Ne kadar mutluyduk arabuluculuklarımızla
Arabuluculuklarımızla mutlu mutlu dışişlerimizi yönetip duruyorduk. Buna ek olarak “komşularla sıfır sorun” larımızla! Ayrıca “win win” lerimiz de vardı (kazan kazan).
Böyle şablon niyetler ve şablon önermelerle iş kendiliğinden yürüyordu. Biz “yeniydik” ya. Yeryüzünde başka “yeni” hiçbir şey, hiç kimse ve hiçbir politika yoktu ya, bizim yeniliklerimiz ki dünyayı hayran bırakıyordu, sonsuza kadar sürecek sanıyorduk. Biz, seksen yıllık “eskimiş” gözüyle bakılan Cumhuriyetin eskimiş farz edilen politikalarından bambaşka şeylerdik (!)
Üstüne üstlük, bir de İslam âlemine lider olmamız gibi bir vehmimiz, zannımız vardı. Bir “one minute” ile bunu başaracağımızı sandık. Bu, Arap veya İslam âlemini küçümsemek demekti.
Atatürk modelini birçok İslam ülkesinin çok değerli bulduğunu biliyoruz ve bugün sağa sola çalım satmamız da bu modelin ne kadar sağlam olduğunu gösteriyor. Ama yönetimde gelinen nokta, asla özenilecek bir yer değil. Bunu İslam âlemi görüyor.
Condelazza Rice “Kuzey Afrika ülkeleri için kusursuz bir fırtına öneriyoruz” dediği vakit işin bu kadar kolay ve çabuk olacağını sanmamıştı herhalde. Obama’nın her gün başka telden çalan demeçlerine bakılırsa, bu böyle. Batı da şaşkın, Amerika da. Onların renkli devriminin öteki ucunda Arap halklarının bunca yıllık birikimi, tecrübesi ve bunalmışlığı var. Gürcistan yahut Ukrayna deneyimine benzemiyor bunlar. Mısır’daki hareketin “sınıfsal” niteliğine de dikkat çekenler var. Üstelik Mısır’daki işçi hareketlerinin, sendikal hareketlerin Mübarek zamanında yeteri kadar destek görmedikleri muhakkaktır da, şimdi herhalde, hareket damgasını basmış olmalıdır veya basmaya hazırlanmaktadır.
***
Arap dünyasının bedevilerden, çöl aşiretlerinden ibaret olmadığını, bu dünyaya lider olmaya soyunduğumuz zaman anlamalıydık ama onların “entari”leri ve çeşitli ekonomik, siyasi sıkıntılar içinde olmaları, bu düşüncemizi haklı çıkaracak sathi, yüzeysel işaretler oluşturuyordu. Şimdi görüyoruz ki Mısır’da, “eş başkan” ayaklarına yatıp Mübarek’e akıl öğretmeye kalktığımız zaman aldığımız tepkiden sonra, Libya’da böyle bir şeye kalkışamıyoruz. Libya’da Türk işçileri de var, onları da gözetmek zorundayız ama hareket başladıktan üç gün sonra bile Libya’da istikrarın devam ettiğini söyleyenler de bizimkilerdi. İşçilerimizi tahliye etmeyi bile beceremedik, liderlik şöyle dursun!
***
Bundan sonra, yazılarımda sık sık önereceğim veya hatırlatacağım iki şey olacak: Biri Paşa hanımlarının çok isabetle üstünde durdukları, Silivri duruşmalarının canlı yayınla verilmesi.
İkincisi de YSK (Yüksek Seçim Kurulu)nu tartışmaya açmak.
Öyle sanıyorum ki bu iki şey, Türkiye demokrasisinin kurtuluşunda büyük yer tutan iki husus olacaktır.