Medya operasyonu
Turgut Özal eskiden ’Yakında iki buçuk gazete kalır’ demişti. Bu dönemde iki buçuk gazeteyi bile arayabiliriz.
AKP’ye yüzde 47 ile iktidar olmak yetmedi, toplumdaki hakimiyetlerini de mutlaklaştırmaya çalışıyorlar. Adeta siyasette alınmış olan yüzde 47 oy oranının medya içinde de tutturulması için bir çaba var durumundan söz edebiliyoruz artık. Felsefi açıdan pek anlamı olmasa da ’Dinci’olarak bilinen gazeteler ve televizyon kanalları her geçen gün büyüyor ve güçleniyor. Zaman, Yeni Şafak ve Vakit gazeteleri malum bunlar zaten hiç desteklerini saklamadılar. Ancak bir de önümüzde büyük medya olarak tanımlanabilecek Sabah örneği de var. Sabah gazetesinin yeni sahibinin iktidara yakın olması yolunda çok ciddi bir çaba var. Hatta gazetenin satışı ihalesinin sürekli ertelenmesi de uygun alıcının bir türlü bulunamamasından kaynaklandığı da söyleniyor. Bunun yanında Star gazetesi de uygun görülen yayınları üzerine büyük reklam kampanyalarıyla desteklenerek bir hafta içinde 160 bin tiraj aldırıldı. Bu da sermaye yapısındaki el değiştirmenin medyada yapılacak el değiştirmeye nasıl etki yapabileceğinin somut örneğini oluşturuyor.
Bu bağlamda Sabah’ın satışının çok kritik olduğunu söylemeliyiz. Çünkü yüksek tirajlı olarak bilinen iki gazeteden birisi olan Sabah, medya içindeki güç dağılımını radikal biçimde değiştirebilir. Öteki yüksek tirajlı gazete ise patronunun sürekli değişen iş ihtiyaçları yüzünden hükümete karşı görevini çoğunlukla aksatıyor ve bu nedenle fazla umut vermiyor zaten. Bu arada Sabah gazetesi, TMSF sahipliği nedeniyle hükümete çok sıcak bakıyor zaten.
Gazetelerde durum böyle de; televizyonda, radyolarda durum farklı mı acaba?
Kanal D, atv, Show TV, Star TV gibi büyük kanallar objektif habercilik görevlerini sürdürüyorlar. Ancak bunların dışında Kanal 24, Fox TV, Samanyolu gibi hükümete tam destekçi kanallar da hayli destek sonucunda devreye sokuldu. Burada dengelerin hepsi atv’nin satışından sonra hükümete yandaş medyadan yana değişebilir.
* Serdar Turgut / Akşam
+++++
Aferin
560 Moritanyalı. 414 Filistinli. 321 Afganistanlı. 317 Burmalı. 203 Pakistanlı. 187 Iraklı. 125 Somalili. 73 Gürcistanlı. 54 İranlı. 32 Bangladeşli. 31 Birmanyalı. 31 Eritreli. 20 Moldovalı. 12 Azerbaycanlı. 12 Çinli. 11 Suriyeli. 8 Libyalı. 8 Sri Lankalı. 6 Tunuslu. 6 Faslı. 4 Nijeryalı. 3 Ukraynalı. 2 Dominikli. 2 Mısırlı. 2 Cezayirli. 1 Ruandalı.
Kim bunlar?
Sadece son 15 günde, sınırlarımızdan şakır şakır geçip, anca “şehir merkezleri” nde yakalanan “kaçak” lar... 2 bin 445 kişi! Yakalanmayanlar? Varın siz hesap edin.
***
Dün... Irak Türkmen Cephesi Genel Başkanı Dr. Sadettin Ergeç, Erbil’den kalkan tarifeli uçakla, İstanbul Atatürk Havalimanı’na indi. Anında yakaladık! Ülkeye sokmadık. Niye? Giriş yasağı var.
