Medya hakkında her şey

Bil-Bul- Kazan
Medya hakkında her şey

Yalçın Pekşen, son dönem Türk basınında yükselen değer haline gelen gazetecileri sınıflandırdı: Ağır abiler, yalakalar, şarapçılar, filozoflar, sevgi böcekleri, liboşlar...

* AKP Genel Başkan Yardımcısı Dişli’nin adı,1 milyon dolarlık rüşvet skandalına karıştı. Olay sadece birkaç gazeteye manşet oldu. Yenişafak, Vakit, Star... yok saydı. Sabah içerilere gizledi.

* Gürcistan Güney Osetya’ya girdiği saatlerde balkonda Akdeniz’e karşı şekerleme yapan Erdoğan ile çalışmaktan harap ve bitap düştüğü için Roma’da dinlenen Babacan, Rusya savaşı istediği koşullarda sonlandırıp, Kafkasya’nın dolayısıyla enerjinin iplerini tekeline aldıktan sonra Kafkas işbirliği, barış ve ortaklık sağlamak üzere Moskova ve Tiflis’e gitti. Kimi gazeteler, “Türkiye Avrasyacı bir perspektif yakalarsa ne olur?” sorusuna cevap ararken , kimileri ev sahiplerinin pek umursamadığı, ‘laf olsun torba dolsun’ gezisini “Erdoğan Kafkaslar’a barışı getirdi”, “Başrol Türkiye’nin” türünden kahraman, ulu, yüce iktidar nağmeleriyle verdi...

* Gazetelere “kıçlarına jop sokanlar...” diye yazı yazan, Öcalan’ın hakları için kendini paralayan bir adam yüz binlerce şehidin kanıyla korunmuş Çanakkale’yi kültür müdürü kimliği ile işgal etti. Türk kültürünün bir küfürbaza teslim edilmesi karşısında bir çok siyasi demeç verdi. Medyadan tık gelmedi.

* Konya’da tüp patladı; üç katlı bina çöktü. 17çocuk yaşamını yitirdi. Bu faciayı sorgulayanları, sorgulamayanlar, “Allahsız, dinsiz, imansız” ilan etti.
Ahmet Altan yargı kararlarını karşılaştırıp, aynı yasaları uygulayan mahkemeler birbirini çürüten cezalar verince “bu nasıl hukuk” diye soruyor ya... Biz de, kuralları net olan (5 N, 1 K) haberciliği bu kadar farklı uygulayanlara soruyoruz: Bu nasıl medya?
“Sizde durup durup bunu soruyorsunuz” demeyin. Bu sefer cevap alacağımızı biliyoruz. Bu “Ko-Medya.”
Yalçın Pekşen oturmuş yazmış. Bakın Türkiye’de yazarlar, tarzlarına göre kaça ayrılıyormuş ve karakteristik özellikleri nelermiş:



“Ağır Ol Molla Desinler Tarzı: Anlamı kolayca çözülemeyen hatta anlamsız bir cümleyle girişerek, okurun cesaretini ilk cümlede kırıp, çoğunu başlarda kaçırma yöntemi.”
“Yalaka Tarzı: Bunlar hem gerçek, hem mecazi anlamda uyanık yazarlardır. Gerçek anlamda uyuyamazlar, çünkü gecenin ilerlemiş saatlerinde Başbakan veya Cumhurbaşkanı tarafından uykularından uyandırılırlar, Konut veya Köşk’e çağırılırlar, kendilerine neyi nasıl yazmaları hissettirilir, hisli arkadaşlardır.”
“Kuvvai Milliye Tarzı: Atatürk’ün kurduğu laik demokratik cumhuriyeti, Atatürk ve laikliği savundukları için yadırgananların tarzıdır. Sayıları iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar azalmıştır, toplumun yobazlaşmış fertleri arasında, astronomik boyutta sanılırlar.”
Pekşen’in kitabı daha çok insana ulaşsın da, ‘bizim basın ne derse o’ diye zihinlerini şartlandıranlar varsa uyansın diye köşesinde kitaptan bahseden Hasan Pulur’un “çok tanıdık geldi” dediği tür şöyle tarifleniyor:

“Yazılarını büyük otellerin veya lüks lokantaların bir köşesinde yazarlar. Zevkten dört köşe olmuş köşe yazarlardır. Karşılaştıkları şaşırtıcı durumları, lezzetli yemekleri, kendilerinden hesap istemeyen otel müdürlerini, lokanta sahiplerini ballandıra ballandıra anlatırlar.” Neyse ki bunları iyi tanıyoruz, arada sırada “Ben bir yemeğe satılacak adam mıyım!” demeseler kimse onlardan şüphelenmez.”
Bir de evlenene kadar siyasi yazılarının içinde bile flörte göz kırpan, evlenip hamile kaldıktan sonra 9 ay on 10 gün hamileliği ve sonra yıllar boyunca çocuk bakımını yazan kadın yazarlar var Pekşen’in kitabında.
Okuyorum, bilgisayarın ekranından yansıyan görüntüme bakıyorum, ama ilkokula yeni başlayan çocuklar gibiyim, sınıfımı arıyorum, bulamıyorum!


+++++

İlhan Selçuk Ahmedİnejad’ı yere göğe sığdıramadı

Kimse kızmasın, alkışladım!

Teknoloji sayesinde artık uzak yakın yok...
TV’lerde herkes Ahmedinejad’ın gözünü, kaşını, kirpiğini, saçını, başını yakından seyretti... Yüzünün anlamını en yakın plandan saptamak olanağını buldu...
Sonuç?..
Ben -kimse kızmasın- Ahmedinejad’ı alkışladım...
Lider dediğin böyle olur...
Sakalı makalı, saçı başı, giyimi kuşamı kendine göre dört dörtlük...
Bizimkiler gibi yapay değil...
Doğal...
Biraz abartarak aktarayım, basın toplantısında konuğumuz ne diyor:
- İsrail yok olsun...
- Amerika defolsun...
Bizim Gül dinliyor...
Gıkı çıkmıyor...
Ahmedinejad gülüyor, beşuş bir çehreyle patlatıyor bombalarını..
Meydan okuyor...
Bizim Gül suskun, ezik, sinik, yapay...
Ahmedinejad cuma namazını Sultanahmet Camii’nde kıldı...
Apaçık dedi ki:
“- Bu bir siyasi olaydır...”
Ne demek bu?.. Cumhurbaşkanı hem dincilik yapıp hem de takıyyeye sapmıyor...
TV’lerin yansıttığı kadarıyla cuma namazında Sultanahmet Meydanı görülecek bir manzara sergiliyordu; halk bir yandan Ahmedinejad’ı alkışlıyor, bir yandan elini öpmek istiyor; Sünnilik-Şiilik ayrımına kimse metelik vermiyordu...
Ne oluyordu?..
Amerika’ya karşı tepkiden mi bilinmez, halk, Ahmedi-
nejad’ı bağrına basmak
istiyordu...
Düşündüm: Ahmedinejad Türkiye’de adaylığını koysa seçimlerde kazanır mıydı?..
Peki, Hazretin siyaseti ne olacaktı?..
- Ilımlı İslama karşı gerçek İslam...
Ahmedinejad geldi diye İstanbul’da bütün yollar kapatıldı da ne oldu?.. İran cumhurbaşkanı demiş ki:
“- Ben Tahran’da yolların kapanmasına izin vermezdim, Türk halkından özür diliyorum...”
Bizimkilere hakaret değil mi bu?..
İran Cumhurbaşkanı’ndan alacağımız en büyük ders ne?..
Ahmedinejad’ın içi dışı bir...
Darısı bizimkilerin
başına...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet

Bu yazı 'tarihi eser' vasfı taşımaktadır

+++++

Dutu Gül yedi, peki
Erdoğan’a ne oluyor
?
Cüneyt Arcayürek, “CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin 1 milyon dolar rüşvet aldığını kanıtlayan belgeler açıklıyor. 3 kuruşluk davanın onurunu zedelediğini içeren sözler söyleyen RTE; 1 milyon dolarlık rüşveti yeterince büyük görmüş olmalı ki, susuyor. Alnına sinek konduğu yazılsa hemen yalanlayan RTE gibi, Kılıçdaroğlu’nun ”bir arsanın imar değişikliği ile 48 saat içinde 11 trilyonluk bir rantı bir grup gözü doymaz işadamına ikram ettiği“ iddiasını İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş da susarak yanıtlıyor. Saldırıya geldi mi kükrüyorlar, ama gerçekler yüzlerine vuruldu mu dut yemiş bülbül!” yazmış.
Ne yalan söyleyeyeim, bu iş benim kafamı karıştırdı. Dutu Gül yedi, Erdoğan ile Topbaş sustu! Hayatın yükünü paylaşmak, iyi günde kötü günde, ölüm ayırana kadar dost olmak böyle bir şey
olsa
gerek!

+++++

Doğru’yu doğrulttular
AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli hakkındaki 1 milyon dolarlık rüşvet iddiası ile gündeme gelen imar yolsuzluğunu yazan Necati Doğru, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı Sefer Kocabaş’ın, AKP eski İl Başkanı olduğunu belirtmişti. Dün bir düzeltme yayımlayarak, Kocabaş’ın eski il başkanı Mehmet Müezzinoğlu’nun iş ortağı olduğu yazdı ve özür diledi. Necati Doğru’nun söz konusu yazısını bu sayfada yayımlamış olduğumuzdan, herhangi bir yanlış anlama veya bilgi kirliliğine yol açmamak için düzeltmesini de sizlerle paylaşıyoruz...

+++++

MİNİ YORUM

En güzel kandil mesajı

‘Sözde’ pek bir bayram-seyran-kandil duyarlısı olduk. İnternetten indirilmiş bir mesaj, ‘bir gün lazım olur’ diye kaydedilen isimlerle şişmiş telefon listesine bir dokunuşla ulaşır. Sonra vefalı evlat, dost, akraba, öğrenci, kuzen, yeğen, torun... olursun. Kendi adıma toplu bildirimlerden uzak duruyordum. Bu fabrikasyon duygulanmalardan bihaberdim.Yalçın Bayer birini örnek vermiş köşesinde: “Türk olmayı onur, Atatürkçü olmayı gurur, Müslümanlığı inanç sayanların; bol yıldızlı değil, ay yıldızlı bayrak altında saf tutanların kandili kutlu olsun.” Demek ki neymiş, en azından ‘emeğe saygı’ deyip, okumak lazımmış...

ST

Yazarın Diğer Yazıları