Muhasebe
Ülkemizin meselesi malum çok. Hatta, çözemediğimiz, meselelerin kaynağı olduğumuz için de azalmıyor, aksine çoğalıyor. Bu bahse 1938'den itibaren diye başlamak daha adil bir davranış olur düşüncesindeyim. Başlıklarını sıralamak gerekirse, 1940'da Türk tarihini başından (milat öncesinden) günümüze kadar ele alan ders kitapları müfredattan çıkarıldı. Yunanca dili bütün okullara ders kitabı olarak kondu. Gelişmemizin "Grek" medeniyet dairesine girmekle mümkün olacağı varsayımıyla 1944'de millî eğitim müfredatında köklü değişiklikler yapıldı. Yetmedi, Lozan'da "idari ve adli kapitülasyon" adını vererek şiddetli tartışmalardan sonra reddettiğimiz şartları, 1946'da güvenlik açısından Truman Doktrini, ekonomi açısından Marşal Planı ile kabul ettik. ABD'den gelen "uzman" heyetler işe eğitimden başladı, müfredat programı kısa zamanda hazırlandı. Bu adımlar ekonomi, yönetim, güvenlik gibi diğer alanları da kapsadı. Özü itibarıyla zamanımıza kadar devam eden, dokunulması "günah" sayılan müfredat programı 76 yıldır uygulanıyor. Nesiller buna göre yetiştirildi. Öğrencilerimiz tarih gibi zevkli bir dersten, adeta nefret eder duruma geldi. Kendi tarihini, medeniyetini, kültürünü, dilini, dinini, kimliğini bilmeyen, "dünya vatandaşları" yetiştiriyoruz. Bunun sonu hiç olmaktır. Acılarımızın kaynağı buradadır.
Bu gerçeğin inkârı mümkün değil. Nitekim, bizim çocuklarımız MEB dahil üniversitelerin, meslek sendikalarının ve çeşitli kurumların araştırmalarında, üzülerek söyleyelim ki, emsal ülkelerin çocuklarıyla kıyaslanamayacak kadar çok geridedirler. Utanılacak bu duruma rağmen hayıflanmaktan başka bir şey yapılmıyor, meselenin köküne inilmiyor. Bu emperyalist tuzağa nesillerimizi daha ne kadar kurban vereceğiz? Allah korusun bu gidişin sonu felakettir, diyemiyoruz.
Her şeyin temeli olan Millî Eğitim müfredatı öncelikle bizi biz yapan, yukarda ifade edilen alanlarda kendimize dönmek ve kendimizi doğru tanımakla mümkündür. Büyük Atatürk'ün özetlediği gibi "Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır." Mesele budur. Yetişecek çocuklarımız Türk milletinin mensubu olmakla iftihar etmelidir. Milletler yarışında ilerlemenin çağın bilim ve teknolojini yakalamanın ve öne geçmenin yolu budur. Demek ki, bize adı değil müfredatı millî olan bir eğitim öğretim programı lazım. Bu hayati gerçeği Türk Milletin kopmuş olanlar ve işbirlikçiler hariç bilmeyen yoktur.
HDP kapatıldı da ne oldu?..
Aslında HDP muhatap alınamaz. Çünkü onun Kandildeki KCK/PKK terör örgütünün izni olmadan terörü kınaması mümkün değil. Böyle bir iradesi yok. Terör örgütünden de kendini lanetlemesini beklemek abestir. Havanda su döğmenin, kendi kendimizi aldatmanın alemi yoktur.
Acı olan şudur ki; bütün siyasi parti yöneticileri ve yandaşı medya mensuplarının büyük çoğunluğu başta olmak üzere, (İYİ Parti kısmen hariç), HDP kapansın diyenle, kapanmasın diyenlerin, şu ideolojinin veya bu ideolojinin mensupları, (Türk Milliyetçilerinin büyük çoğunluğu hariç) tamamı kapatıldı da terör bitti mi gerekçesiyle kapatılmaya karşı çıkıyor. Kapansın deyip de, TBMM'de grubu olduğu ve Yargıtay Başsavcılığına müracaat yetkisi bulunduğu halde gereğini yapmayanlar da dâhil, gösterdikleri gerekçeye ne kadar inanıyorlar ayrı bir mesele.
Kapatılma malum siyasetin değil hukukun konusudur. Bu bilindiği halde hukuku, siyasi emelleri, beklentileri ve ideolojik saplantıları sebebiyle çiğneyenler, haksızlığa, "ihkak-ı hak" dönemine, teröre ve anarşiye kapı açtıklarını bilmiyorlar mı? İşlerine geldiğinde sabahtan akşama kadar "hukukun üstünlüğü yok edildi" şikâyetini yapanlar değil mi?
"PKK'nın partileri kapandı da ne oldu? Yenisi kuruldu daha da kötü oldu" diyenler ne kadar samimiler bakalım. Evrensel hukuka göre, suç ve ceza arasındaki ilişkinin iki temel gerekçesi vardır. Ceza, 1. Kamu vicdanını tatmin için 2. İbret alınması ve caydırıcı olması için verilir. Bunun için de özellikle medeni toplumlarda, her suça bir ceza verilir. Ama suçlar ortadan kalkmaz. Suç yine işlenmeye devam eder. Böyledir diye ceza ortadan kaldırılamaz. HDP kapatılır, ama terör bitmez. Çünkü kapatma tek başına çare değildir. Topyekûn mücadele şarttır. Kapanmasın diyenler nedense böyle bir mücadeleden bahsetmiyorlar. 2002'de terör sıfırlanmıştı. Demokratik hukuk devletleri de kapatma dâhil, topyekûn mücadele yaptığı için terörün kökünü kurutmuşlardır.
Unutmayalım ki terör, insanlığa karşı işlenen suçlar sıralamasında soykırımdan sonra ikinci sıradadır. Bu canavarlığa taviz tedbir olamaz. Kandilin iradesi, Türk devletinin iradesini yenemez.