Muhalefete de bir “Deniz Feneri” gerek

Zaman, mekan sorunu yok. Her an, her yerde aynı soru:
- Sonuç beklediğiniz gibi mi?
- Kaç kere söyleyeceğim, değil kardeşim; istediğim gibi de beklediğim gibi de değil!
- Peki nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Değerlendirmiyorum... Hatta aradığınız kişi şu anda akıl tutulması yaşıyor, lütfen daha sonra yeniden deneyin!!!
Bu ruh hali üzerine, bir de okuyucudan gelen e-postalar eklendi “Yüzde 49.95’le yüzleştirme” ataklarına. 12 Haziran 2011 gecesi saat 23.32’de Nevzat Güldoğan imzasıyla yollanmış şu mesaj mesela: “Gezip-gördüklerinizle beraber yaşadığınız yorgunluğunuz yanınıza kâr kaldı. Bize kalan da hüzün oldu. O kalabalıklar sizi, sizler de bizi yanılttınız... Sonuç ortada işte...”
Önce... Okuduğunuzu zihninize yazan en kalın kalemle çizin altını:
Biz hiç kimseyi yanıltmadık.
İl il, ilçe ilçe hatta köy köy gezip “ne gördüysek onu” yazdık.
Ve gördüğümüz şey, -sandıktan çıkan sonuca rağmen- tereddütsüz bir sahiplenme hali, önü alınamaz bir sevgi-ilgi seli, coşku, heyecandı muhalefete karşı... Ne o kalabalıkların, ne de kalabalığı oluşturanların duygularının aktarımında mübalağa yoktu, hatta sözcük bulmakta zorlandığımı biliyorum şahit olduğum birlikte yürüme hevesini tarifte.
Demem o ki hepsi gerçekti. Seyre değil gönlünü vermeye gelmişti o insanların hepsi. Ama oy pusulası ile bir başına kaldıkları o “tabut kadar” bölmelerde ellerine “U” dönüşü yaptıran da bir o kadar “gerçek”ti.
Nitekim bizim milletin ki “hem ağlarım, hem giderim” hikayesi... Hani tamirci çırağına deliler gibi aşık olan genç kızın hasta anası, işsiz babası, okumak isteyen kardeşlerinden müteşekkil “ailesini kurtarmak” için istemeye istemeye “patronun oğlu”yla yaptığı evlilik gibi. “Severek ayrıldı” milli irade ile muhalefetin yolları.

***


İşinden olmuş bir TEKEL işçisini getirin gözünüzün önüne. TÜRK-İŞ Genel Merkezi önündeki eylem çadırında günler ve geceler geçirmiş, buz gibi havada tazyikli suyla dövülmüş... Bu adam sokakta kendisiyle birlikte biber gazı yiyen milletvekili Çetin Soysal’ın partisine mi oy verir AKP’ye mi! Sittin sene, o adamın eli mührü ampule vurmaz dersiniz değil mi?
Peki ya bu iktidar yüzünden işinden olan ve öfkesi gerçek olan o adamın özürlü bir evladı varsa?.. Ve o adam evladına AKP iktidarı döneminde hesabına her ay trink diye yatmaya başlayan 750 TL sayesinde bakıyorsa!
Bütün haklarından feragat edip “evladının sağlığına” kullanmış olamaz mı oyunu o baba!
Yahut iki seçimdir “anlayamadığımız” fındık üreticisi... Biri “yaşlı annesi”nin hesabına 400 TL alıyorsa, bir diğerinin eşi “lohusalık yardımı”ndan yararlandıysa, öteki okuyan çocukların kırtasiye yükünden kurtulduğu için rahatladıysa...
AKP’nin, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü üzerinden insanların evlerine, hayatlarına girmesini sağlayan böyle yüzlerce kalem var...
Seçim gezilerinden yazdığım notları düzenli okuyanlar hatırlayacaktır Ordu’da karşılaştığım bir adamdan bahsetmiştim. Sohbet ederken bir anda gençliğe hitabeyi okumaya başlamıştı:
“Bütün kaleler zaptedildi, tersanelere girildi, satıldı, savıldı; hepsini de AKP iktidarı yaptı!..”
Aynı adamın “oyun kime” soruma verdiği cevap neydi tahmin edin:
“AKP’ye!..”
Yaaa, ben de aynı sizin gibi kalakalmıştım o an işte. Şaşkınlığımı görünce, TOKİ’den ev aldığını, dolayısıyla borçlandığını anlattı. Çok temel bir kaygısı vardı: “Ya başka bir iktidar gelir de faiz oranlarıyla oynarsa; borcum bitene kadar ben AKP’ye bağımlıyım!”
Bağımlılık bir hastalık değil mi?
Peki bir hastalıktan kurtulmak sadece “teşhis”le mümkün olabilir mi!

