Miraç Gecesi düşünceleri...
Yıllar önce Lokman Abbasoğlu, bir Miraç Kandili gecesi “Haydi kilometreyi sıfırlayalım” diyerek, bu kutsal gecede tüm günahların affedilebileceğini söylemişti. Her yıl Miraç Gecesi kilometreyi sıfırlama heyecanı yaşarım. Ancak o gün gazetedeki yazımı göremeyince içimden gürültü etmeye başladım. Onca koşuşturmanın arasında arayıp durumu anlatmayan Ahmet Yabuloğlu’na “Bir aksilik mi var?” diye sordum. Her zamanki tebessümüyle vaziyeti belirleyen Yabuloğlu, gazetemizin hukuk müşaviri ve sorumlu yazıişleri müdürü Muhsin Küçük’e telefonu verdi.
Adı gibi çelebi olan Muhsin Küçük nesli tükenmekte olan dava adamlarındandır. Piyasa avukatlığını bırakıp inandığı ülkeye hizmet için Yeniçağ çatısında bulunan, soyadı Küçük ama yüreği büyük adam aynı zamanda kalem ehlidir. Gönül adamıdır. Yöneticisi olduğum gazete ve dergilerde mükemmel makaleler yazan Muhsin Küçük: “Yavuz Can; son gelişmeler üzerine yazdığın duygu ve fikir yüklü yazının altına imzamı atarım. Ama Yeniçağ’ın sorumlu müdürü olarak hukuken başımızın derde girmesini istemem. Devam etmekte olan bir dava hakkında yorum yapmak hukuken yasaktır ve cezai yaptırımı vardır. Şimdi sen; ” Herkes yazıyor. Diğer gazeteler kendilerini hem savcı hem hâkim yerine koyuyor” diyeceksin. Haklısın. Ama onlar hukuku çiğniyor diye biz de aynısını yapamayız” diyerek durumu özetledi.
Ehh; birazcık mürekkep yaladığımız, yazılarım yüzünden mahkeme koridorlarında turladığımız için bu konuda idmanlıyız. Nitekim “Tescilli dolandırıcıların konuşup yazdıkları delil mi?” başlıklı yazıyı yeniden okuyunca, duruşma salonunda avukatlık cübbesini giyen idealist avukatlara benzettim kendimi. Başbakan Erdoğan’ın savcı, CHP lideri Baykal’ında avukat olduğu dönemde bizim de avukatlığımız normal. Ancak, gazetecilik ile savcılık, avukatlık arasındaki farkı fark etmek de sorumluluk alanımızda.
Psikolojik Harekât’ın piyonları olan “tescilli yalancılar” ın anlatıp yazdıklarıyla pompalanan “bilgi kirliliği” konusunda etkili, yetkili ve de ilgilileri bu sütundan uyarmaya çalışırken bazı dostlara uygulanan çirkin uygulamaları da hatırlatmaya çalıştım.
76 yaşında usta tiyatrocu Erol Günaydın’a yanlışlıkla asker kaçağı olduğuna dair bir yazı gönderildiğini gazetelerden okumuşunuzdur. Canım memleketimde bazen böylesi traji-komik hadiseler olabiliyor. Ama, yıllarını terörle mücadelede geçirmiş, çocukluğundan itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri uniformasını şerefle taşıyan müstafi veya emekli personeli cuma gecesi “asker kaçağı” diyerek gözaltına alıp, pazartesi sabahına kadar alıkoymak yanlışlıkla açıklanamaz. İsimleri bende saklı dostlar bundan şikâyetçi olmasa da benim gönlüm, onların sevdiklerinden ayrı birkaç gün geçirmesine razı olmadı. Bir yerlere mesaj ya da yıldırma operasyonu kastıyla böyle işgüzarlıklar yapılıyorsa çok ayıp diyorum.
Türk kamuoyunun yeterince tartıştığı malum davayla ilgili mümkün olduğu kadar yorum yapmayacağım. Bu, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan” olacağımız anlamında asla olmayacaktır. Hukukun üstünlüğüne olan inancımız devam ediyor. Vakti saati geldiğinde hukuk çerçevesinde bundan önce olduğu gibi bundan sonra da tavrımızı takınacağımızdan emin olabilirsiniz.
Geçtiğimiz hafta sonu yaşadığımız kırgınlıklara rağmen bu hafta daha da umutluyum. Cumartesi günü inşallah ata ocağım Kayseri’de olacağım. Yasaklamalar, engellemelere rağmen Erciyes’e çıkma tutkumu gerçekleştirirken Tekir Yaylası’ndaki dostlarla kucaklaşmanın heyecanını yaşıyorum. Erciyes’i diğer yazıda detaylandırmak üzere ülkü ile kalın...
Not: “Adaletin bu mu dünya! başlıklı yazımda sehven Muhsin Kahya olarak belirtilen isim gerçekte Muhsin Polat olacaktır. Düzeltir, duyarlı dostları selamlarım.