'O yemek'ten mi esinlendiniz?

Star’ın “Biri şikayet etti, biri karar verdi, biri TİB’i bastı” dediği “operasyon troykası”, Ümraniye
Soruşturması’nda biri yakalayan, biri sorgulayan, biri tutuklayan üç tarafı buluşturan ‘o iftar’ı hatırlattı.

Star dinleme skandalını ortaya çıkaran bürokratik işlemler silsilesine bakıp, aklınca “operasyon troykası”nı enselemiş. Buna göre “Biri(YARSAV eski Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu) şikayet etmiş, biri (Sincan 1. Ağır Ceza Hakimi Osman Kaçmaz) karar vermiş, biri (Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi Hayri Keskin) TİB’i basmış..”
Bu haberi yapan kişi, toplumu 2-4 yaş zekasına sahip kabul edip, kendi üstün zekasıyla “baş parmak daima haklıdır” imajını benimsetmeye çalışmıyorsa... Ve haber diye okuttuğu şey “Baş parmak bulmuş, büyük parmak vurmuş, yüzük parmağı getirmiş, dördüncü parmak pişirmiş, küçük parmak da hani bana, hani bana demiş” tekerlemesinin “büyüklere masallar” versiyonu değilse...
Esinlendiği bir “emsal troyka” olmalı...
Hatırlarsanız yakın tarihten, basına yansıyan son “operasyon troykası” haberine, İstanbul Emniyeti İstihbarat Dairesi’nin samimi bir boğaz turunun ardından, Cemile Sultan Korusu’nda verdiği ve Ümraniye Soruşturmasını yürüten polis ve savcılarla, davaya bakan hakimleri biraraya getiren iftar yemeği vesile olmuştu.
İddianamenin kabul edilmesi ve davaya İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin bakacağının açıklanmasından kısa süre sonraya, duruşmaların başlamasından da kısa süre önceye denk gelen (Eylül 2008) bu iftar yemeğinin fotoğrafları basına yansıyınca konu TBMM gündemine de taşınmış, CHP Milletvekili İsa Gök “Ergenekon davasına bakan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün, hâkim Hasan Hüseyin Özese, savcılar Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel, Fikret Seçen, Ercan Şafak, Murat Yönder, savcıları görevlendiren İstanbul Başsavcıvekili Turan Çolakkadı ve soruşturmayı yürüten polisler, iftarda niye bir araya gelme gereği duymuşlardır” diye sormuştu.
Kendisini, soruşturmanın üç ayağından “biri (İstanbul Emniyet İstihbarat Dairesi) araştırıp, delil toplamış, biri (Savcılar) yakalatıp sorgulamış, biri (Hakimler) de tutuklamış” olduğu için, davanın tutuklu sanıklarından eski polis müdürü Adil Serdar Saçan, 2. iddianamenin 8. duruşmasında “Görevdeyken 5 Ramazan geçirdim. Şubemizin iftar yemeklerine geldiniz mi? İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’i davet ettim. ’Birlikte çalışıyoruz, etik değildir’dedi. O savcılar bu durumu nasıl etik görüyorlar” diye tepki göstermiş ve Savcı Öz ile samimi biçimde fotoğraflanan üye hakim Hasan Hüseyin Özese’ye “Artık size güvenmiyorum. Ben sizden nasıl adalet bekleyeceğim” sorusunu yöneltmişti.
Kimi sanıkların mahkeme heyetini koğuşlarına yemeğe davet etmesi, kimilerinin de “Sizin yemek yemeniz suç olmuyor, bizim yemek yememiz suç oluyor” itirazlarına sahne olan duruşmaya Savcı Pekgüzel “Hakim ve savcıların birbirlerini etkilemeleri için bir yemekte bir araya gelmelerine gerek olmadığını” söylemişti...
Star’ın esinlenmesi çok normal. Sonuçta kolay kolay unutulacak türden değildi bu diyaloglar. Ama keşke kaynak gösterseydi; intihal suçtur biliyorsunuz. Hem de yüz kızartıcı olanından!

+++

Meçhul Bakan
gocunmuş olmalı...

