Nobel de kesmedi

Orhan Pamuk yağlı kapıyı buldu. Der Spiegel’e verdiği Türkiye aleyhtarı her demeci neredeyse bir ödüle denk geliyor. Bu kez de Türk Milli futbol takımı üzerinden milliyetçiliğe saldırdı. Demek ki ufukta yeni bir ödül var!
Bir süredir sesi soluğu çıkmayan Orhan Pamuk, 2008 Avrupa Şampiyonası ve futbol üzerine değerlendirmelerini paylaşmak için yine Der Spiegel adlı Alman dergisini seçti. Pamuk’un ödüllü şöretinde büyük payı olan “Türkler, 1. Dünya Savaşı sırasında 1 milyon Ermeni’yi katletti” ve ” Türkler 30 bin Kürtü kesti “ sözleri de aynı dergide yayınlanmıştı. Bu sözler, Ermeni lobisinin sözde soykırımın 90. yılında, Türkiye aleyhindeki kampanyasının da referansı olmuştu. Pamuk Associated Press’in dünyaya servis ettiği haberle, ’gerçeklerle yüzleştirdiği için, Türkiye’de kitapları toplatılan, yakılan, nefes alması bile yasaklanan, tehdit edilen, fikir adamı’ biçimde konumlandırılmıştı. Nobelli yazar meğer aynı zamanda bir futbol terosiyeniymiş! Kendileri, “ultra milliyetçi Fatih Terim’e rağmen” Avrupa Futbol Şampiyonası’nda ’sportif olarak daha iyi’ oldukları gibi ’teknik’ bir nedenle Türkiye’yi destekleme lütfunda bulunacaklarmış. ” Futbol, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve otoriter düşünce üreten bir makina gibi “ diyen ve futbolun afyon etkisi yaratmasını isteyen Pamuk’a sormak lazım: Sizin yazılarınız yetmiyor mu?
Pamuk, ” Milliyetçilik, deprem ya da kaybedilen savaşlar gibi felaketlerden doğuyor. Ayrıca galibiyetlerin değil, yenilgilerin milliyetçiliği körüklediğini düşünüyorum. İngilizlere karşı 8-0’lık yenilgi de böyle bir felaketti “ diyerek insanları milliyetçi olmaya acıların, aşağılanmanın veya kaybetmenin neden olduğu kompleksin ittiğini ima ediyor.


++++++


“Zottirik Kenan”

27 Mayıs İhtilali’ni yapan Milli Birlik Komitesi üyelerinden Kurmay Albay Sami Küçük’ün anılarından oluşan kitapta, bir başka darbeci; Kenan Evren ile ilgili satırlar dikkat çekiyor. Küçük’ün ’Muş’a gitmek istemediği için çift ikramiye ile emekli olmak istedi’dediği Evren’in futbol oynadığı okul yıllarındaki lakabı “zottirik” miş. Hiç birşey okumaz, konuşmaz, ciddi şeylerden uzak dururmuş. Bu aralar özüne dönüp kendini ciddiyet gerektirmeyen nü tablolara veren “Zottirik Kenan”ın, Türkiye’yi bir gecede 20-30 yıl geriye sürükleyen, gencecik insanları darağaçlarına götüren bir güce erişebilmiş olması ne trajik!



++++++



Dipnot: İngiliz
Büyük Türk Filozofu Taha
Türkçe Olimpiyatlarında verilen Ali Şir Nevai ödülünü almak için sahneye “büyük bir Türk filozofu” ve daha çeşit çeşit övgü ile çağrılan Taha Akyol’un, ödülden sonraki ilk yazısını İngiliz Dış İşleri Bakanı Millband’ın Türkiye’ye uygun bir laik sistem çerçevesi çizdiği makalesine dayandırması çelişki değil mi? Bu derin fikirli, derya gibi, büyük Türk filozofu “Türkiye’de ’ılımlı islam’evhamı var” sonucuna varmak için niye ’daha dünkü çocuk’un referansına ihtiyaç duydu acaba?



++++++



Yerli efendi vahşi olurmuş!
Uslanmayan uslanmıyor; nuh ile de, tekdir ile de, kötek ile de...
“AB sürecinde ’Neden her yerde bu adamın (Atatürk) heykelleri, fotoğrafları var?’diye soracaklar” sözlerinden sonra mahkum olan Prof.Dr. Atilla Yayla’dan inciler yeni Şafak’ta tam sayfa olarak yayınlandı.
“Yerli fikir daha iyidir anlayışının zihniyet haritamda yeri yok” diyen Yayla’nın bu konudaki örneği ibretlik: “Bu ülke bağımsız olmasın, diyen görmedim. Bu efendilerimizin ’yabancı’ değil ’yerli’olmasından başka anlam taşımıyor. Bazen yerlilerin efendiliği daha vahşidir”



++++++



AKP’nin fedaileri
AKP ve CHP Medyası diye ayrılan medyada “fedailik” değil, “gazetecilik” yapanları anlamak için test: CHP Medyası “Deniz’i istifaya çağırıyor”, peki AKP Medyası “Tayyip’i istifaya çağırabilir mi?”
“AKP medyası” demek, koşulsuz iktidar desteği demektir...
“AKP medyası” demek, tek seslilik demektir...
“AKP medyası” demek, hükümeti eleştirmek yerine hükümeti eleştirenleri eleştirmek demektir...
“AKP medyası” demek, iktidar yerine muhalefete yüklenmek demektir.
“AKP medyası” demek, Tayyip Erdoğan’ın canını sıkacak haber ve yorumlara yer vermemek demektir...
“AKP medyası” demek, Katar’dan bulunan paralar ile kamu bankalarından alınan kredilerin birleştirilerek oluşturulan medya demektir...
“AKP medyası” demek, iktidara siper olmak demektir...
“AKP medyası” demek, durumu kurtarmak için bile “tarafsız” gözükmeye gerek duymamak demektir.

