Millî değerlerimize dönme zamanı...

Türkiye-Yunanistan maçında Fransa'da yapılan terör saldırılarında hayatını kaybedenler için yapılan saygı duruşundaki ıslıklar dünyada geniş tepkilere yol açtı. Cumhurbaşkanı da bu olanları ''Birkaç yüz kendini bilmezin işi'' diye tarif etti. Ne var ki mesele bu kadar sığ değil. Kaldı ki Cumhuriyet döneminde bu kadar aykırılık ilk defa yaşanıyor. Yalnızca yüz kişi bile olsa eğer Türkiye'nin dünyadaki prestijine zarar veriyorsa, dünyada İslamofobinin artmasına yol açıyorsa, olayın altyapısını araştırmak ve önlem almak zorundayız.

Kimse insani değerlere aykırı bu tür bir tepkinin İslam'ın karakterinde olduğunu söyleyemez. Meselenin temelinde dinin siyasi bir araç olarak kullanılması yatıyor. Siyasal İslam dinin siyasi amaçla kullanılmasını hoş gören bir yaklaşımdır. Bir yerde din siyasi bir tuzak olarak kullanılıyor.

Bugün yaşananları daha iyi anlamamız için, siyasal İslam'ın nasıl bir proje olduğunu iyi anlamamız gerekir.

ABD'li düşünce kuruluşları 1947'den sonra, komünizm tehdidine karşı Orta Doğu'da yeşil kuşak projesi ile radikal İslam'ı desteklediler. Radikal İslam'ın ABD ve Batı karşıtı tutumuna karşı bu defa son 40 yıldır ılımlı İslam tezini öne sürdü ve desteklediler.

ABD bugüne kadar proje ürettiği ve gittiği ülkelere felaket götürmüştür.

1949 Suriye, 1953 İran, 1958 Lübnan, 1960 Irak, 1972 Mısır, 1973'e kadar Vietnam, 1978-1979 yılları İran ve Afganistan'a müdahale etmiş ve maalesef müdahale ettiği ülkelerde siyasi kaos artmıştır.

ABD ve Batı, ılımlı İslam diye İslam'ı kendi çıkarlarına uygun kalıba yerleştirmek istediler... Ancak sosyal olaylar ve inançların kendi kuralları içinde çalıştığını ve muayyen kalıplara sokulamayacağı gerçeğini atladılar.

ABD ve Avrupa'nın İslam'a şablon getirmek istemesi, maalesef hem İslam'a hem de kendilerine zarar vermiştir. Terör olayları İslamofobi'yi tırmandırmıştır. İnanmış, mütedeyyin insanlara da zarar vermiştir.

Türkiye'de ABD ve Batı'nın Ilımlı İslam Projesi, Türk-İslam sentezi yaklaşımı ile kısmen karşılık bulmuştur.

Türk-İslam sentezi, aslında olmayan duaya amin demek gibidir. Zira tariflerinde bile Milliyetçilik ve Ümmetçilik birbirine zıttır. Ne var ki Evren dahil herkes bu görüşü siyasette bir araç olarak kullanmıştır.

Kenan Evren, ihtilale meşruluk kazandırmak için, meydanlarda Kur'an'dan ayetler okumuştur. İmam hatip liselerini yaygınlaştırmıştır. Bu eğilim kısmen Özal döneminde de kullanılmış.

Bugün ise AKP, CHP ve MHP tarafından, şöyle veya böyle kullanılıyor. CHP, gerek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerek MYK'nın oluşmasında ve aynı zamanda laikliğin yeni tarifini istemekle, AKP ile aynı sahada oynamaya başlamıştır. Aynı şekilde MHP'nin adında Milliyetçi sözü var ve fakat uygulamada dini, siyasette diğerleri kadar kullanmıştır.

Öteden beri dini, siyasi alanda kullananlar, laikliği de farklı görmüş ve ''devletin dini belli bir formata sokması ve hatta dinsizlik'' diye lanse etmişlerdir.

Gerçekte laikliğin, dine karşı bir duruş olarak algılanması değil, dini tahakküme ve istibdada ve inanç istismarına karşı bir duruş olarak algılanması gerekir. Laikliğin olmadığı bir Türkiye'de demokrasinin de olmayacağı çok açıktır. Laiklik, hem dinin siyasi amaçla istismarını önler, hem de dinin devlet işlerinden ve yönetimden uzak tutularak daha saygın kalmasını sağlar. Kaldı ki uygulamada halkı Müslüman olan ülkelerde laiklik olmadan demokrasinin olmayacağı denenmiş bir gerçektir.

Sonuç olarak, laiklikten uzaklaştıkça, siyasal İslam'a girdikçe, 100 kişiler milyonlar da olur. Bugün bu tuzağın nereye kadar gideceği ise siyasilerin niyetine ve halkın sağ duyusuna kalmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları