Nemrut Mustafa Divanı
Lafa gelince “Şairleri, ozanları ve yazarları susmuş bir milletin hayat damarları kopmuştur” sözünü zikredenler, işlerine gelmeyince memleketin ozanlarını susturmak için ellerinden gelen her şeyi yapmaktan da geri durmuyorlar.
Devleti kuran irade olan Türk milliyetçiliğini tasfiye etmeye kalkışanlar ülkücülerin sesini zindanlara sokarak susturmaya kalkışınca Ozan Arif “Gurbet Vatan”da haykırışını sürdürmüştü. Ülkücü hareketin özellikle 80 sonrasındaki yapılanmasında O’nun emeklerini inkâr etmeye kimsenin hakkı yoktur. “Susman Ben”den tutun da “Sürgün”, “Ölmez bu hareket, ölmez bu dava”ya kadar yüzlerce eseri, sindirilmek istenen Türk milliyetçilerinin dillerine pelesenk olmuştu.
Mamak duruşmalarında savunma yapan merhum Türkeş ve arkadaşlarının seslerini bütün dünyaya Ozan Arif duyurmuştu. Aynı Ozan Arif şimdi Türkeş’in partisince mahkemeye veriliyor.
“Dünyanın neresinde bir Türk var ise orası koskocaman bir Türkiye’dir” anlayışı ile Bosna’ya, Karabağ’a, Doğu Türkistan ve Kerkük’e destanlar yazan Ozan Arif, 12 Eylül darbecilerinden sonra şimdi de Ermeniperestler tarafından mahkemeye veriliyor. Türk olmanın neredeyse suç sayıldığı Türkiye’de “Türk-İslam güneşi batmaz Karadeniz’de” sözlerini yazdığı için infaz edilmeye kalkışılıyor.
İsmail Türüt’ün Karadeniz ağzı ile okuduğu şarkı yüzünden “muhipler” telaşa kapılıp saldırıya geçtiler. Biz bu memlekette “Amerikan, İngiliz muhipleri” olduğunu biliyorduk. Hatta “AB muhipleri” nin etkinliğine de şahit oluyorduk ama Ermeni muhiplerinin her yere sirayet edebileceğini tahmin edemiyorduk.
Ermeni diasporasının Avrupa ve ABD’de deli gücünü bilmekle beraber Türkiye’de yaptırım uygulama cüretini sergileyeceklerini bilmiyorduk. Ama tarih tekerrürden ibarettir. Ders almak gibi alışkanlıklarımız olmadığı için tarihin tekerrürünü izlemekten başka bir şey yapamaz hale gelmişiz.
Ozan Arif ve İsmail Türüt için “mütareke basını” tarafından başlatılan yargısız infaz, hatta linç girişimlerini yakından takip ederken aklıma “Peyam-ı Sabah”, “Alemdar”, “Köylü” gibi İngiliz işgaline alkış tutan devrin “mütareke matbuatı” geldi. O gazetelerin Ali Kemal gibi yazarlarını midem bulanarak hatırladım.
Dün İstanbul’u işgal eden İngiliz komiserlerinden nemalanan Ali Kemaller bugün de AB fonları ve Soros’ca beslenip semirtilerek Türk’e saldırmıyorlar mı?
Dün memleketin vatanperver evlatlarını Nemrut Mustafa Divanı’nca yargılayıp idam sehpasına yollayanlar bugün yöntemlerini çağın teknolojik gelişimine uydurarak gerçekleştirmiyorlar mı?
Dün Ermeni Kilisesi, işgal karargahı ve mütareke matbuatının oluşturduğu Nemrut Mustafa Divanı’nın bugün Soros’un tosuncukları, Ermeni muhipleri, Molla Sait’in yoldaşları ile basındaki uzantıları oluşturmuş durumda. “Sen misin Türklüğü savunan, sen misin Sevr’den bahseden, sen misin memleket tehlikede” diyen derhal Nemrut Mustafa Divanı’na sevkedilir anandan emdiğin süt burnundan gelene kadar süründürülürsün. Bebek katilinin infazını önlemek için yasalardan idam hükmü çıkarılmasa Türk olmak suçu ile darağacına bile yollanırsın. İdam infazından kurtulduğuna şükredip tecrit edilme rızası ile kurtulabilirsen öp de başına koy öyle mi?
Dün Ankara’daki duruşmadan önce Ozan Arif’e “Üstad boşver bu vatan-millet meselesini, kuşlara ve çiçeklere dair şiirler yazsaydın bu mahkeme koridorlarını aşındırmazdın” diye takıldım. Önce tebessüm etti. Arkasından Sıhhiye’deki Adliye Sarayı bahçesine girdiğimiz andan itibaren Ozan Arif’i bağrına basan bekçi, polis, avukat, savcı, hakim, icraya uğramış vatandaş, borç senedi yüzünden mahkemeye düşen gariban namus davası için kelepçelenen kader mahkûmundan adliye çaycısına kadar herkesin desteğine tanık olunca yüzüm kızardı. Latife yaptığıma bile pişman oldum. Arif Ağabey, tevazu ile kendisine uzatılan her eli sıkarken, kucaklayan bedenlerin sıcaklığı ile kavrulurken gözlerinde “susmam ben” kararlılığı depreşiyordu.
O’nu Ankara’dan İstanbul’a yolcu ederken Nemrut Mustafa Divanı üyeleri ve mütareke matbuatının kalemşorlerinin akıbetini düşündüm.
Sahi ne olmuştu onlara?