Okudular da bilgi sahibi oldularsa suç, okumadılarsa kasıt
Nereden baksan tutarsızlık
Yeni bir belge sızdırma olayı veya psikolojik etki operasyonu yoksa, aydın diye tanıtılan bu insanlar, kamuoyuna açıklanmayan iddianame hakkında neye dayanarak yorum yapabiliyorlar?
Ümraniye Soruşturması kapsamında, üç ayda hazırlandığı belirtilen ’ek iddianame’ mahkemeye sunuldu. ’En büyük tiraja sahip olduğunu iddia eden’ gazetenin dünkü manşeti, köstebek çiftliğinde yaşadığını düşündüğümüz bazı gazetecilerin ‘sızma haber’ konusunda bizi çok bekletmeyeceğini gösterir gibiydi:
“Aydınlar’dan 2. İddianameye destek:
Demokrasi rotasını buluyor”
Tarihi bir olay
Nokta Dergisi’nin eski Yayın Yönetmeni Alper Görmüş şöyle diyor: “Darbeye odaklanması nedeniyle, yüreğimi genişleten bir iddianame. Bu işin savsaklanmayacağını, doğrudan derin bir iradeyle uğraşılmakta olduğunu gördüm. Ergenekon’un yeni rotaya girdiğini görüyorum.”
Hasan Celal Güzel ise ek iddianameyi tarihi bir olay olarak nitelendirerek, “Savcıların, eski orgenerallerin yaptıklarını elle tutulur delillere dayandırarak iddianameyi hazırlaması, demokrasinin geldiği yer bakımından önemli.” diyor...
Bizim bildiğimiz, ek iddianamenin içeriğini şu anda sadece savcılar ve mahkeme heyeti biliyor. Keza aynı haberde görüşüne başvurulan bazı isimler de buna dikkat çekerek konuşmamayı tercih etmiş. Avni Özgürel, soruşturma konusunda sayfalar dolusu röportajlar vermeye en meraklı isimlerden biriyken, “Şimdi konuşmak afaki olur” demekle yetinmiş. Eski TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu Başkanı Sadık Avundukluoğlu da benzer biçimde “İkinci iddianamenin içeriği hakkında kesin bir bilgi yok” diyerek yorum yapmamaya özen göstermiş.
Gizliliği ihlal
Peki “Utah’tan bir kuş uçar, gagasından belge sızar“ nakaratlı postmodern türkünün sadık dinleyicisi Görmüş, normal şartlarda ’içeriğini bilmemesi’ gerektiği ek iddianamenin ’yüreğini genişlettiği’ni neye dayanarak söylüyor?
Nam-ı diğer Tank Hasan, ’savcıların iddiaları elle tutulur delillere dayandırdığını’ nereden biliyor?
‘Aydın’ların bu modellerine x-ray özelliği de mi eklemişler?
Görmüş ve Güzel iddianamenin içeriğini biliyorlarsa, bu sızdıranı da, yayımlayanı da kapsayan bir organize çete suçu olmaz mı?
Yok iddianameyi görmeden, ne yazıp yazmadığını bilmeden böyle net yorum yapıyorlarsa, bu toplumu yönlendirmek üzere ’tasarlanmış’ bilgi kirliliği eylemi, psikolojik operasyon değil midir?
Ya, içeriği belli olmayan iddianame hakkında fikir soran Fatih Vural’a, yani haberi yapan gazeteciye ne demeli?
Elinizde olmaması gereken bir bilgi üzerine, yapılması mümkün ve yasal olmayan yorumları manşet haber yapmak ne ola?
Keşke ‘aydınlardan’ değil ‘müneccimlerden destek’ deseydiniz kıvırma payı olurdu...
Göz göre göre
Haberi aşağıdaki cümlelerle sunan, yani ‘bile bile lades’ diyen bir gazeteciden farklı tavır beklemek hata mıdır olur yoksa: “Ergenekon soruşturması, ikinci iddianamenin mahkemeye sunulmasıyla birlikte yeni bir aşamaya geldi. ’Meclis ve hükümetin şiddet kullanılarak ortadan kaldırılması’ gibi ağır suçlamaların yapıldığı iddianame, terör örgütünün boyutlarını gözler önüne seriyor. İçeriği henüz kamuoyuna açıklanmasa da, iddianame darbe girişimlerine yönelik en ciddi hukukî adım olarak değerlendiriliyor. Suçlamalar, sanık ve şüphelilerin emeklilik döneminde de demokrasiyi kesintiye uğratmaya çabaladığını merkeze alıyor. “
Hem soruyu soranlara, hem cevap verenlere, hem bunu manşete çıkaranlara bugünlerin anlam ve önemine uygun bir Ahmet Kaya şarkısı hediye etmek isterim:
‘Nerden baksan tutarsızlık
Nerden baksan ahmakça...’
Ve sanırım başınız belada...
++++++
Bu yazı primatların kalbini sıkıştırabilir
Yoksa hamamböceği miyiz?
Gregor Samsa bir sabah yatakta uyanır, hamamböceğine dönüştüğünü görür.. Franz Kafka’nın ünlü romanını kim bilmez ki...
Gregor Samsa’yı Ergin Yıldızoğlu’nun ’Büyük Bozulma Başlamış’ başlıklı yazısını okurken anımsadım...
Yıldızoğlu, kendisinin yıllardan beri yinelediği gerçekleri ancak şimdi gören Batı gazetelerini ve yazarlarını ti’ye alıyordu... Rastlantı bu kadarla da kalmıyordu, bir gün önceki pek ünlü Le Monde gazetesi manşetini ve ekonomi ekini “bankaların millileştirilmesi”ne ayırmıştı...
Değişim inanılır gibi değildi...
Ne olmuştu bu Batılı aklı evvel gazetelere, gazetecilere, ekonomistlere, yazarlara?.. Bir sabah yataklarında uyandıkları zaman Gregor Samsa gibi hamamböceğine dönüştüklerini mi görmüşlerdi?..
İlginç bir tarihsel olguyu güncel hayatımızda izliyoruz...
Diyelim Amerika’da dev bir dünya kumpanyası devlete başvuruyor: İflas ediyorum, beni kurtar...
Ekonomik kriz bütün ezberleri bozdu... “Küreselleşme” ve “Neoliberalizm” adıyla dünyaya dayatılan sistemi yıktı... Kimi insanlar gerçeği görmeye başladılar... İnsanlar, emperyalizmin istediği zaman ayağının altında ezebileceği birer hamamböceği mi idiler?..
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet
++++++
İran basını Gül’e yer vermedi
İranlılar’ın ’rehber’ diye andığı dini lider Ayetullah Sayyid Ali Khamenei, Ekonomik İşbirliği Örgütü Zirvesi için ülkeye gelen devlet başkanlarıyla teker teker görüştü. Dün, İran gazeteleri, Khamenei ile liderlerin görüşmelerini geniş ve fotoğraflı olarak okurlarına sundu; dikkat çekici bir eksiklikle: Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hiçbirinde yoktu...
Gül’ün görüşme haberinin İran gazetelerinde yer almamasının da bizim bazı gazetelere de yansıyan, Cumhurbaşkanı Gül’ün İran’a ABD Başkanı Barack Obama’dan ’mesaj’ getirdiği algısının rolü olabilir.
* Fehmi Koru / Yeni Şafak
++++++
Tehdit var, ihbar yok
İki ya da üç ayda bir Tayyip Erdoğan’a yönelik suikast planı ya da girişimi haberi okuyoruz gazetelerde... Ne var ki her defasında sanıklar ertesi gün serbest bırakılıyor. Başbakan aldığı tehditlerden yakınıyor. Kanal 24’te birkaç gün önce gazetecilere şöyle diyor: “İçeriden ve dışarıdan çok sayıda tehditler alıyorum.”
CHP milletvekili Şahin Mengü, dedi ki: Tehdit alan sıradan insan kolluk kuvvetlerine ya da savcıya başvurur. Ama Tayyip Bey, koskoca Başbakan olmasına rağmen her nedense bunu yapmıyor. Sadece, beni tehdit edenler var, demekle yetiniyor. Acaba neden?
- Sizce neden?
- Çünkü ortada tehdit - mehdit diye birşey yok. Başbakan, mağduru oynamanın kendisine siyasi rant sağladığına inanıyor. Ama dikkat edin, hiç kimse onun bu tehdit laflarını ciddiye almıyor. Yandaş basın bile haber yapmıyor...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Türkler nereye gittiler?
Ufuk adlı Türk öğrenci “Öpeyim Merkel Teyze” deyip Almanya Başbakan’ının eline sarılarak herkesi şaşırtmıştı
Dünyada Türklerin olmadığı bir yer yok... Nasıl gittiler, ne zaman gittiler?..
Diyelim ki yeryüzünün neresinden bir kaza ya da afet haberi gelse, içinden Türkler çıkıyor.
Afrika’da sabahın karanlığında safariye çıkan gazeteci arkadaşlar, aslanları yola süren yerli görevlileri ciplerin içinden izlerken, çalılıkların arasından duydukları “kişe kişe...” sesi tanıdıktı:
“Hemşerim sen misin?..”
Otların arasından bir kafa çıktı:
“He ben Mustafa...”
“Neredensin?..”
“Türkiye...”
“İçinden mi?..”
Sivas’tan gitmiş, aslan kovalıyor...
Türk doktorlarına güvenmeyip Amerika’ya giden Unakıtan da öbür hastalar gibi ne gördü; doktor Türk... Biliyorsunuz, dünyanın neresinde olursa olsun seçilen her devlet adamı, ya ana tarafından, ya baba tarafından Türk sayılır... Ya da dünyanın herhangi bir metropolündeki kalabalığa iki taş atsanız, otuz kişinin çıkartacağı ses “Ah...” tır... Almanya’da koruma zincirini yarmayı başarıp Başbakan Merkel’in elini “öpim Merkel Teyze” diyen tek öğrenci kimdi? Bizim İzmirli Ufuk... Kuzey İrlanda’da IRA militanları bir saldırı düzenleyerek iki İngiliz askerini öldürdüler üç gün önce. İki İngiliz askerinden birisi neydi? Türk... Sen git İngiliz askeri ol...
Dünyanın her yerinde Türkler var... Türkiye’de yok... Türkler; gerek özgür birey olarak, gerek demokratik örgüt olarak burada olmadıkları için, işte böyle Türkiye sahipsizdir, çalan çalana, yıkan yıkana... Bir millet ki, yok gibi... Ne bir tepki... Ne bir ses... Ne de bir yaşam belirtisi.
* Bekir Coşkun / Hürriyet
++++++
Adalet Ağaoğlu’nun karizması çizilmiş
“Elif Şafak beni kullandı” sözünü okuyunca ‘edebi bir apartma mı’ diye düşündüm. Öğretim üyeliği, köşe yazarlığı, imzacılık, eylemcilik, polemikçilik, inkarcılık, müridlik, annelik... derken bunların arasına senede bir kalın roman sıkıştıran yazarın, “kopyala-yapıştır” tekniğinden faydalandığını duymak şaşırtmayacaktı...Hatta keşke öyle olsaydı... ‘Adi bir olay’ deyip rafa kalkardı.
Ama mesele çok daha vahim. Elif Şafak, Siyah Süt’ü yazarken, arkadaş ziyareti maskesi takıp, aslen röportajcı olarak Adalet Ağaoğlu’nu ziyaret etmiş. Bir kitap yazdığını ve mazleme topladığını gizleyerek, sorular sormuş, evini incelemiş, gözlemlerini, ‘Adalet’ karakteri ile romanına koymuş. Ağaoğlu’nun iddi
asına göre, romanda ismi var ama sözlerinden de, yaşam tarzından da eser yok. Şafak derli toplu, kurabiye tabağı ve pırıl pırıl bardaklar ile nefis çay servisi yapan bir ev kadını gibi anlatmış Ağaoğlu’nu.. Oysa o hayatı boyunca çay demlememiş, evinde çay saati değil, içki saati olurmuş... Şafak’ın suçu ‘ziyarette sahtecilik’, ‘kandırıkçılık’, ‘ikiyüzlülük’ olsa affı var. Ama, Ağaoğlu’na kızdıran asıl suç müebbetlik, Yok derli toplu, yok becerikli, yok temiz, misafirperver... Nasıl büyük hakaretler bunlar... En az Şafak kadar eylemci, imzacı, tartışmacı, yazar olan ama bir anda Adalet Hanımteyze’ye dönüşen Adalet Ağaoğlu, karizmasının peşine düşmesin de kimler düşsün...
++++++
GÜNÜN TAVSİYESİ
Bilgi kirliliği, köstebek ve minik kuş nüfusunun artması, sızma haberciliğin yaygınlaşmasına karşı çözüm önerisi: Adalet ve İçişleri Bakanlıkları elele versin, Maliye Bakanlığını örnek alsın
ve “Nereden bildin?” yasası çıkarsın...
++++++
MİNİ YORUM
Kurtuldum bıçağından doktor
Dün gibi, ama koca bir yıl geçmiş, ekrana düşen ‘son dakika’yla sarsılmamızın üzerinden. Büyük bir hayatı üç küçük cümleye sığdırmak zor. Ama kendi kaleminden çıkan aşağıdaki dizelerde, Mehmet Gül’ün sesini duymak, sanırım bilinenleri anlatmaktan daha iyi gelecektir sevenlerine: “Gözümü açtığımda sanki var gibiydim / Sanki bir yerlere kayar gibiydim / Birden doktoru fark ettim o karanlıkta / Ameliyat olacağım galiba / Halbuki çok geç / Çok geç bunu biliyorum / Kurtuldum bıçağından doktor / Artık ölüyorum...”