* * *

Bizim yazıp çizdiğimiz medya dünyasına “CHP medyası” diye isim takıyorlar...
Şunu demeye getiriyorlar: “Biz AKP medyası isek... Siz de CHP medyasısınız...”
Yani... Onlar AKP’nin fedailiği yapıyormuş... Buna mukabil... Biz de CHP’ye fedai yazılmışız...
Onlar “Tayyip’in adamları” imiş... Biz de “Deniz’in askerleri” imişiz...
Ne varmış bunda? Onların tenceresi kara ise, bizim tenceremiz de karaymış...

* * *

Benim nazarımda “fedailik kriteri” şudur:
AKP hükümetinin herhangi bir bakanı, herhangi bir yanlışa imza attığında...
Senin gazetenin her köşesinden “Bakan istifa” haykırışları yükseliyorsa...
Senin gazeten fedai gazetesi değildir...
AKP hükümetinin herhangi bir açık beceriksizliği söz konusu olduğunda...
Senin gazetenin her köşesinden “Bu AKP’den bir cacık olmaz” yorumları yükseliyorsa...
Senin gazeten fedai gazetesi değildir...
Açıp bakın dünkü gazeteleri... Senin gazetelerin “Remzi Gür’ün mahkeme tarafından onaylanan rüşvet olayı” na tek bir satır bile yer vermezken...
“CHP medyası” dediğiniz gazetelerin köşelerinden “CHP’den cacık olmaz” yorumları ile “Önder Sav istifa” haykırışları at başı gidiyordu...
Kısacası... Bizler, yani “Deniz’in adamları”, gerektiğinde Deniz’i istifaya çağırıyoruz...
Peki söyler misiniz? Sizler, yani “Tayyip’in adamları”, gerektiğinde Tayyip’i istifaya çağırabilir misiniz?



++++++


Devlet Bey’in şifreleri

Türkiye ekonomisinin geleceğini kestirmeye çalışanların odaklanacağı aktörler arasında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye özel bir paragraf açmak gerekiyor. Her söylemini yazılı kayda alan, tarihe not düşmeyi tercih eden, prensip adamı profili çizen Devlet Bey’i 2002-2008 döneminde hayati konuma taşıyan 5 faktörü sıralayacak olursak.
1-Koalisyon ortağı olduğu dönemde, 10. Cumhurbaşkanlığı için Ahmet Necde Sezer isminde uzlaşma sağlaması
2-AK Parti’yi iktidara getiren 3 Kasım 2002 seçim sürecini başlatması
3-22 Temmuz 2007 seçiminden sonra Başbakan Erdoğan’ın alternatif adaylı bir listeyle gelmesini beklemeden 367 engelini aşmak üzere Meclis’te bulunması ve Abdullah Gül’e Çankaya yolunun açılması.
4-Üniversitelere türbanla girişin kapısını aralayan Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerindeki değişikliğe destek verilmesi ve ardından AK Parti ile ilgili kapatma davasının hızlanması.
5-Bugün. “AK Parti devam etsin, sorumluluğu olanlar cezalandırılsın, Erdoğan siyaseten dinlensin” tezinin işlenmesi.



++++++



İyi polis, kötü polis

Emine Ayna: PKK bir realitedir. Sayın Öcalan’a kulak kabartalım.

Aysel Tuğluk: Artık birbirimizi yaralamayalım. Ülkenin üniter yapısıyla, bayrağıyla, marşıyla sorunu olmayan bir inisiyatif kuralım.

Bu senaryoda bize düşen ne peki? Bebek katili Öcalan’ın en ateşli savunucusu, avukatı, çocukluğundan beri PKK ile içli dışlı olan, Apo hayranı Aysel Tuğluk’u beyaz bir barış güvercini kabul edip, kanatlarını mı okşayacağız? Bu sakın bir kısım DTP’yi normalleştirip, PKK’nın siyasallaşması girişimlerine meşruiyet kazandırmayı hedefleyen bir iyi polis-kötü polis oyunu olmasın?



++++++

MİNİ YORUM

Azıcık şuur lütfen...
Radikal'in haberine göre; Ali Babacan Kızılcahamam'da AKP Milletvekilleri'nin sorularını yanıtlarken, malum tespitin AP'de görevli bir İtalyan vekile ait olduğunu, kendisinin de onayladığını söylemiş. Özrü kabahatinden büyük. İtalyanın biri, Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı'na 'Sen Müslümansın. Türkiye'de yaşıyorsun. Ve senin ülkende, siz Müslümanlar baskı altındasınız..." diyecek. Bizim Bakan da "Aaaaa, evet gerçekten öyle" yanıtı verecek. Ne denir ki? Biraz şuur! Azıcık...
* Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları