyanmasın” desene! Bir gazetecinin egemen güçlerden resmen “susturucu” olmaları talebinde bulunması ilk kez oluyor. Yandaş medya bile bunu böyle açık seçik yazıya dökememişti.
Bir gün ‘gündemden kaçacağım’, bir gün ‘patronumun paratoneri olacağım’, hemen ertesinde ‘beni sev patronumu sevmesen de olur’, sonra yine ‘suya sabuna dokunmam’... derken epeydir dikkatinizi çekmeye çalışıyorduk; balatalar sıyrılmaya başladı diye. Açılım sürecinde yalnızca hararet yaptı sanıyorduk ama kalan son dişliyi de kırdı demek ki...
Yasalarımıza göre “Küçüklük, akıl zayıflığı, savurganlık, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim...” gibi birçok halde kişilere vasi tayin edilebilir.
Madem Özkök yandan yandan, çaktırmadan “açılıma yandaş” olayım rüzgarına kapılmaya başladı, bari bunu eline yüzüne bulaştırmadan yapan birine, mesela tuvalet yoluna atılmış bir bayrağın şerefine sahip çıkamadığını maskelemeye çalışanların bile ağzından çıkan sözü, “abuk-sabuk” demeden, kendi sözü gibi yazan Fehmi Koru’ya devretsin haklarını. Acaba okur ne der? Fehmi Koru, Ertuğrul Özkök’e vasi tayin edilsin mi? Kalkan parmakları sayıyorum; evet edilsin!

+++

Kalleşçe
bir soru

Ortadaki gerçek; “Türkiye’nin sindire sindire bölünmeye gidiyor” olmasıdır.
Kandil dağından inenleri zafer işaretiyle karşılayan ve halaylar çekerek, zılgıtlar atarak Diyarbakır’a getiren binlerce insanın kafasında, gönlünde; “Diyarbakır vilayet binasındaki Türk bayrağını indirmek ve yerine PKK’nın bayrağını” dikmek yatıyordu.
Bunu şimdi yapmadılar.
Hazmettire hazmettire yapacaklar. Abdullah Öcalan’ın ve DTP’nin “Demokratik hakların genişletilmesi...” dediği şifrenin açılımında; Diyarbakır vilayet binasından Türk bayrağını indirmek ve yerine PKK bayrağı dikebilmek için Anayasa’yı “Türkiye topraklarında ayrı Kürdistanı’nın kurulmasının” savunulabileceğine geçit vermek de vardır.
Hedef, bölünmeyi savunma hakkıdır. Bunu açıkça söylüyorlar.Takiye yapmıyorlar. Kandilden gelen genç çocuğa savcı; “Pişman mısın?” diye soruyor, “Hayır, pişman değilim” diye cevap alıyor. Savcı o zaman “Niçin geldin?” diye soruyor, “Kürt Halk önderim Abdullah Öcalan’ın emrine uyarak geldim” diye cevap veriyor.
Bu tablo karşısında; korkularını dile getirenlere dönüp de “Sen annelerin ağlamasından mı yanasın, barış istemiyor musun” diye sormak kalleşçe bir tavır.
Kalleşçe bir soru.
Apo ayrılmaya kararlı. Türk bayrağını indirecek. Buna dikkat edilmesini söyleyenlere dönüp, “Sen barış istemiyor musun, anaların ağlamasından mı yanasın?” diye sormak kalleşçe!
Necati Doğru / Vatan

+++

Bunu da söylettiler
Terörist olmadığıma pişmanım

Milliyet gazetesindeki bir Fikret ‘Don Juan’ Bila haberine göre devlet dağdan inen PKK liderlerine üçüncü bir ülkeye gidip yaşama imkanını da verecekmiş. Bunlar büyük ihtimalle bana business class bileti de alır, cebime harcırah da koyarlardı herhalde. Başta doğru karar verip PKK’ya katılsaydım, liderlik kadrosuna muhakkak yükselirdim diye düşünüyorum. Düz militanlara belki hangi ülkeye gitmek istersin diye sormuyorlar ama hiç olmazsa saygı gösteriyorlar. Onları herkes seviyor. Terörist olmadım da ne oldu biliyor musunuz? Devlet bana bir gün bile iyi davranmadı. Beni hiç sevmedi. Bu PKK’lıların adalet sisteminden gördüğü anlayışı ben hiçbir zaman göremedim. Türk olmamın bana hiçbir yararı olamadığı gibi terörist olmamamın zararı bile oldu. l Serdar Turgut / Akşam

