Oğlunla gurur duyuyor musun?

Ahmet Altan, Çetin Altan’ın oğlu olmayı hak edip etmediğini sorgulamış. Bunu öğrenmenin tek yolu babasına sormak. Sado-mazohist eğilimleri, ensesti, hayvanlarla cinsel ilişkiyi, eşcinselliği savunan bir evlat yetiştirmiş olmaktan memnun musunuz?


Kültür ve Sanat Büyük Ödülü bu yıl gazeteci Çetin Altan’a verildi. Taraf, tören haberini sürmanşetten verdi. İçeride de dolu dolu iki sayfa, bu törenin detaylarına ayrılmıştı. Başbakan’ın konuşmasının tam metni, Altan’ın söyledikleri, yaşamından kesitler yer almıştı bu sayfalarda.
“Ne var bunda? Taraf’ın Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan. Babasına o kadarcık jesti de olmasın mı?” diyebilirsiniz....
Olsun tabii.
Kaldı ki, Çetin Altan adı, fikirlerine katılalım veya katılmayalım Türk basın tarihinin önemli sayfalarından birini oluşturuyor. Dolayısıyla birçok gazetenin birinci sayfasında duyurduğu bu olayın, oğul eli değmiş biçimde böyle “gururla” sunulması normal.
Hayatımı
babam belirledi
Ahmet Altan yönettiği gazetenin sayfalarını babası için kapatmakla yetinmemiş. Duygu dolu bir yazı yazmış. İki gün önce, Davos çıkışından dolayı yerden yere vurduğu Kasımpaşalı Başbakan’ın “Seksen iki yaşındaki bir yazar konuşurken, genç delikanlı gibi bir kenara çekilip ayakta dinlemesi nezaketini, zarif saygısını” yere göğe sığdıramadığı... “Sanki siz insan öldürmeyi bilmez misiniz” sorusunu yönelttiğini de unutturan bir heyecanla “Yazarları linç ettiren, hapislere attıran başbakanlardan, yazarlara saygı gösteren başbakanlara gelmek az iş değil...” dediği yazısında babasına dair şu satırlar var:
“ Bu çağın en büyük yazarlarından birinin, Çetin Altan’ın oğluyum ben. Ve hep ”ben bunu hak ediyor muyum” diye sorarım. Bu ”armağanı“ hak edebilmek için uğraşırım.
Talihe olan borcumu ödeyebilmek için tek yapabildiğim, babamın yürüdüğü yolda, yürümeye çabalamaktır. Bir şey söylemesine gerek yok, gözlerinde belirecek küçücük bir ”bunu beğenmedim“ ifadesi beni derinden sarsmaya yeter.
O benim babam ama o Çetin Altan. Onun yazdığı ve söylediği cümleler belirledi benim hayatımı.
Babaca değildi öğütleri hep yazarcaydı.
Cebinde sadece elli kuruş varken gazeteden nasıl istifa ettiğini gördüm.
Her sabah tek başına evden çıkıp mahkemelere gittiğini gördüm.
Bir şafak vakti, darbecilerin polisleri onu almaya geldiklerinde, onlara nasıl gülerek, ”ben hazırlanırken bir kahve için beyler“ dediğini gördüm.
Yeryüzündeki bütün yazarlar gibi yazar olmanın tek kişilik çilesini çekerken, bu ülkede yazar olmanın getirdiği belaları nasıl sırtlandığını da gördüm.....”
Yollarının ayrıldığı da olmuş
‘Tek başına evden çıkıp mahkemelere giden’ Çetin Altan’ın oğlu, iki duruşmaya katıldı diye gazetesinin manşetinde kıyametler koparıyor...
‘Cebinde elli kuruşla istifa eden’ Çetin Altan’ın oğlu, gazete sponsor bulana kadar yazılarına ara veriyor...
‘Yazar olmanın çilesini çeken’ Çetin Altan’ın oğlu, çile çekmekten korktuğu için okuyucularının cebindekine ortak olmaktan çekinmiyor...
Hadi bütün bunlar bir yana...
Gelelim asıl konumuza...
Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, bugüne kadar ’layık görülen’ isimler düşünülünce, aydın çevrelerde bir prestij sembolü. Bir saygınlığı var. Mesela Prof.Dr. Sedat Hakkı Eldem, Prof. Dr. Adnan Saygun, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. Nevzat Atlığ, Prof. Dr. Metin Sözen... gibi alanlarında ’usta’ olmuş isimlere verilmiş daha önce. Hemen hepsi, ideolojik ayrım olmaksızın kültür çevrelerinin, eserlerine, ‘ortaklaşa saygı’ duyduğu isimler...
Bu zincire son eklenen isme; Çetin Altan’a gelirsek; anıları, tiyatro eserleri, tarihi ve siyasi incelemeleri, günlük yazıları, romanları, antoloji, biyografi ve çocuklara dönük çalışmaları, mizah kitapları ile, hakkında açılan 300 dava ile... en başta dediğimiz gibi elbette Türk basın tarihinin unutulmayacak sayfalarından biri. Her dönemde üreterek, tarihin yazımına belgelerle katkıda bulunduğu için, fikirlerini benimsemeyen çevrelerce de yok sayılamaz.
Mesleki alanda işgal ettiği bu yeri bir kenara koyarsak, ödülün kazandırdığı ”saygınlığı“ taşıyabilir mi Altan?
İşte bu tartışılabilir. Saygın kişi olmak, usta kalem kullanıcısı olmakla sağlanmaz. Karakter, duruş, sosyal ilişkiler, aile... hayatın bütün unsurlarından beslenir sosyal konum...
İşte en büyük
eserin
Bundan yola çıkarak Çetin Altan’a sormak isterim, ödül almak için sahnenin merdivenlerinden çıkarken, en büyük eserlerinden birinden, oğlu Ahmet Altan’dan alıntı şu sözler bir an olsun çınlamış mıdır kulaklarında:
- Sado-mazohist eğilimler bana çok aykırı gelmiyor...
- Tabular kalkmalı. Bir erkek kardeşle kız kardeşin, bir anne ile oğulun, bir baba ile kızın... Birbirini bu kadar çok seven insanların sevişmeye ulaşmamalarında bir yanlışlık olabilir...
- Sekste sınıra inanmıyorum.
- Eğer insan istiyorsa hayvanlarla da seks doğal...
- Adam eşcinselse bu onun seçimi. Demek ki bundan zevk alıyor. Bu hastalık değil, doğallık.
- Kadında fahişelik eğilimi olması gerektiğine inanıyorum...
- Yaşlı kadınlardan hoşlanırım...
- Günde 8 - 10 kişiyi öldürmek isteyebilirim. Böyle bir vahşet var insanların içinde. Benim de vahşete bir yakınlığım var. Cinayet çekici benim için.
- Silahı tercih ederdim. Zehir işin dehşetine pek uygun düşmüyor.
Armut
dibine mi düştü
Çetin Altan Türk yazı dünyasına böyle bir iz bırakmış olmanın gururunu da yaşamış mıdır o gece?
Yoksa, konuyla ilgili hemen her haberde vurgulanan Aya İrini / Kutsal Hoşgörü seçiminin, bütün bu sapkın fikirlere de yol verdiğine mi inandırmıştır kendini...
Ahmet Altan yazısında “Ben babamdan korkarım” diyor.
Babasından korkan biri, bu düşüncelerini rahat biçimde ilan edebiliyorsa, bu “Memleketi bir çift kadın memesine satarım” diyen bir oğlun, “Vatan sevgisi nedir ki, vatanı seveceğinize gidin evde karınızı sevin” diyen bir babanın tamlayanı olduğu mu gösterir?
Çocuklarını ve torunlarını “muhafazakar” biçimde yetiştiren Çetin Altan’ın, oğlu Ahmet Altan ile torunu Sanem Altan arasındaki “baba-kız sevgisinin, doruğa ulaştığı an tabulara aldırmadan cinsel birlikteliğe dönüşebileceği fikri”nden rahatsızlık duyabileceğini düşünmekle hata mı ettik yoksa?


++++++


Kaynağı şüpheli
6/7 Eylül olayları kışkırtılıp, sonra ipin ucunun kaçırıldığı bir olaydır, hele yağma başlayınca... Adam vitrinde bile bakamadığı elbiseyi, kazağı, paltoyu bir taşla camı kırıp alınca, onu durdurmak mümkün mü? Siyasetçilerin kışkırtmaları çok tehlikelidir, hele dışarıdakilerin hıncını içeridekilerden almak... Bunun altını çiziyoruz, çünkü yaşadık, Allah korusun, kalabalığa sahip olamazsınız. Lakin, filmin kaynağından yana kuşkumuz var, eskilerin deyimiyle, “mülahazat hanesi” hem açık değil, hem bir hayli dolu... Cumhuriyet tarihinin en rezil sayfalarından birine, inşallah yarım yüzyıl sonra yeni bir sayfa eklenmiş olmaz...
* Hasan Pulur/Milliyet



++++++

Tomris’in yine ‘sancı’sı tuttu
Çemberimde Gül Oya, Hatırla Sevgili gibi dizilerle yandaş tarih anlayışına taraftar toplamaya çalışan Giritlioğlu’nun, 6-7 Eylül olaylarını anlattığı son filmi, planlanan tartışmayı başlattı



++++++



Asılsız olaylar
Günaydın’dan genel yayın müdürümüz Necati Zincirkıran Güz Sancısı filmini izlemiş. Yılmaz Karakoyunlu’nun kitabından uyarlanmış. Senaryo Etyen Mahçupyan, reji Tomris Giritlioğlu... Zincirkıran diyor ki: Sanat yönünü tartışmam. Ancak tarihe dayalı bir filmde asılsız olaylara yer verilmesi canımı sıktı. Ben 6 - 7 Eylül olaylarını baştan sona izledim. Evlerin kapılarına kırmızı haç işareti çizildiğini ne gördüm, ne duydum. Olaylar sırasında evlere girilmedi, dükkân ve mağazalar tahrip edilip yağmalandı.
Biz de o günleri yaşadık.Öğrenciydik. 7 Eylül günü Beyoğlu’nu dolaştık. Enkaza dönmüştü. Olayın tarihimizde bir utanç sayfası olduğuna kuşku yok... Ancak baştan sona planlı değildi. Bir devlet tertibinin kontroldan çıkması, protesto gösterisinin yağmaya dönüşmesi söz konusuydu. Olayı Hitler Almanya’sındaki Kristal Gece’ye.. Fransa’da Protestanların kesildiği St. Bartholomeus gecesine benzetmeye “acaba neden gerek” görüldü?
* Melih Aşık / Milliyet



++++++



Çivisi çıkmış
Medyada son günlerde bir de 6-7 Eylül üzerine yazılar çıkıyor... İktidara göbeğinden bağlı medyada sayfa boyu çift başlık üzerine şu açıklamayı okudum: 6-7 Eylül Yağma Olayları Bir MİT Organizasyonu... Altında ikinci başlık: 400 kadına tecavüz edildi... Çarpıcı değil mi?.. Peki, o sırada iktidar, hükümet, başbakanlık ve Meclis’te kimler vardı?.. Başbakan Menderes’ti... Hükümet neden istifa etmedi?.. Necip ve aziz halkımız neden bu kanlı, utanılacak, rezil katliam üstüne iktidardaki Demokrat Parti’yi tutmaya ve desteklemeye devam etti?. Türkiye’nin çivisi çıktı. Çoğumuzun sanki aklından zoru var. Medya bu tırlatıklığın aynası...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet



++++++



Mini Yorum
Kemikleşmiş teslimiyet psikolojisi
Irak’ta yaşayan Yezidiler, ABD Başkanı Barack Obama’ya mektup yazarak, 1916’da Osmanlı İmparatorluğu’nun “Ermenilere destek verdikleri” gerekçesiyle, yaklaşık 1 milyon Yezidi’nin öldürüldüğünü iddia etmiş ve olayın “soykırım” olarak tanınmasını istemiş. Yezidilerin, 1916’da yaşadıkları toprakları işgal eden İngilizler’den hesap sormamaları, bugün bile, toplasan sayılarının ancak 1 milyon olması vs. bir yana. Halen yaşadıkları ülkede işgalci olan, 1.5 milyon insanın ölümünden sorumlu ABD’ye ‘Osmanlı bizi öldürdü’ şikayetinde bulunmak ‘kemikleşmiş teslimiyet psikolojisi’ dışında ne ile izah edilebilir bilmiyorum...

Yazarın Diğer Yazıları