Liberaller tehdit yağdırıyor: Ben gidersem sen de gidersin
Hem solcu, hem liberal, hem demokrat, hem sosyalist, hem anarşist ve hem de Taraf yazarı olmayı başarabilen, hani şu on parmağında on ideolojik gizli zevattan, halkın arasına hemen her karışmasında menemen olmayı alışkanlık haline getiren yazarın, “AKP hükümetine söyleyecekleri vardı” dün.
“Ergenekon davasını yılan hikayesine çevirmeyi becerdiniz ya. Helal olsun!” diyordu...
Öfkeliydi... Ve tedirgin:
“Kürt Açılımı’nı anlamsız bir hale getirmeyi becerdiniz ya. Helal olsun!
Kıbrıs konusunda Mümtaz Soysallaşmayı becerdiniz ya. Helal olsun!
Başbakanından milletvekiline, başbakan yardımcısından müstahdemine, hepinize helal olsun!
Ve sayenizde Ergenekon toparlanıp amacına ulaşırsa, bana elbette geçmiş olsun, ama umarım unutmuyorsunuz, size de geçmiş olsun!”
Boşuna tutturmamış demek ki Tayyip Erdoğan o şarkıyı:
“Beraber yürüdük biz bu yollarda!..”
***
Ecele faydası yok ama...
Korkunun hangi dağları sardığının itirafıdır yukarıdaki satırlar...
Günlerdir, sayısız yazarın izah etmeye çalıştığı “özü”dür memleketimin “aydın” duruşunun:
Ne hukuk umurlarında, ne hak, ne adalet. Onları ırgalayan, attıkları her adımda peşlerinden gelen, kuyruklarını kıstırmış o “boş teneke”den çıkanın “kuru gürültü” olduğunun anlaşılıyor olması!
Hemen her fikirden, taraftan, yandan, yöreden insanın, alenileşmiş hukuksuzluk, alenileşmiş vicdansızlık karşısında “bu kadar da olmaz” deme noktasına gelmiş olmasını “şahsi menfaatleri için tehdit” sayanlarının varlığına kanıt işte yukarıdaki satırlar!
Onlar, hala odunu cadı kazanın altına vermeye gönüllü olacak kadar azgınlar!
Can havli belki güdüleyicileri ama yine saldırganlar!
Ve gözlerini, kendi varlıklarına, fonlu meşruiyetlerine malolabilecek “muhtemel tökezleme”nin arifesinde, hükümeti tehdide başvurabilecek kadar karartmışlar!
“Ben gidersem, sen de gidersin” ikazı yaptıkları şey! Ve bunu yapabildiklerine göre, tescilleniyor ki; AKP aslında “tek başına AKP” değildir...
“Tek başına iktidar” hiç değildir...
O, daha çok domino taşlarının başıdır... Yıkıldığı yer; onu kullanarak veya kendini ona kullandırarak ayakta kalan kişilerin, kurumların, yapıların, güç odaklarının, ittifakların, projelerin ve fikirleri yerle bir edecek fay hattının tam üzeridir...
Komik olan ise, yaşamı “Kürt açılımını” durdurduğu anda “hadi sana geçmiş olsun” denilebilecek kadar pamuk ipliğine bağlı olan, acz içindeki bir “oluşum”un Türk insanına hala yüzde bilmem kaçla tek başına iktidar adayı olarak yutturulabilmesidir!
+++
Özgürleşmenin yolu
Ne kadar yazabilirlerse o kadar özgürleşebileceklerine inanan medya mensuplarına meselenin “fişle priz” denklemini çözmekten ibaret olduğunu gösterdiği için bu yılki “Basın Özgürlüğü Ödülü”nü Hüseyin Üzmez’e vermeliler bence!..
Yakışır...
+++
‘Beyefendi’nin karnı fena şişti
Gazetecileri toplayıp içeri doldurdukları için demek ki...
Cumhurbaşkanı; “Kaygılı...”
TBMM Başkanı; “Rahatsız...”
AB; “Tedirgin...”
ABD; “Endişeli...”
İçişleri Bakanı; “Sıkıntılı...”
Adalet Bakanı; “Huzursuz...”
Bülent Arınç; “Hüzünlü...”
*
Sonuçta hukuksuzluk, sahiplerinin sağlığını bozmaya başladı; sıkıntı,
rahatsızlık, mutsuzluk, tedirginlik, gerginlik, hazımsızlık, şişkinlik,
sıkışma...
Niçin?..
Hukuk işliyorsa, yargı görevini yapıyorsa...
Türkiye çetelerden temizleniyorsa, terör örgütü ortaya çıkartılıyorsa, niye karnı şişsin devlet büyüğümüzün?..
Çünkü; başları beladadır...
Bu son dalgada yaşananlar, “Ergenekon terör örgütü” savının, aslında bir istila operasyonu olduğunu daha da kanıtladı herkese...
İşte o zaman dedi zaten:
“Beyefendi neyiniz var?..”
“Sıkıştım...”
*
Şu son dalgada gidenler ile ilk dalgada gidenler arasında yaklaşık iki buçuk sene zaman var...
Demek ki dalgalar sadece “olmuş”ları değil, sonradan “olanları” ve bundan sonra “olacakları” da kapsıyor...
Geçen ay yapılan telefon konuşması beş sene önce açılan davaya “kanıt” olduğuna göre...
Daha da açıkçası; bebeler büyüyüp reşit olduklarında ve bir muhalif kitap yazmaya kalktıklarında, ya da telefonla konuşmaya başladıklarında, dalga gelip götürecek demek ki...
*
Neyse ki en akılsız kafalar, en duyarsız zihinler, en kör beyinler bile neler olduğunu anladılar.
Sokaktaki insanlar artık “Ergenekon” sürecine inanmıyorlar...
Olanlar vicdanlara sığmıyor...
Şu son operasyonla birlikte; iktidarı ve tarikatı egemen kılmak için tezgâhlanan hukuk oyunu tersine döndü...
İktidarı ve tarikatı dünyaya deşifre ediyor...
Bu yüzden zaten karnı şişti beyefendinin...
Çünkü...
Oyun bitti...
Bekir Coşkun
+++
Silivri mektupları...
Özür dilemek, Baykal ve Ilıcak’a insanlık borcum...
Kirli bir oyun oynanıyor; hem de çok kirli.
12 Mart- 12 Eylül darbelerinde bile bu kadarı görülmedi.
Darbe dönemlerinde kavga mertçeydi, açıkça söylüyorlardı “muhalif olduğunuz; düşündüğünüz; yazdığınız için sizi hapsediyoruz”... Ya şimdi... Şimdi bel altından vuruyorlar sadece.
“Ergenekon örgütü üyesi olma” iddiasıyla cezaevindeyim. Bunun kavgasını veririm.
Ama medyada Baykal’ın, Ilıcak’ın özel hayatları yazılıp, konuşuluyor ve bunun sebebi olarak gösteriliyorum. (...) Silivri’de bu nedenle acı çekiyorum. Utanıyorum... İtibarsızlaştırma dört cepheden sürdürülüyor.
20 yıl önce ajandama yazdığım özel notlarım bugün medyaya servis ediliyor. “Bakın Soner Yalçın Nazlı Ilıcak için ne yazmış?”
Bu sadece Nazlı Ilıcak’a ayıp değil.
Benim de mahremim çiğneniyor. Tabi bunu şimdi kim umursar? Vur abalıya! Öyle ya kalemimize kelepçe vurulmuş! Meydan boş!
Nazlı Ilıcak yazıyor; “Soner Yalçın beni hep fişledi!” Ne diyeyim şimdi buna? Kızmakta haklı...
(...) Hiç düşünemedim böylesine pis bir tezgahla karşılaşacağımı. Aklıma gelmedi, 20 yıl önce ajandaya yazdığım notların manşetlere düşeceğini... Farklı görüşlerde olabiliriz, hayatı yaşayış biçimlerimiz farklı olabilir, habere bakışımız ayrı olabilir ama bu karşıt mücadele mertçe yapılır.
Evleri basıp, binlerce kitap, belge, not defteri arasından bir - iki cümle bulup, bunu itibarsızlaştırma aracı olarak kullanmak hangi hukuka sığar? Bu nasıl insanlık? Evimdeki özel yazılarımdan kime ne? “Menderes’in kasasından kadın külotu çıkmasını” haber yapanlara muhalif olanlar, şimdi aynı tezgahın piyonu rolündedirler. Yazık.
Neyse, kime ne anlatıyorum ki; faşizmdir bunun adı.
Ama yine de şunu yazmalıyım: Hiç istemediğim halde, elimde olmadan özel hayat dedikodularına sebep oldum. Bu pis tertibe gelmemek için ne yapabilirdim bilmiyorum. Tek yapabileceğim; Baykal ve Ilıcak’tan özür dilemek.
Biliyorum bu özür mektubu da “bakın yaptıklarını kabul etti” diye haber yapılacaktır, olsun. Bu benim Baykal ve Ilıcak’a insanlık borcumdur.
Soner Yalçın / odatv.com
+++
“Menderes’in kasasından kadın külotu çıkmasını” haber yapanlara muhalif olanlar,
şimdi aynı tezgahın piyonu rolündedirler. Yazık.”
+++
Küçük’le konuşmak suçu
Profesör Yalçın Küçük terör örgütü yöneticisi olmak suçundan tutuklanırken şöyle demiş:
- Devlet yeni bir suç tipi yaratmıştır. Bu da Yalçın Küçük’le konuşmaktır...
Gerçekten de hem Soner Yalçın ve arkadaşlarının hem Ahmet Şık ve Nedim Şener’in sorgusunda Yalçın Küçük’ün adı sık sık geçti...
İlginçtir.. Terör örgütü PKK’nın liderleriyle Kandil’de konuşmak suç sayılmıyor. Abdullah Öcalan ise Şivan Perwer, Mehmet Metiner, Muhsin Kızılkaya hakkında:
- Birileri bunlara sus demelidir, diye haber gönderdiği ve “sus” emri ebediyen susturmak anlamına geldiği halde devlet onunla masaya oturup görüşüyor. Profesör Küçük neden bu kadar tehlikeli? İnsan merak ediyor...
Melih Aşık / Milliyet
+++
Soru: SMC’nin açılımı nedir?
Yanıt: Silivri Medya Centre
Haldun Ertem
+++
Yazısını Ataklı, Aşık ve Önkibar’a adadı
Beşiktaş Adliyesi’nin önünü ekranlardan izliyoruz. Her tutuklananı kendi arkadaş grubu uğurluyor. Tutuklananlar birer birer Silivri’ye getiriliyor.
Ne var ki, cezaevi yönetimi gazeteciler ile subayların farklı grup olduğuna bakmıyor, hücrelerde yan yana getiriyor onları.
Ergenekon’un ilk tutuklusu E. Astsubay Oktay Yıldırım ile son tutuklananlardan gazeteci Soner Yalçın F/2 koğuşunda birleştirler...
Mücadelede birleşemeyenler, esarette birleşiyor.
***
Taha Akyol; “Bizim Nedim, Ergenekon örgütü üyesi olamaz” diyor.
İshak Alaton’un etrafına topladığı alafranga aydınlarımız ve CHP’nin yeni yıldızları da öyle söylüyorlar; “Bizim çocuklarımız onlardan olamaz.”
***
Yeni sloganımızı buradan haykırıyorum:
“Bütün Ergenekon mazlumları ve sıra bekleyenler, bölünün!”
Kadehimi Ricciardone kulübünün başarısına kaldırıyorum (Kadeh dediğimin içinde Silivri karavanasının ayranı var).
Bu yazımı Ergenekon gerçeğini gören üç vicdanlı yazarımıza adıyorum: Melih Aşık, Sebahattin Önkibar, Can Ataklı.
Doğu Perinçek / Aydınlık
+++
“Mücadelede birleşemeyenler, esarette birleşiyor!”
+++
Gazetecine sahip çık
Ey vatandaş! Bir Atatürk geldi; sen istemediğin, daha doğrusu farkında bile olmadığın halde sana demokrasiyi getirdi. Demokrasinin kıymetini bu yüzden bilmiyorsun. Çağdaş insan olmak; korkup evinde oturmakla olmaz. Çıkacaksın; gazetecine sahip çıkacaksın.
Eğer bu kadarcık demokratik tepkiden bile çekiniyorsan... O zaman sen baskıyı, sömürülmeyi; ezilmeyi, horlanmayı hak ediyorsun demektir. Sen buna razı isen gazetecinin derdi nedir ki...
Rıza Zelyut / Güneş
+++
İklim, yandaş basına ajanlık mı teklif etti?
CHP Genel Merkezi’nde konuştuğum bir yetkili, “Bu hanım, tacize uğradığı iddiasında bulunduktan sonra, Deniz Baykal’ı çok kez aramış” dedi. İklim Bayraktar’la konuşurken, kendisine, “Taciz olayı iddiasından sonra siz Deniz Baykal’ı aramışsınız doğru mu?” dediğimde, sessizlik oldu. Bu da, işin en ilginç ve can alıcı bölümlerinden birisiydi. (...) Bir de ilginç bir not daha eklemek istiyorum: İklim Bayraktar, hükümete yakınlığı ile bilinen bir gazetede çalışmak istedi mi? Bu görüşmeyi yaparken, “Sizin burada gizli çalışır, diğer tarafta olup bitenleri size aktarırım” dedi mi? Bunu da İklim Hanım’dan öğreneceğiz...
Saygı Öztürk / Sözcü
+++
‘Şaibeli muhabir’e çağrı: Profesyonel yardım al!..
Ucuzdur vardır illeti denir ya... (...) Bugünlerde adı odatv.com’la geçen şu sarışın muhabir de böyle biri olsa gerek... Kimdir, nedir bilen yok. (...) Bir kere beni aradı, Soner Yalçın’ın evine polis baskınının yapıldığı gün. Nereden çıktığı belli olmayan bir samimiyetle ’Ya yarın köşende bir şeyler yaz’ falan demeye başladı. Baktım ki kendini bilmez biri, tersleyip telefonu kapattım.
Gazetecinin hem karakteri, hem kalitesi yazdığı haberlerden ve üslubundan ortaya çıkar zaten. Daha hiç konuşmadan bile ben notunu vermiştim: De ayıramayan, ’tabi’yle ’tabii’nin farkını bilemeyenle işim olmaz. (...) Benim insanların gözünde ’Kendinden başka hiç kimseyi beğenmez, hiç kimseyi sevmez’ diye bir imajım var... Soner Yalçın da bana ’Sana kalırsa sitede adam kalmayacak’ demişti. Bu muhabir de kıytırık haberler yaptığından, pek suya sabuna dokunmadığından üzerinde durmadım. İnat etmedim. Keşke etseymişim... Belki şimdi bu kadar insan bulaşan çamuru temizlemiyor olurdu.
(...) ’Gideyim kasede kaydedeyim, size büyük balığı sunuyorum’ diye konuşan biri sadece kötü gazeteci değildir, ayrıca başka problemleri de vardır. Bu problemleri aşmak için profesyonel yardım gerekir. Şimdi bir kendini bilmezin deli saçmaları karşısında ayıkla pirincin taşını...
Oray Eğin / Akşam