***


AKP’ye verilen oylara meşruiyet kazandırmak değil seçmen hareketlerinin sandığımız kadar “anlaşılamayacak” türden olmadığını anlatabilmek derdim.
AKP olmazsa hayatını idame ettiremeyeceğine inandırılmış bir insan, sizi ne kadar severse sevsin, bin yıl da geçse vuslatında yine “AKP” olacaktır seçim sandığında.
O zaman seçim mi yapmayalım? İktidarı ebed müddet sayıp saltanatının kapıkulları mı olalım!
Tam tersine... İçimizi pek rahatlatan “cahil cühela” ötelemesine sığınmaktan vazgeçip, Yeniçağ’ın dünkü manşetinde yüzümüze tokat gibi patlattığı gerçeği görelim: “AKP, 21 milyon kişiye, eski parayla 2 katrilyon lira dağıttı.” Nokta.

***

Kılıçdaroğlu’nun meydanlardaki söylemine çok hakim değilim ama Bahçeli’nin insanları uzun uzun uyardığına şahidim: “Bu yardımları yapan AKP değil, devlettir. Sakın ola AKP giderse evime yardım gelmez diye endişelenmeyin!”
Milyonlarca insan “yardım” uğruna oy vermeyi sürdürdüyse demek ki o meşhur referandum sloganını tersine çevirme vakti şimdi:
Evet ama yetmez!
Hele de rekabet ettiğiniz, yıllaaaar yıllar önce sokaklara saldığı kadınlarla kapı kapı destek dilenip çocuk okutan, hasta bakan, kömür dağıtan, insanların karınlarını doyuran, evlerini ısıtan, üstlerindeki yırtık pırtık, yamalı elbiselerin yerine “gıcır gıcır” kazaklar, paltolar, botlar giydiren ve bugünleri o zamandan vaad eden bir zihniyetse; yetmesi düşünülemez!
Yüzde 49.95’in anahtarının yoksulluk sömürüsü olması trajik. Ama bir tragedyanın bile senaryosu tersine çevrilebilir pekala. Muhalefet “bismillah” der ve -eğer kaldıysa- iktidarın üzerine çöreklenmediği üç beş zenginini organize eder de şimdiden “kimsesizlerin kimi” olmayı denerse; seçmen bir sonraki seçimde sandığa “Bak bunlar da aç açıkta bırakmıyor” tecrübesiyle giderse belki sandığınızdan kolay değişir herşey!
“Cek”lerin, “cak”ların yerine o yüzde 49.95’le paylaşılmış birşeyler tahsis edebilmektir belki işin sırrı...
Belki yolsuzluğa karışmamışından üç beş Deniz Feneri, bir kaç Can Suyu, Yardım Eli vs. de muhalefet örgütlemelidir tez vakitte!

+++

Çocuklarımız öleceğine feodalların düzeni ölsün

Terörün beslendiği iki ana kaynak var: Birincisi etnik milliyetçilik; yani Kürtçülük... Diğeri de bölgedeki feodal yapı...
Türkiye’deki genel siyaset de bölgedeki ağa-molla-şeyh düzenini ayakta tutuyor. Yani; ülkemizde, bu kesime bütçeden kaynak aktaran bir sistem var. Terörle mücadele adına, bölgenin feodallarına aktarılan muazzam paraları hatırlayın...
Türkiye Cumhuriyeti; yok etmek için yüz milyarlarca dolar harcadığı terörü, aslında bu yolla finanse ediyor.

***


...AKP ne yaptı? Herkesi hayrete bırakan bir taktikle bölgenin feodalları ikinci plana atıldı. Bunun AKP’ye pahalıya patlayacağı sanılıyordu. Hiç de öyle olmadı. Türkiye ile entegrasyondan yana olan bölge adayları seçimleri kazandılar.

***

Demek ki, bizim Kürt kökenli vatandaşlarımız; feodalizme karşıdırlar.
Bölge halkı etnik ağalık yapan PKK’lılara ve bunların siyasal uzantılarına da karşı çıkabilir. Yeter ki onlara güvence verilebilsin. Bu yüzden devlet; terörle mücadeleyi; o feodal sistemle mücadele olarak görmek zorundadır. Bizim çocuklarımız öleceğine feodalların düzeni ölsün.
Rıza Zelyut - Güneş

+++

Kulağınıza küpe olması niyetiyle...

Ziya Gökalp 1958 yılında yayımlanmış “Türkçülüğün Esasları” kitabında (S.34) bakınız ne diyor: “Bu milletin yakın bir zamana kadar kendine mahsus bir adı bile yoktu. Tanzimatçılar ona: ’Sen yalnız Osmanlısın. Sakın başka milletlere bakarak sen de milli bir ad isteme. Milli bir ad istediğin dakikada Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına sebep olursun’ demişlerdi. Zavallı Türk, vatanımı kaybederim korkusu ile , ‘Vallahi Türk değilim’ demeye mecbur edilmiştir.”
Şimdi gidiş tekrar oraya... Milletten ümmete... Tabii eğer millet adının çalınmasına “evet” derse...
Melih Aşık - Milliyet

+++

Onca küfür ve hakaret ne olacak

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in açıklamasından öğrendik ki Başbakan Erdoğan, seçim sürecinde siyasetçi ve yazarlara açtığı davaları geri çekmiş...

***


Bu jest, kuşkusuz ki olumlu bir adım. Tek sorun var: Seçim döneminde uçuşan o küfürler, hakaretler, aşağılamalar ne olacak?

***

Tüm bu sözler milyonların önünde... Yani meydanlarda, televizyon ekranlarında, canlı yayınlanan salon toplantılarında söylenmişse, işte o zaman konunun tarafı olan bir üçüncü kesim daha vardır: Halk!
“Çocuklara kötü örnek oluşturucu davranışları”, RTÜK eliyle cezalandıran bir siyaset anlayışının, karşılıklı küfürleşmelerin de “kötü örnek oluşturduğunu” bir çırpıda görmezden gelivermesi ve “beyaz sayfa” açması, o diyalogların yol açtığı yıpranmışlıkları ortadan kaldırmaya yetmez!
Mustafa Mutlu - Vatan

+++

Utanç günleri

Kahraman komutanın geleceğini teröristle yapılan “al sana özerklik, ver bana
başkanlık pazarlığı” belirleyecek

İlk üç milletvekili Silivri’de yatıyor, Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanıyor. Öteki altı kişi ise PKK’nın kent yapılanmasını oluşturan KCK mensubu oldukları ve teröre karıştıkları gerekçesiyle Diyarbakır cezaevinde yatıyor.
(...) Şimdi varsayalım Balyoz mahkemesi Engin Alan’ın tahliyesini reddetti ama Ergenekon mahkemesi Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay’ı bıraktı. Ya da tam tersi oldu. Olay çıkar.
Ya da Diyarbakır mahkemesi altı tutukluyu salıverdi ama Silivri mahkemeleri bunu reddetti. Bu da olmaz Türkiye birbirine girer.

***

Herhalde Silivri mahkemelerinin başkan ve üyeleri ile Diyarbakır mahkemelerinin başkan ve üyeleri birbirleri ile telefon, e-posta, ya da faks yoluyla haberleşip “Arkadaşlar siz nasıl bir karar vereceksiniz, bu konuda görüşünüz nedir? Çelişkiye düşmeyelim, biz de o doğrultuda karar verelim” diyecek değiller.
(...) Bana soracak olursanız, asıl kararı Ankara’da Adalet Bakanlığı verecek. Tahliye edilirlerse ne olur, edilmezlerse ne olur sorusu masaya yatırılacak...
Ve yine bana soracak olursanız, şu karar alınacak:
“Bu altı kişiye Meclis’te işimiz düşecek. Anayasa değişikliğini, al sana özerklik, ver bana başkanlık pazarlığını onların partisiyle yapacağız. Davaları devam etsin ama Silivri dahil hep birlikte tahliye edilsinler.”

***


Emekli Korgeneral Engin Alan, geçmişte PKK ile bire bir vuruşan, onları inlerinde vuran Özel Kuvvetler Komutanı idi. Sonra Tayyip kendisinden şikayetçi oldu: “Çanakkale törenlerine geldiğimde ayağa kalkmamıştı!”
Şimdi Engin Paşa’nın kaderi bir zamanlar vuruştuğu ve kovaladığı PKK’lılarla kesişiyor!
Devletin kahraman komutanı ile onun dağlarda vuruştuğu PKK’lıların temsilcileri şimdi aynı kefede, tahliye kararı bekliyor!
Ne günlere geldik, ne günlere kaldık! Düşündükçe utanıyorum...
Emin Çölaşan - Sözcü

Yazarın Diğer Yazıları