Meğer, adamcağız önceki ay Türkiye’de kalp ameliyatı olmuş, ülkeden çıkışı 3-5 gün geciktiği için para cezası kesilmiş... Para cezasından haberi yok. Ödemediği için “yurda giriş yasağı” konmuş... E kimse de karşılamadığı için, cep telefonundan Cumhurbaşkanlığı’nı Genelkurmay’ı falan aradı, 4.5 saat sonra özel izinle girebildi.
***
Bana sorarsanız, Barzani’ye kırmızı pasaport veren devletimizin, MİT vasıtasıyla bu tehlikeli adamı izlemesinde fayda var... Çünkü İstanbul’a indi ama, maazallah, “terörist faaliyette bulunmak üzere” Ankara’ya geçebilir.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++++
Elde ne çocuklar var!
Sizin çocuklar Gabar’da eşkıya ile boğuşsun. Bizim Kemal Unakıtan’ın çocukları da dolarlarla boğuşuyorlar.
Zavallılar belli ki çok da yoruluyorlar. Çok düşünüyor, çok koşturuyor; çok iş çıkarıyorlar.
Düşünün bir kere:
Maliye Bakanımızın oğlu Abdullah ile kızı Fatma Hanım; başbaşa verip iş alemini incelemişler. Ve bir keşif yapmışlar: Limanlarda kullanılan elektronik işletim-gözetim sistemlerinin temsilciliğini almak. Limanlarda genellikle Cosmos veya Navis adı verilen sistemler kullanılıyormuş. Bunu keşfeden Unakıtan kardeşler, kendilerine çok benzeyen Zeynep Basutçu ile birlikte Telemobil adlı bir şirket kurmuşlar. 5 Ocak 2005’te... Ve hem Navis’in hem Cosmos’un temsilciliğini almışlar. Aynı yıl; Maliye Bakanı Kemal Unakıtan Mersin Limanı’nı ihaleye çıkarmış ve Akfen Grubu ile Singapurlu SPA’ya satmış. Limanı alanlar da Unakıtan kardeşleri çağırmışlar ve onlardan 2 milyon dolarlık işletim sistemi satın almışlar. Diyeceksiniz ki ne var bunda? Hiçbir şey yok... Ben sadece Kemal Bey’in çocuklarındaki bu ilerigörüşlülüğü anlatmak için yazdım bunları. Benim oğlum, özel sektörde; zamanı geldiğinde bin kişiyi yönetiyor ama Kemal Bey’in mahdumları gibi keşifler yapamıyor. Biliyorum ki sizin çocuklarınız da böyle keşifler yapacak durumda değil. Bizimkiler vatanı beklerken; onlarınkiler; bu vatanın içinde milyonluk dolarlarla iş yapıyorlar. Hem de askerlik çağında oldukları halde. Kimisi armatör oluyor; kimisi yumurta tüccarı... Allah da seviyor bu çocukları; yürüyün ey sevgili kullarım; kim tutar sizi, diyor. Onlar da yürüyorlar: Ahmet Buraklar, Erkanlar, Abdullahlar; Fatmalar kol kola...
*Rıza Zelyut / Güneş
+++++
Cumhuriyet
Nilgün Cerrahoğlu
Tarih yazan Nil
“Ankara’nın iddialı hedefi o zamanlar; 15’ler 25’lere genişlemeden, AB ile 2003 tarihinde müzakereleri başlatmak... Nil Demirkazık bu fırsat, “2003 tişörtüyle” tarih yazıyor. Nil Hanım, Danimarka’nın deveye hendek atlatan güvenlik taramasından geçerek, zirveye akredite olmayı başarmış.
Basın karargâhı dalgalanıyor: “ Aaa! Nil Demirkazık burda!” Kameramanlar, haber merkezlerinin elemanları, bulut halinde AB uzmanlarından çok Nil Demirkazık’ın peşinde koşturuyorlar. Eski bir antikacı olduğu söylenen hanımefendiye mikrofon uzatıyorlar! Taa Kopenhag’a kadar “kader zirvesi” için gönderilen TV ekipleri, bir Banu Alkan iştahıyla Demirkazık izliyor...
“Tarihi zirve” Türk halkına, televole sululuğu ile sunuluyor!
Alan memnun, satan memnun.
Medyanın kendisine sağladığı bu ortaoyununun tadını çıkaran Demirkazık da demeç üzerine demeç patlatıyor:
“Türkiye’nin çağdaş yüzünü temsil etmek için buradayım!”
Kopenhag’dan bu yana geçen beş yıl içinde fakat, “tavşanın suyunun suyu” tarihleriyle açılan AB müzakerelerinde vardığımız noktaya baktığımda anlıyorum ki, bu basın ve bu düzen esasen tam da hak ettiği kahramanı bulmuştur.
Bu başa, bu tarak!
Şuursuzluk, cıvıklık, ciddiyetsizlik, belleksizlik, şarlatanlık, sığlık ve genel geçer oportünizmin böylesine diz boyu olduğu, kabul gördüğü, şakşaklandığı bir toplumda, daha çok Nil Demirkazık görürüz biz...
AKP ya da DTP kanallarıyla parlamentonun yolunu arayan Nil Hanım, “PKK örgüt üyeliği” suçlamasıyla cezaevi yolunu buldu sonunda!
Sanalla gerçeğin, magazinle yaşamın birbirine harmanlandığı, iç içe geçtiği ve ayırt edilemez hale geldiği “sınır ötesi” tartışmalarının orta yerinde, Nil Demirkazık adında bir “siyasi suçlumuz” olduğunu öğrendik...
“Terör sorunu” gibi bir trajediyi bile Nil Demirkazık’la magazinleştirmeyi becerdi bu ülke...
Nil Hanım, çok sürmez çıkar içerden....
Kendisine bir “Buz Dansı” yarışmasında altın tepsi üzerinde jüri üyeliği takdim edilir.
Maksat reyting olsun. Havamızı bulalım. Değil mi ya?“
+++++
Vatan
Can Ataklı
Hakan’a nezaket dersi
Görgü yaşam biçimiyle ilgilidir. Çevrenizden edinirsiniz. Tabii aynı zamanda öğrenilir de. Eğitim ve kültür düzeyi arttıkça görgü katsayınız da artar. Paralı olmanın görgüyle alakası
yoktur.
Nezaket ise eğitim, kültür ve yaşam biçimiyle bağlantılı olsa da biraz ruh gerektirir.
Kibarlık öğrenilmez, akıllı olan en azından taklit etmeye kalkar.
Hürriyet Gazetesi yazarlarından Ahmet Hakan dün benim Ahsen Unakıtan’la yaptığım telefon konuşmasını yazdığım yazıya atıfta bulunmuş. Benden söz ederken de “Can Ataklı adlı köşe yazarı” tanımını kullanmış.
Can Ataklı 30 yılı aşkın süredir gazetecilik yapıyor. Bunun 20 yılı aşkın süresi aynı zamanda yazarlıkla geçti. Çok sık da televizyonlarda fikir ve görüşlerini anlatma fırsatı buluyor. Yani iyi kötü kamuoyunun tanıdığı bir isim.
Bu nedenle “Can Ataklı adlı köşe yazarı” tanımı çok yakışıksız. Çünkü bu tür tanımlar genellikle “hakaret” maksatlı kullanılır. Ahmet Hakan’ın “hakaret” kastı taşıdığını sanmıyorum, aramızda bugüne kadar rahatsızlık verecek en küçük bir olay bile geçmedi. Nedeni, olsa olsa nezaketsizlik veya görgü kurallarını bilmemektir. Bunu da doğal karşılıyorum. Bu nedenle en azından meslek kıdemi fazla olan biri olarak “Başka yazarlarla ilgili tanımlamalar yaparken lütfen özen gösterin” demek istiyorum.