Myanmar sizinle gurur duyuyor
Deniyor ki:
“Otorite” boşluğu meydana geldiği için, Libya’ya giriş-çıkış’ta sorun var.
*
Olaylar patladığından beri...
*
709 Filistinli
569 Myanmarlı
415 Somalili
225 Eritreli
128 Afganlı
57 Suriyeli
54 Iraklı
46 İranlı
40 Pakistanlı
32 Cezayirli
31 Faslı
20 Ruandalı
12 Çinli
8’er Kongolu, Tunuslu
7’şer Vietnamlı, Mısırlı
6’şar Ganalı, Bangladeşli
5 Sri Lankalı
4 Dominikli
3’er Ugandalı, Gambiyalı
2’şer Ekvadorlu, Nijeryalı
1’er Fildişi Sahilli, Hintli, Filipinli, Sudanlı, Nepalli yasadışı yollardan Türkiye’ye “giriş” yaptıktan sonra, Avrupa’ya “çıkış” yapmak için “feribot” beklerken 14 ayrı şehirde enselendi.
*
Ha bi de Sierra Leoneli var.
*
Hani, hükümeti eleştirenlere “bunların önüne harita koysak, adı geçen ülkelerin yerini bile gösteremezler” diyor ya Başbakanımız... Öyle hakikaten.
*
Ordan çıkaramadığımız...
En az 20 bin küsur.
Buraya giren...
En az 2 bin küsur.
*
Bunlar yakalananlar çünkü...
Gerisi meçhul.
*
Oraya pasaportla gönderdiklerimizin sayısını bilmediğimiz gibi, buraya pasaportsuz girenlerin sayısını da bilmiyoruz.
*
Sanırım o yüzden “otorite boşluğu meydana geldiği için, Libya’ya giriş-çıkış’ta sorun var” deniyor...
Otorite olsa, sorun yok.
MÜSTERİH NOT:
Dünkü yazımda, Trablus Büyükelçiliğimizin, Libya’nın patlamasına 48 saat kala “Müsterih olun” diye duyuru yayınlandığını... Bu skandal duyurunun Libya patlar patlamaz, Trablus Büyükelçiliğimizin resmi internet sitesinden apar topar silindiğini... Ancak, Başbakanlık’a ait olan “müşavirlikler.gov.tr” adresinden silmeyi unuttuklarını, duyurunun kabak gibi orada durduğunu yazmıştım. E ben bunu yazınca, Başbakanlık’a ait siteden de saat 10 gibi sildiler. Ancak... Bu sefer de, Trablus Büyükelçiliğimizin resmi internet sitesindeki Ticaret Müşavirliği bölümündekini silmeyi unuttular iyi mi!
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Tayyip alerjisi
Değerli sanatçı Levent Kırca kalp spazmı geçirdiği için hastaneye kaldırıldı. Müjdat Gezen dün Amerikan Hastanesi’nde yatan dostunun ziyaretine gitti. Baktı Levent’in iki kolunda iki kurdele. Sol kolundaki yeşil kurdeleyi sordu:
- Bu bende penisilin alerjisi olduğunu gösteriyor, dedi Levent...
- Peki öteki kolundaki kırmızı kurdele.
- O da Tayyip allerjisini gösteriyor...
İki sanatçı kahkahaları koyverdiler...
Levent Kırca en geç bugün taburcu ediliyor... Geçmiş olsun Sevgili Kırca...
Melih Aşık / Milliyet
+++
Analar daha böyle korkağı doğurmadı
Nâzım Usta’dan aldığım ayakla diyorum ki: “Ne gözaltına alınmaktan korkmak ayıp, ne de düşünmek Silivri’yi...”
Daha önce de yazdım, yine yazıyorum: Gözaltına alınınca:
Korktum, Silivri’yi düşündüm ve içimden mahpushane çeşmesi aktı.
Korkmak ayıp değil ki!
Ayıp olan korkuya teslim olmaktır. Ayıp olan korku yüzünden tornistan etmektir.
***
Mesela dün Habertürk’te benim korkularımla sözde alay eden “Jöleli”yi ele alalım...
Ne diyor lisan-ı hal ile “Jöleli”?
Şunu diyor:
“Ahmet Hakan da korkmuş, ben de korkmuştum...
Demek ki ikimiz de korkağız... Yaşasın korkaklık kardeşliği...”
Hop! İşte orada dur bakalım “Jöleli”.
Tamam, korkak olmaya ikimiz de korkağız ama aramızda bir korkaklık akrabalığı
kurulamaz.
Senin durumun şöyle:
Korkmadan önce...
“Bu iktidar her şeyimizi yabancılara peşkeş çekiyor” diye feveran edip ulusalcılığın şampiyonluğuna soyunmuş bir adamdın.
Hatta bir ara MHP Genel Başkanı falan olacaktın. Ama korktuktan sonra...
“Tayyip Erdoğan gibisi bin yılda bir gelir” deyip temenna çekmeye başladın, el etek öptün.
Hatta bu konuda o kadar ileri gittin ki, artık kimse “yalaka” demiyor, “Jöleli” deyip işi bitiriyor. İşte buraya yazıyorum: Sen yine korkacaksın ve bu kez de ilk fırsatta Tayyip Erdoğan’ı satacaksın.
Bana gelince...
Ben korksam da, ödüm patlasa da, soğuk terler döksem de, titresem de...
Asla “Jöleleme” yapmam.
Hem korkarım, hem de dik giderim. Hem korkarım, hem de Silivri’yi göze alırım.
Yani demem o ki “Jöleli”...
Benim korktuğumu görüp, “Yaşasın! İşte benim gibi bir korkak daha!” diye kendine yandaş devşirdiğini sanma.
Unutma! Senin gibi bir korkağı henüz analar doğuramadı.
Ahmet Hakan / Hürriyet
+++
Demek ki seçim hileliymiş
Seçim demokrasinin tek şartı değildir ama dürüst bir seçim ilk şartıdır!
Yeni bir seçim yaklaşıyor ve rejimle ilgili kaygılar besleyen yığınlar yine hile yapılacağından korku duyuyor.
Boş bir kuruntu değil, sebebi olan bir
korkudur bu.
2007 Temmuz seçimine dört ay kala İstanbul Milletvekili Bülent Tanla meclis kürsüsünden 4,5 milyon seçmenin yazılmadığını iddia etmişti.
Ciddiye alınmadı, çare aranmadı.
Önümüzdeki Haziran’da yapılacak seçimde şimdi 50 milyon dolayında vatandaş oy vermek üzere sandık başına çağrılacak.
Bu rakam 4 yıl içinde seçmen sayısının
8 milyon artmış olduğu anlamına geliyor.
Böyle bir seçmen patlaması mümkün olamayacağına ve bugünkü seçmen sayısının gerçeğe daha yakın olduğu kabul edildiğine göre ne çıkıyor?
Demek ki 2007 genel seçiminin 4,5 milyon eksik seçmenle yapıldığı iddiası tam olarak gerçeği ifade ediyormuş!
Güngör Mengi / Vatan
+++
Ayıptır TRT ayıptır
Bu muhafazakar demokrat AKP döneminde ülkenin bütün muhafazakar değerleri ayaklar altına alındı.
Alın TRT’nin Türk diline karşı tutumunu...
Dil; bir topluluğu millet yapan en önemli geleneksel değerdir.
Onu korumak ve yaygınlaştırmak uygar devletlerinin tümü tarafından benimsenmiş bir politikadır.
Öyleyse önemli bir devlet kurumu olan TRT de Türkçe’nin yaygınlaşması için çok titiz davranmak zorundadır.
Peki öyle mi yapıyor İbrahim Bey’in yönettiği bu TRT?
Bu seneki Eurovision şarkı yarışmasına yine İngilizce bir parça ile katılacakmışız.
Kaç yıldır İngilizci oldular ama akılları bir türlü başlarına gelmedi...
Yüksek Sadakat adlı grubun seslendireceği o parçayı tesadüfen dinledim.
Avrupa’da binlercesi, on binlercesi yapılmış sıradan bir şey...
Hadi müzik yönünü geçtik de dili neden Türkçe değil?
İngilizce söyleyince sizi beğeneceklerini mi sanıyorsunuz?
Kendi dilinden ve kültüründen utanan bu zihniyetin adı nedir biliyor musunuz?
Sömürge aydını zihniyeti?
Vaz geçin o tırıvırı İngilizce şeyden...
Şöyle bir kırık hava parçadan uyarlama yapıp onunla gidin yarışmaya...
Arkada da Yozgat dolayından gençler oynasın...
Bakın nasıl ilgi görecek?
