Mezarda ters döndüler
Mücadelesinin Amerikan emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçilerine karşı olduğunu söyleyen
Deniz Gezmiş ve arkadaşları, ülkesini Brüksel’e jurnalleyen Oral Çalışlar’ın satırlarında yaşatıldı(!)
TBMM Genel Kurul Salonu’na canlı bağlanma imkanım olsaydı 6 Mayıs’ın ’Bir günlüğüne devrimcilik’ günü ilan edilmesini isteyecektim. 23 Nisan’da çocukları büyüklerin koltuklarına oturtmaları gibi, 6 Mayıs’ta da döneklere ’idealistlerin’ parka, postallarını giyidirip, dövizlerini taşıtırlardı.
Bir gün idealist olun
Fikir ve yöntemlerini onaylayıp onaylamamak ayrı konu; dönemin Filistin’den Washington’a yatay geçiş yapmayan, arkadaşlarını öldürüp provokasyon olsun diye suçu başkalarının üzerine atmayan, derinlerde ’iş tutmayan’ , ihanetten değil inançlarından beslenen gençleri “idealistler”di...
Düşünsenize bir ucundan Cengiz Çandar, öbüründen Hasan Cemal tutmuş “6. Filo Defol” pankartını taşıyorlar. Birer yumrukları havada; ”Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi!”
Veya “geleneksel günah çıkarma” seanslarında “Deniz benim gençliğim, çocukluğum... Onu hatırladıkça, gözlerim doluyor...” diye nağme yapan Oral Çalışlar’ı, idam edildiği sehpaya çıkarıyorlar bir günlüğüne; bakalım son sözlerini tekrarlayabilecek mi eski dostunun!..
Dili tutulur mu diyorsunuz?
Altan ailesinin payına da yargılandığı mahkeme salonu düşse; sanık kürsüsünde senede bir gün “Türkiye’de gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunanlar varsa, bunlar Amerikan emperyalizmi ile iş yapan çıkarcılardır....” diye haykırabilirler mi?
Ergun Göze’nin, 26 Aralık 2004 tarihli satırlarını daha önce de hatırlatmıştım: “Gezmiş’in asıldığı gece, birçok sol yazar kafa çekiyordu da, onların hayasızlığını gören Kemal Tahir, bir tekmeyle o sarhoş sofrasını devirip ’Utanın! Çocuğu ipe gönderdiniz, siz burada kafa çekiyorsunuz’ diye haykırmıştı. Bakın hala onun edebiyatını yapıp para kazanıyorlar. ”
Şimdi , her ne kadar ergonomik koltuklarında, bir elleri yağda diğeri balda, bir ayakları Washington’da diğeri Paris’te, kapılarında makam arabaları, emirlerinde şoför olarak, kurye olarak, temizlikçi olarak, muhabir olarak, aşçı olarak çalışan emekçi yoldaşları varken, bakmayın kolay iş değil ’Deniz’ manzaralı yazılar döşenmek... Behiç Kılıç’ın dediği gibi, “yüzsüz” olmayı gerektirir çünkü... Ki herkesin varmayı becerebileceği bir mertebe değildir yüzsüzlük!
İdamlarından sonra “Bak astık işte” der gibi dolaşan askerlerin terfi ettirildiğini yazan Çalışlar’ın... Hemen her gün bu Cumhuriyet’in temel değerleri, kurumları ve kendisini bu temelleri korumak durumunda hisseden insanlarına reva görülen zulümle ilgili olarak “Bak susturduk işte...” der gibi yazdığı için ailecek terfi ettirildiği iddialarını düşününce...
Kemikleri sızlıyor
Dün Evrensel, idam edilmeden önce çekilmiş son fotoğrafını basarak, “Yaşıyorlar” diye manşet atmıştı...
Mücadelesinin “Amerikan emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçileri; hain patronlar, feodal mütegallibe yani bezirgânlar, tefeciler, toprak ağaları”na karşı olduğunu söyleyen... “101 tane Amerikan üssünün bulunduğu” bir ülkenin milli bütünlüğünün korunamayacağını, tam bağımsız olamayacağını savunan Deniz Gezmiş...
Açık açık Amerikan mandası olmayı savunan, ülke bütünlüğünün bölünülebilir olduğunu dayatan, Brüksel’e gidip milletini, (hadi jargonu bozmayalım) halkını jurnalleyenlerin satırlarına malzeme edilerek yaşatılacaksa... Hatırasını korumakla yükümlü olanlar bir kere daha düşünsün derim ben...
Oral Çalışlar ve türevlerinin onları andıkları her gün inanıyorum ki Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan mezarlarında ters dönüyorlardır... Kemikleri sızlıyordur... Ruhları ızdırapla kıvranıyordur... Kim bilir... Belki de mahşer gününü bekliyorlardır!
***
Silivri Türkiye’nin Guantanamo’su mu
Dinleyicilerin neredeyse tamamı, küresel ısınmanın dünyanın sonunu getirdiğine inanmıştı. Amerikalı bir profesör söz aldı ve özetle şunu söyledi: “Küresel ısınma konusunu abartıyorsunuz. Dünyanın tarihine bakarsanız, bunun dönemsel bir olay olabileceğini görürsünüz.”
Salondaki kalabalık bir anda uğuldamaya başladı ve bağırıp çağırıp profesörü susturdu. İşte o an, inanç fanatik bir müminliğe dönüştüğünde insanın ne hale gelebileceğini gördüm. Salondaki insanların büyük çoğunluğu, liberal ekonomiye inanmış kişilerdi. Ama orada tam aksine faşizan bir hava hâkimdi. Dünyanın en büyük şirketlerini yöneten insanlar, sadece inandıklarını işitmek, duymak istediklerini dinlemek istiyordu. Kendini liberal zanneden, öyle yutturmaya kalkan bir insanın pekâlâ faşist ruhlu olabileceğini orada gözlerimle gördüm.
Liberal faşizm
2007 yılında Amerika’da yayımlanan bir kitabın tam adı işte buydu: “Liberal Faşizm”(*) Çevreciliğin bile pekâlâ “faşist” bir harekete dönüşebileceğini anlatırken Al Gore’la ilgili şu örnek veriliyor: “Al Gore küresel ısınmanın günümüzde yaşanan en önemli krizlerden biri olduğunu sürekli olarak ve ısrarla söylüyor. Bu konuda şüpheci davrananlar, hainlerle ve Yahudi soykırımını inkâr edenlerle aynı kefeye kondular.” Bu gün “demokrasi” istediğini söyleyen bazı köşe yazarlarına, üniversite hocalarına bakın. Yaptıkları mücadeleyi “savaş” olarak görecek kadar gözü dönmüş “demokratlık” olabilir mi? “Memlekete demokrasi lazımsa onu biz tarif ederiz, kanununu biz yaparız, uygulamasını da biz yaparız. Geriye kalan herkes Ergenekoncu, Hitler, faşist, darbeci, statükocudur” zihniyetinden demokrasi çıkabilir mi?
Ölçüsüz sindirmecilik
Faşizm kelimesi tabii ki çok ağır ve ölçüsüz ama liberal bir sindirmecilikten söz edilebilir.
Dün Cumhuriyet Gazetesi’nde okudum. Silivri Cezaevi’ne “Türk Guantanamo’su” adını takmışlar. Bazıları, “Silivri dolum tesisleri” diye mizahi bir dil geliştirmiş. Oysa orada, yargılanan çok ciddi olaylar da var. Ama liberal denilen aydın despotlaştıkça, hukuksuzluk da kendine bahane buluyor.
Önce hoşgörü. Sonra hukuk. Gerçek hukuk. Bir de bu kitabı altını çize çize okumak.
Liberal faşizmi geliştirenlerin çok büyük çoğunluğu da solculuktan gelenler. Bizde de öyle değil mi? Geçmişte halk demokrasisine inanıyorlardı ve bunu silahlı mücadele ile yapmak istiyorlardı. Şimdi yaptıkları da hiç farklı değil.
(*) Jonah Goldberg: “Liberal faşizm”, Çev: Enver Günsel, Pegasus Yay. 2010
Ertuğrul Özkök / Hürriyet
***
Kod adı İnönü
Mehmet Metiner’i yıllardır çeşitli programlarda konuk olarak aldım.
İlk konuk olduğunda DTP saflarındaydı. Kürt politikası üzerine tezler üretiyordu. Sonra nedense DTP’den dışlandı. Bu kez AKP’ye yakın olma çabası içine girdi. Giderek AKP sözcülüğüne ve hatta avukatlığına soyundu.
Sorun bunu “gazeteci” kimliğiyle yapması ve dozunu kaçırmasıydı.
Teke Tek te alışkanlık haline getirdiği ve kimsenin de müdahale etmediği “yanlış bilgiler” üzerine tez kurup kabul ettirmeye çalışma alışkanlığını sürdürmek istedi. Ben buna izin vermeyince gerildi. Beni taraf tutmakla suçladı. Kendisinin taraf tutmasında bir sorun yoktu ama ben tutamazdım.
Verdiğim bazı örnekler de hoşuna gitmemiş olacak ki, “Ben programı terk edeceğim” dedi. Hayatım boyunca gitmek isteyene “Kal” demediğim için ona da kal demedim.
Gitti.
Ancak Teke Tek ten sonra şunu anladım.
İnönü’den sonra eleştirilme ve suçlanma sırası Atatürk’e gelecek.
Zaten bugün de “İnönü” kod adı altında suçlanan Atatürk’ün ta kendisi.
Baksanıza hâlâ “İngilizler kalsaydı ibadetimize karışmazlardı” diyorlar.
Kim bilir daha neler göreceğiz.
İnönü’nün dediği gibi, “Bir insan hayatına sığan değişimler hayret vericidir”.
Acaba bu kadarına hazır mıydık!
Fatih Altaylı / Habertürk
***
‘Zübük’ü de
Aziz Nesin yazdı
Aziz Nesin’in “ey faşist” diye seslendiği kişi, İsmet İnönü değil... Solcu Tan Gazetesi’ne baskın düzenleten CHP’nin o günkü İstanbul Müfettişi Alaaddin Tiritoğlu. Diyeceksiniz ki: “E iyi ya işte...” İyi de... Süleyman Demirel katıldı o baskına, kendisi anlattı... Bunların partisinden milletvekili adayı olan Turgut Özal katıldı. İtiraf etmedi ama, katıldı diyenleri yalanlamadı, bunların elini öptüğü hocaları, Necmettin Erbakan katıldı. İTÜ öğrencileri ağırlıktaydı çünkü... Ayrıca, bu arkadaşların ha bire şiirlerini okuduğu Necip Fazıl Kısakürek de, gazeteyi basmaya gidenleri Vakit Gazetesi’nin balkonundan alkışlamıştı... Zaten, gazeteyi yağmalayanların bazıları, sonradan, “biz onların devamıyız” dedikleri Demokrat Parti’den milletvekili oldu! Bağımsız Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin kucağına oturtulması operasyonunun ilk işaret fişeklerinden biriydi o gazete baskını... Demirel bastı. Özal bastı. Erbakan bastı. Necip Fazıl alkışladı. ABD’ye gitme rekoru kırdı... Hâlâ “İnönü” diyor. Bakın... Ahlaksız bir adamdı. Silik, sıradan bir memurken, aldığı rüşvetlerle köşe oldu. Foyası meydana çıkınca, kendine dokunulmazlık sağlamak için siyasete atıldı. Yağcılık yapa yapa yükseldi, rüşveti her yere bulaştırdı, yalanlarıyla ahaliyi birbirine düşürdü, belediye başkanı oldu. Namuslu insanları birer ikişer harcadı, iftira ata ata, üstlerine basa basa, milletvekili seçildi. Öyle yüzsüz, öyle utanmazdı ki, kendisini suçlayanları hain, kendini vatansever ilan etti. Zübük bu. Aziz Nesin bunu da yazdı. Aynı Aziz Nesin’in “bu milletin en az yüzde 60’ı aptal” şeklindeki sözlerine de itibar ediyor mu acaba Başbakan?
Yılmaz Özdil / Hürriyet
***
Ufo
İstanbul BDP Milletvekili Ufuk Uras, kâh grevdeki işçilerin yanında yer alır, kâh Hrant Dink davasında görünür, kâh tersane işçilerinin eylemine katılır, fotoğraflarda mazlumun yanında görünür. Kendisini “sosyalist” diye tanımlar. Ancak iktidar partisi ne zaman dara düşse ambulans gibi imdadına yetişir. Önceki gün, Anayasa Mahkemesi’ni uzun dönemde iktidar partisine bağlayacak 17. maddeye de koşa koşa oy verdi. Ne sosyalist, ne sosyalist! l Melih Aşık / Milliyet
***
İhbarcısını dava ediyor
...şahıs kararlı; “eleştiriyorsan Ergenekon sempatizanısın”...
Komedinin böylesi hiç görülmemiştir yani.
Bence faşistin önde gideni “ne dendiğini bile anlamadan gazetecilere, herkese canının istediğine ortamdan yararlanarak çamur sıçratan, baskı yapan, etiket yapıştıran”dır.
Allah herkesi yalancı ihbarcıların iftiralarından, çamurlarından korusun.
Bana neden böylesine kin kustuğunu yazısının son cümleleriyle ele veren bu şahıs “hedef gösterme”sinin, yalancı ihbarcılığının hesabını yargıya verecek.
Beklesin!
Ruhat Mengi / Vatan
***
Milli kahraman oldular
İyi çocuktular, iyi siyasetçi..Herkes seviyor, herkes övüyordu.. Bir gün, parti kapatma maddesine oy vermeyecekleri tuttu.. O gece.. Ergenekoncu ilan edildiler.. Statükocu, kara koalisyoncu, hain, derin devletin adamı..
Ertesi gün kabul oyu verdiler.. Milli kahraman ilan edildiler.. AKP’liler gibi düşünüyorsan, daha doğrusu Başbakan gibi düşünüyorsan iyi güzel..
Farklı düşünüyorsan..
Yanmışın.. Anında Ergenekoncusun!.. Kendini linç ayininin ortasında buluverirsin..
Mehmet Tezkan / Milliyet
***
Deli saçması suçlamalar
Önceki günkü gazeteleri ve maskeli faşistlerin yazılarını, televizyonlardaki konuşmalarını izlerken ağzım açık kaldı.
Bu ne öfke, bu ne hiddet anlamak mümkün değil.
Deli saçması ve bir o kadar da abes suçlama.
Sonra ne oldu? Anayasa Mahkemesi ile ilgili değişiklik maddesi tam kadro desteği ile geçti.
Peki Ergenekonlar, Özel Harekât ajanları, derin devlet mensupları, Yargıtay’ın askerleri?
Maskeliler dün bundan hiç söz etmiyorlardı bile. Tam tersine hepsi unutulmuş “zafer” çığlıkları atılıyor.
Can Ataklı / Vatan
***
Göründüğü gibi değil
Erdoğan işi çavuşlara bırakmayıp eline aldığı sıkıyönetimi altında tulum çıkan oylara bakıp, AK Parti’de işlerin sütliman olduğunu sanmamalı. Erzurum’da çift iddianameli dava skandalından, tek tip düşünmeyen herkesin Ergenekoncu yaftası yediği cadı avı atmosferine dek her şey AK Parti kulisinde, hatta CHP ve MHP kulislerinde olduğundan daha açık ifadelerle konuşuluyor. AK Parti grubunda, o maddeyi paket dışı bırakanların kimliği dahil, hiçbir şey göründüğü gibi değil gibi geliyor bana.
Murat Yetkin / Radikal
***
MİNİ YORUM
Hatırlatma...
Hasan Cemal BDP’ye 12 Eylül dönemindeki Diyarbakır Cezaevi Günlerini hatırlatarak “Siz de işkencecilerinizi affedecek misiniz?” diye soruyordu. Taş, Ziverbey günleriyle ilgili olarak “İşkencecilerimi affettim” diyen İlhan Selçuk’a; dolambaçlı bir “Hepiniz Ergenekoncusunuz” yaftası aslında yazı. Da sen kimsin be “Hasan Abi?” Herşeyi hatırladın da, bir bunu hatırlayamadın; bir öyle, bir böyle; sen nesin özünde?