Dost sohbetini, gizli görüşmeyi filan anlarım da bir röportajda niye dinlenme korkusu yaşar bir bakan. Telekulak olmasa da, o “muhabir” kaydetmeyecek mi zaten konuşulanları?
Ve hatta zaten “meçhul bakan” ın anlattıkları bir makale yahut haber metni aracılığıyla ifşa edilmeyecek mi kamuoyuna?
Dürtme şeytan diyorum ama; İktidarlılarımızın “Gocunacak bir şeyi olmayanın korkmasına gerek yok” telkinine rağmen, Meçhul Bakan’ın paniği, “Acaba The Economist muhabiri’ne gocundurucu bilgiler mi fısıldayacaktı?” sorusunu getiriyor akla?
Ben Meçhul Bakan kadar Meçhul Kadın Muhabiri de merak ediyorum.Kendini bu kadar unutturmazdı hiç, sakın Amberin Zaman olmasın?
Ama ondan da çok merak ettiğim ne biliyor musunuz?
“Dinleniyoruz” tezinin paranoya olduğunu düşünen yandaş medya, acaba “Paranoyak bakan” manşeti atmayı düşünüyor mudur? Düşünüyorsa, bu düşüncesini hayata geçirebilir mi?

+++

Tasarrufçu
faşist kafası

Bir menajer gibi kulis yaparak, AKP’nin, AİHM yargıçlığına eşi Işıl Hanım’ı önermesini sağlayan Eser Karakaş’ın ibretlik satırlarını mutlaka okumalısınız: “Basında TSK’ya yönelik çok sayıda ihbar haberi okuyoruz. Tecrübemiz, sezgimiz, duyduklarımız bu haberlerin bir bölümünün doğru, bir bölümünün de yanlış olabileceğini gösteriyor. Yazımın başlığında belirttiğim gibi varsayalım ki son günlerde, son aylarda ortaya dökülen tüm belgeler sahte; hatta diyelim ki Adli Tıp Kurumu’nun Raporu’na rağmen ıslak imza da sahte. Bu neyi değiştirir?”
Düşünün bu kafadaki biri profesör olabiliyor. Titrine bakınca güya bilim adamı! Güya seçtiği alanda “deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmakla” yükümlü!
Hiç utanmadan sıkılmadan “Gerçekler bana vız gelir, tırıs gider” diyebiliyor.
Bayağı bayağı, “Ben TSK’yı bitirmeyi kafama koydum arkadaş; suç değil iftira da olsa, ben kalemini kırmayı uygun gördüm” itirafı değil mi şimdi bu?
Delil olsa da olur olmasa da, suçlu diyorsam suçlu... Bu mu liberal demokratlık; bu mu ikinci cumhuriyet?.. Liberal faşist kafasıyla inşa edilen “yeni devlet” olsa olsa “diktatörlük” olur. Benden söylemesi.
Bir ülkenin adaleti “tasarruftan sorumlu bakan”a teslim edilmişse, bu sonuç şaşırtıcı mıdır?
Onu da siz takdir edin artık...

+++

AKP tipi kişiye özel özgürlük
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, bir yıl önce “telefon dinlemeleri” konusunda çok rahattı...
28 Ocak 2009’da Meclis’te, “Yasal olmayan işiniz yoksa, dinlenmekten korkmayın” demişti.
Bu görüşünü iki gün önce değiştirdi... TBMM Plan Bütçe Komisyonu’nda yaptığı konuşmada aynen şunları söyledi:
“Dinlemenin keyfî, habersiz ve kanunsuz yapılması tamamen yanlıştır, iğrenç bir iştir.
Bunu lanetle hepimiz kınıyoruz. Benim de başımdan geçti.
İki kişiye yasal bir dinleme yapılmış. İkisi arasında konuşurken benden bahsediyorlar. Ben mağdur oluyorum.
Benim gibi yüzlerce, binlerce insan mağdur oluyor...”
Hani; “Yasadışı işi olmayanların dinlenmekten korkmaları anlamsız” dı?
Bakan Bey’in mantığı açık:
“İnsan haklarını ihlal” anlamına gelen bir suç başkalarının canını yakıyorsa, önemli değil...
Ama kendileri mağdur oluyorsa, o zaman “lanetle kınanmalı...”
İşte; AKP tipi demokrasi ve özgürlük anlayışı!
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

İyi dinlemeler dileyelim!
Adalet Bakanı Sadullah Ergin açıkladı. 12 bin 988 kişiye “Dinledik, suç bulamadık” mektubu gönderilmiş... Bir yazar arkadaşımız haber verdi:
- Bana bu mektuptan gelmedi...
- Bana da gelmedi...
- Bu ne anlama geliyor?
- Demek ki bizi dinlemeye devam ediyorlar...
Hem gazetecilik görevinizi yapacak AKP’yi sorgulayacaksınız, hem hukuku savunacaksınız, hem darbeci ve Ergenekoncu damgası yemeyeceksiniz. Bu devirde mümkün değil... İyi dinlemeler dileyelim...
Melih Aşık / Milliyet

+++

Ha şeyh, ha seyyid; ikisi de rejime karşı çıktı
Araştırmacı Bilal Şimşir, isyan öncesi Dersim’i şöyle tanımlar:
“Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Dersim halkı ’seyyid’denen cahil dini otoritelerin ve zorba aşiret ağalarının sultası altında idi. Körü körüne seyyidlere bağlı, aşiret ağalarının çıkarlarına kurban olan cahil Dersim halkı, gerek Osmanlı döneminde, gerekse Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, hem de olur olmaz zamanlarda çeşitli ayaklanmalara katılmış ve bu yüzden büyük kayıplara uğramıştır. Ağa ve seyyid gibi etkin güçler, kendi çıkarları ve otoriteleri etkilenir kaygısıyla bölgede yapılmaya çalışılan yatırımları engellemişlerdir.”
Gazetemiz kurucusu Yunus Nadi, yöredeki gerici seyyidlerin ve feodal artıkların o dönemde yaptıklarına ilişkin şu bilgileri verir:
“Orada ağalar vardır ve onların emrinde kabile ve aşiretler vardır. Başları sıkıldı veya canları istedi mi bunlar etraf ovalarda sükûnetle çalışan köyler üzerine saldırırlar, mal ve hayvan ne toplayabilirlerse aşırıp sarp dağlarına iltica ederler.”
Cumhuriyet yönetimi, Dersim’i bu durumdan kurtarmak amacıyla bir yasa çıkarır. Ardından köprüler, okullar, yollar yapılmaya başlanır. Amaç; hem yörede ağa, bey ve seyyidlere karşı yeni devletin düzenini sağlamak, hem de feodal ilişkileri kırarak halkı uygarlık ile tanıştırmaktır. Ancak seyyidler, beyler, ağalar buna başkaldırır; okul istemezler, köprü istemezler, yol istemezler, bölgedeki silahların toplanmasını istemezler. 21 Mart 1937 gecesi isyan bayrağını açarlar. Seyit Rıza’nın liderliğinde aşiretler, telefon tellerini kesmeye, karakolları basmaya, başkaca köprüleri de tahrip etmeye girişirler. Kısaca: Dersim isyanı, tıpkı Cumhuriyet uygulamalarından dolayı çıkarları bozulan Şeyhi Said’in ayaklanması gibi bir ayaklanmadır. Ha şeyh, ha seyyid, fark eder mi?
Işık Kansu / Cumhuriyet

+++

Cumhuriyet’i mi yıkalım?
Eğer bir ülke yakın ve uzak tarihini tartışacaksa bunu gelecekte daha sağlam temellere oturmak için yapmalıdır. Kendini yıpratmak için değil. Dersim tartışması, diğer tüm tartışmalar gibi kısa vadeli siyasi rant ama uzun vadeli ülke zararına bir hale getiriliyor. l Fatih Altaylı / HaberTurk

+++

MİNİ YORUM
Eller telekulak olurken...

Bir Başbakan ile Cumhurbaşkanı başbaşa ne görüşür çok merak ediyormuş Ertuğrul Özkök. En büyük hayali siyasi röntgencilik yapabilmek için görünmez adam olmakmış. O film ya 70’lerde, ya 80’lerde kaldı? Modern zamanlardayız ve röntgenciliğin her nevi için “hayal” olmayan teknolojik yöntemler geliştirildi. Yok olmaya gerek yok; telekulak ol yeter...

Yazarın Diğer Yazıları