Rıza Zelyut / Güneş
+++
Dünyanın resmini yapabilir misin?
İşte bir açıdan dile getirmeye çalıştığım dünyanın resmi:
1. ‘Sürüklenen’ insanların sayısının giderek arttığı, bunları ‘denetlemeye’ çalışanların gücü ele geçirmeye çalıştığı dünya. Bu çağın bir görünüşü değil bu: Yüzlerce yıldır bu gezegen, sürüklenen-denetleyen karşıtlığını yaşamakta.
2. Çaresiz, aç, yoksul olanlarla ’çıkarlarını’ sürekli artırmaya çabalayanların karşıtlığının yaşandığı çaresiz-çıkarcı zıtlığındaki dünyadayız.
3. ‘Sürü’ halinde yaşıyoruz, ‘gütmeye kalkan’lar var, bu yüzden! Sürüler ve güdenler karşıtlığı yaşamış, yaşamakta dünya!
4. Dünyaya egemen olan düzen, ortak yaşam yaratma gücüne sahip: Modalar, tüketim seferberliği, medyayla ele geçirilmiş bakış, düşünüş biçimleri. Bu düzene ’özenen’insanlarla, onları özendiren, düzene kendini kaptırmış insanlar yaşıyor bu dünyada. Özenen-özendiren karşıtlığı var bu dünyada.
5. Gücü elinde tutanlar, yalnızca siyasal, yalnızca ekonomik, askeri anlamda değil, ‘kültür’ olarak da gücü elinde tutanlar, kendi dünya görüşlerine körü körüne bağlı kalarak, kendisi gibi düşünmeyen, inanmayanlar üzerinde büyük bir ezici güç uygulayıp amaçlarına varmak için ‘piyon’lar, ‘maşa’lar kullanıyorlar! Kör inançlılar ve onların kullandığı insanlarla dönüyor, dünya. Maşalar-kör inançlılar dünyası bu dünya.
Ahmet İnan / Akşam
+++
Geldi mi gitmez diktatör...
Diktatörden kurtulmak kolay değildir...
Bir kez geldi mi asla gitmek istemez...
Bu anlaşılır bir tepkidir; çünkü gidecek yeri yoktur diktatörün...
Nereye giderse gitsin, kentlerde, sokaklarda. Evlerde, herhangi bir köşe başında, yakasına yapışacak birilerinin olduğunu bilir...
Kaçamaz da...
En ıssız bir köşeye çekildiği zaman dahi, bir çığlık duyar...
Babasız bıraktığı bir çocuğun, bir kadının, yok ettiği bir yaşamın, ya da demir kafeslerin arkasından gelen ve asla susmayan bir çığlık, onu izler...
Diktatör gitmek istemez...
Çünkü ona yardım edecek, onu koruyacak, varsa hakkını iade edecek tek şey olan hukuku zaten kendisi yok etmiştir...
Yok ettiği adil yargılamayı önce kendi yüreğinde bulamaz...
Yargı düşman gibi gözükür diktatörün gözüne...
Ve tek şeyi güce yapışır...
Bırakmaz...
Bırakamaz...
*
Peynir gibi birçok çeşidi vardır diktatörün.
Demokrasi yolu ile gelen diktatörün ilk işi geldiği yolu, yani demokrasiyi ortadan kaldırmaktır...
Ki gidişi olmasın...
Önce yargıyı, üniversiteleri, medyayı, sendikaları, sivil toplum örgütlerini, muhalif aydınları yok etmeye bakar...
Kendi polis ve istihbarat gücünü oluşturur.
Yapabilirse kendi ordusunu da...
Ve...
Cehenneme çevirir ortalığı...
Evler basılır, insanlar götürülür, telefonlar dinlenir, özel hayat diye bir şey yoktur, toplum konuşmaktan korkar...
Ve durmadan “benim milletim”, “millet istiyor”, “millet için” deyip durur diktatör.
*
Özünde bütün diktatörler aynıdır...
Gözlerinde kin, bakışlarında intikam, dillerinde lanet, sözlerinde nefret vardır...
Bağırarak konuşurlar...
Kendi çevreleri ise; asla tepki vermeden, yalakalık dışında ağızlarını açmadan, alkışlamak dışında ellerini kaldırmadan, birer köle gibi dinlerler diktatörü...
Kolay kolay gitmez diktatör...
Eeeee...
Daha ne diyeyim ben size...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet