Ne zaman ders alacağız? (15 Ağustos 2017)
NTV, DAEŞ diyor. CNN ise DEAŞ. Bu işe Taliban ve IŞİD diyerek başlamıştık. Hangi yakıştırmayı kullanırsan, kullan. Gerçek olan melanet örgütü. Dindaşını bile katlediyor. Hem de barbar yöntemlerle. Gırtlak kesmek, canlı canlı yakmak bunlardan. Hedefe oturttukları arasında, en ön sırada Türkiye Cumhuriyeti var. Çünkü din ve devlet işlerinin ayrıldığı ender İslam ülkesiyiz. Yani onlara göre kötü örneğiz. Eylemleri de çeşit çeşit. Bombalamaktan, kurşuna dizmelere kadar. Bunların yeri ve mekanı da önemli değil. Burkina Faso'da restoran ve otele saldırıyorlar. Sırf adı "Aziz İstanbul" olduğu için. Aynı gün saat farkıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde bir polis memuru şehit ediliyor.
Tedbir arkadan geliyor
Geçmişten bir anıyla örnekleme yapacağım. Emniyet müdür muavini bir arkadaşımla maçtan çıktık. Onun sorumluluk bölgesi, Eminönü ve Fatih'ten geçiyoruz. Yol kontrolleri var. Bizimki, her noktada durup uyarlamanın nasıl yapılacağını gösteriyor. Genç memurlar çakılı halde duruyor. Olay üst amirlerde düğümleniyor. Arkadaşımın sözünü ettiği bunlara devamlı eğitim verildiği şeklinde. Sonuç ise gözlerimizin önünde. Dayanamadı "Ben seni evine bırakayım. Bu işe devam edeceğim" ile ayrıldık.
Haydi isimlerini es geçeyim, bu İstanbul ne emniyet müdürleri gördü. Siyasi Şube timleri, Dev-Sol militanlarıyla çatışıyor. Operasyon tamamlandığında ilk lafı "getirin bana silahımı" diyenlere birebir tanık oldum. Sonra elde makineli medyaya pozlar verilirdi. Peki bu adamı, bu kadar hayati bir kente atayanlar hiç mi vicdan azabı çekmedi. "O bizden" mantığı tarih boyunca egemen oldu. Maalesef bugün de aynı zihniyet hâkim.
Kıtadan kıtaya
Burkina Faso'daki vatandaşlarımızın ölüm ve yaralanmalarıyla sonuçlanan saldırıyı bir kenara bırakalım. Vatan Caddesi'nde polis memuru Sinan Acar'ın şehit edildiği olaya iyi bakmalıyız. Melunu yakaladın. Tamam. Ya sonra? Bu nasıl üst araması? Koca bıçak nasıl bulunamıyor? Neticede 24 yaşında bir polis bunun bedelini canıyla ödüyor. En acıklı olan geniş kapsamlı operasyonun şehadetten sonra başlatılması. Tıpkı Trabzon-Maçka'daki gibi. Sanki o bölgede kısa süre önce üç güvenlik mensubu şehit edilmemişti. Takviye birliklerin yollanması için atmaca bakışlı Eren Bülbül'ün öldürülmesi mi beklenmeliydi? Artvin yolunda Kemal Kılıçdaroğlu'na yapılan saldırı da uyarı değil miydi?
İki şarkıyı devamlı çalmalıyız. Biri asırlar öncesinden. Abdülgadir Maragi'nin "Uyan ey gözlerim gaflet uykusundan". Diğeri yakın dönemden ve tam bize uygun. Bir Serdar Ortaç bestesi; "Ben adam olmam".
Tekrarlamak mecburiyeti hissediyorum; tedbir, tedbir ve tedbir. Gevşemek yok. Çünkü sonuç kanlı gözyaşları!
...
ÖZEL NOT: İstanbul'da 386 bekçi göreve başladı. Yeterli sayı oluşunca ikili devriye atacaklar. İnanalım mı? Amaç "evrak getir-götürü". Bizim yaştakilerin Bekçi Babası'nı bulmak artık mümkün değil. "Haydi evinize" demeleriyle bilardo salonu boşalırdı. Yine de "Onların düdüğünü işitmek" moral unsuru olacaktır. Bir yerde de güvence. Hepsine hoş geldiniz diyorum. Hayırlı olsun. Merak ettiğim konu ise sembol olmuş bıyıklara izin çıkacak mı?
***
Sosyal hurafeler
Deniz Bayramoğlu, çarpıcı konu ve değişik konuklarıyla ilgi alanı haline geldi. Dört saat boyunca göbek bağı gömmekten bebeğin ağzına tükürmeye kadar hurafeler işleniyor. Bunları tartışanlar arasında siyaset bilimcileri ve ünlü akademisyenleri görmek hoş. Aklıma Şaman inanışları geliyor. Hani "kurumuş ağaçlara kötülük cinlerinin saklanması" örneği. Bu da zamanımıza "tahtaya vur, tahtaya vur" olarak gelmiştir. Mesela benim geleneksellerimden bazıları hiç değişmez; "kapıdan sağ ayakla girip çıkmak" kimi ritüellerim de bana özgüdür. Yıllar içerisinde oluşmuştur. Bunlardan biri okul maçı öncesi meydana geldi. Yemekte pilavı olduğu gibi bırakmıştım. Çok yaşlı biyoloji hocamızın geleceği tuttu. Ninemiz gözlüklerinin arkasından cin gibi bakışlarıyla dolu tabağımı yakaladı. Kalaylı kaşık dönemi. Bunlardan birini aldı ve başladı kafama vurmaya. O vuruyor, bizim fırlamalar sayıyor; "21, 22, 23..." 400 dediğinde yoruldu. 40 kilo ağırlıkta vücudu ve incecik bilekleriyle yine de iyi götürmüştü. Kafam ise gerçekten şişti. "Hindistan'daki açları düşün, bunu bir daha yaparsan, mezarımdan çıkar gırtlağına yapışırım" dedi. Sonra o ağır kaşığı önüme fırlattı ve çıktı gitti. O gün bugündür pilavı yiyeceğim kadar alırım. Tek bir pirinç tanesini bile bırakmam. Tıpkı ekmek kırıntılarını toplayıp kuşlara vermem gibi. Bunlar hurafe değil. Olması gerekenler. "Çaput bağlama"ya benzemiyor.
Bayramoğlu'nun "ilişki detoksu" adını verdiği bölümü de ilginçti. Her şeyden önce Özlem Denizmen isimli bir sosyal girişimciyi tanıdık. "Bütün dahiler çatlaktır" sözünün en tipik örneğiydi.