+++

Peşmerge kıyafeti giyin
Ümraniye sanıklarIna
tahlİye formulü

Türkiye’de çift hukukluluk başladı, diyor CHP Milletvekili Şahin Mengü, bu bölünme eyalet sisteminin de başlangıcıdır...
Cumhuriyet yasaları PKK’lılara uygulanmıyor...
Ama Ergenekon sanıklarına ağırlaştırılmış biçimde
uygulanıyor...
Şahin Mengü:
- Pazartesi günü önereceğim, diyor, Ergenekon sanıkları peşmerge kıyafeti giyip öyle gelsinler duruşmaya. Mutlaka tahliye edilirler!
PKK’lılar kaçma
şüphesi olmadığı için
tutuklanmamış...
Şahin Mengü diyor ki:
- İlhan Selçuk’un kaçma şüphesi mi vardı? Ya da kendi kendine gelip teslim olan albayın kaçma şüphesinden söz edilebilir mi? O insanlar neden tutuklandı?
Mengü, CHP’nin bundan böyle duruşmaları eskisinden daha da kalabalık kadrolarla daha yakından izleyeceğini söylüyor...
Habur olayı bir biçimde Silivri’ye ayna tutmuş oldu.
Melih Aşık / Milliyet

+++

Baransu’nun işine son verilecek mi?
Mirgün Cabas’ı ‘Muhsin Yazıcıoğlu’nun katili gibi’ hedef gösteren haberi Telekominikasyon İletişim Başkanlığı’nca yalanlanan Taraf, “Kayıtlar yanlış” manşetiyle ‘hatasını’ düzeltti! Birinci sayfadan “NTV haklı, biz haksızız”, Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’ın köşesinden de “Hem NTV’den, hem de okuyucularımızdan özür diliyoruz” dedi.
Güya erdemlilik taslayacak. Taraf’ın bir çok haberinin daha önce de yalanlandığını, buna rağmen ‘sağıra yatmayı’ veya ‘hatada ısrarı’ tercih ettiğini bilmesek inanacağız... Vahim sonuçlar doğurabilecek son hatanızdan dönmek için madem çırpınıyorsunuz; bu ‘hayati’ önemdeki çarpıtmaya imza atan muhabirinizi cezalandırmakla başlayın işe!
Mehmet Baransu’nun, kayıtlardaki bilgilerin ne anlama geldiğini, ya tam manasıyla araştırmadan, yani sorumsuz davranarak ya da çarpıtarak, izaha muhtaç bir kasıtla, gazetesini bu rezil durumun içine sürüklediği yeterince açık değil mi?
Baransu’nun bugüne kadar imza attığı bir çok haberi düşünüp “Acaba o da mı yalandı?” diye düşünmeye başlayanlar kendilerini “kandırılmış”, “aptal yerine konmuş”, “yanlış yönlendirilmiş” hatta “kullanılmış” hissetmez mi? Bu “yalan haber”, Baransu’nun bundan sonraki haberlerine emsal teşkil ederek “güvensizlik” yaratmaz mı? “Taraf yazdıysa yalandır” hükmü için içtihad oluşturmaz mı? Kariyeri “köstebeklik” makamına bağlı birine biz zaten inanmayız da, bundan sonra Taraf okurlarından Baransu’ya kim inanır?
Yasemin Çongar, Cabas’ın izahatına rağmen “yalan haber”in arkasında durunca ne demişti Çakır?
“Bu programda konuşabiliyor olmasaydık, gazeteci olmasaydık meramımızı anlatma şansımız olmayacaktı.”
Aynen öyle... Söz konusu olan NTV gibi “isim yapmış” bir kanal olmasaydı... Haberin muhatabı, üzerine atılan çamuru temizleyecek mecra bulamayacak biri olsaydı... Mesela bir savcı, hakim, asker, akademisyen, öğrenci, muhalif bir gazeteci, Cumhuriyet mitingine katılmış herhangi biri; esnaf, emekli, ev hanımı, işadamı olsaydı... Taraf yine manşetten özür dileyecek miydi? Bugüne kadar diledi mi?
Özür diliyorlarmış... Nasıldı o omuz silkmeli şarkı... “Hıııhhhh!!!”

+++

Polisiye
roman!
Taraf bir gazete değil.

Ahmet Altan hayatın gerçeklerinden kopmuştur. Bir kurgu dünyasında yaşamaktadır. Yani kafasında bir “şablon” vardır ve bu nedenle Mirgün Cabas’ı bile gözünü kırpmadan Muhsin Yazıcıoğlu’nu “öldürmekle” itham edivermiştir.
Çünkü onun içinCabas bir roman karakteridir!
Aslında... Ahmet
Altan kötü bir polisiye
roman yazmaktadır.
Hepsi bu...
Odatv.com

+++

MİNİ YORUM
İm-yalı

Yakıştırmayı Engin Balım yapmış: “Apo’ya ‘masum PKKlı’ komşular geliyor, İmralı oluyor, imYALI!”
“Kazanın altı yavaş ısıtılan kurbağa misali güzellik uykusundayız” dedikten sonra da “devlet büyükleri”ne seslenmiş: “Apo’nun serbest bırakılıp siyaset yapmasına izin verilmeyeceğine dair, millete yazılı ve imzalı teminat sunun!”

Yazarın Diğer Yazıları