Liberal faşizmin son kurbanı
Ahmet Altan’ın yeteri kadar “taraf” olamayan Oya Baydar’ı “pavyondaki namuslu kadın” olarak tanımlaması bir kere daha gösterdi ki, liberaller kendilerinden olmayana yaşam hakkı tanımıyorlar
Liberal demokrasi, “toplumca kabul gören her türlü siyasi görüşün” uzlaşarak, “ulusun çıkarları için” her yöne esneyebildiği yönetim politikası olarak tanımlanıyor. Ülkemizdeki yayılışı mantar düzeninde seyreden liberaller iki noktada bu genel tanımdan ayrılıyorlar:
Birincisi, savundukları görüşlerin “toplumca kabul görenler” değil, topluma “dayatılanlar” olması. İkincisi, uzlaşma veya esneme zemininin “ulusun çıkarları” değil “emperyalizmin öncelikleri” olması.
Kavramsal olarak liberal demokrasiler “tüm vatandaşların kanun önünde eşit olduğu adil bir sistem” öngörüyor. Öncelikli değer “özgürlükler”. Liberallerin ‘küfür’ yerine kullandıkları faşizm ise anti-demokrat, otoriter/baskıcı bir sistemin ifadesi.
O kadınlara ibret
Faşizmin etimolojik çözümü Antik Roma’ya uzanıyor. Buna göre faşizm, Roma hükümet yetkisini sembolize eden ucu baltalı bir çubuk demeti/fasces’den türer.
Ne tuhaftır ki, bizim liberaller hayat algılarını tanımlarken, liberalizmin temsil etmesi gereken Rönesans hümanizmi yerine, faşist Roma geleneklerini kaynak gösterir. Mesela Oya Baydar’ın “liberalliğine kandığı” Ahmet Altan için kadını pavyon ile özdeşleştirmek hiç de yeni bir yaklaşım değildir. Yıllar önce Kadınca dergisine verdiği röportajda “kadında fahişelik eğilimi olması gerektiğine inanıyorum” diyen Altan, buna örnek olarak “Roma’da Aristokrat kadınların kölelerle yatması”nı göstermişti.
Aynı röportajda ensestin de Mısır ve Roma kültürlerinde normal olduğunu hatırlatmıştı.
Arkadaşımız Selda Öztürk Kay bu röportajı tozlu raflardan indirdikten sonra biz “Taraf kadınlarının sınırı yok mu? Kendilerine “fahişelik beklentisi” ile bakan bir adamla nasıl çalışıyorlar?” diye sorduğumuzda ne demek istediğimizi anlamamış olanlar varsa, Taraf’ın genel yayın yönetmeninin gazetenin iki kadın yazarı hakkında yaptığı “pavyon” yakıştırmasındaki bilinçaltını analiz
etmemliler.
Yol arkadaşlığı
Olayı Altan’ın sapıklığı hoşgören bireysel duruşundan çıkarmak istesek dahi başaramayız... Serdar Turgut, 3 Mart 2009 tarihli Akşam gazetesinde, solcuların Taraf ile bir noktaya kadar yol arkadaşlığı yapabileceğini saptarken, liberal görüşün faşizm’e evrilmesini şu şekilde özetliyordu: “İlk önce hayatın her alanının aslında siyasi olduğu tanımı yapılır. Yani söylediğiniz her laf, iç duygularınız, dış görünümünüz, spor, eğlence ve seks temelde politiktir.
Bazı tavırlar, düşünceler ve fiziksel görünümler kabul edilemez sayılabilir ve o tavırlarda israr edenler ya ıslah edilmeli ya da dışlanmalı ve ötekileştirilmelidir.
Bu toplama kampları bulunmayan bir tür faşizmdir. Türkiye’de liberal insanlarla ‘yol arkadaşı’ olabilmek ancak onlar gibi düşünmek, giyinmek ve konuşmakla mümkündür.”
“Hoşgörü” kültürü
Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde liberal kelimesinin karşılığında mecaz anlam olarak “hoşgörü” yer alıyor. Herşeyden evvel “bireyin yaşama hakkı”nı desteklemesi gereken liberallerin kendilerinden olmayana yaşama hakkı tanımıyor olması hoşgörü ile ne kadar bağdaştırılabilir?
Adil seçim sistemini savunmaları gerekirken, makbuz karşılığı iş yaptıkları AB’li ablalarının seçilmiş hükümeti devirip, seçtirilmiş hükümet kurmasına yardım etmeleri kadar mı? Hukukun üstünlüğünü savunmaları gerekirken, insan hak ve özgürlüklerinin ihlaline ve medya lincine öncülük yapmaları kadar mı? Ulusal çıkarlarda uzlaşabilmeleri gerekirken, Soros fonları oranında sivil darbe inşasına katkı sağladıkları... Veya şeffaf devletten yana tavır koymaları gerekirden “perde arkasındaki mekanizmalar”ın ulaklığını yapmaları kadar mı?
Kısaca; liberalizmin hoşgörü ile bağdaşması ancak faşizm kadar mı mümkün?
++++++
Adamı böyle kullanırlar işte
Yazar yapılmasının tek sebebi belli bir misyonun sözcülüğüydü. Çünkü adı, geçmişi, duruşu, imajı, algısı inandırıcıydı. Halbuki diğerlerinin sırtında pek çok bagaj vardı. Bu amaca hizmet edecek diğer gazetelerin ciddi bir ‘inandırıcılık’ sorunu vardı. Yıpranmış, çürümüş markalardı. Yeni tetikçiler bulması, bakkal, minibüsçü tiplilerden yazar yapması bundandı. Onları kimse ciddiye almadı.
Tam da aradıkları türden bir figür kapılarına dayanmıştı, ‘Beni yazar yapın’ diye dil dökmüştü. Herhalde ‘merkez’ tartmış, kendi içinde araştırmasını yapmış olacak ki ferman çıktı: ‘Hadi haftada bir yaz.’ O da bir yazı yazdı... Bir anda bu yazı psikolojik harbin bildirgesi, kendisi de bu dönemin ‘poster kızı’ oldu. Evindeki mazbut hayatından vazgeçip o gazete senin bu TV benim diye gezip promosyon turlarına başladı. Merkez medyanın liberal kalemleri alıntılayıp durdu... Türk Basını’nda bir tek köşe yazısı için; üstelik de zekadan yoksun, klişelerlele dolu bayık bir yazı için, böyle bir reklam çalışması görmedim.
Poster kızı olmayı seçti
Sanırım yazar 15 dakikalık şöhretin cazibesine kapıldı... Bir anda kraldan daha kralcı olmaya başladı; kendisinin kullanıldığından habersiz, taraf olduğunu düşünmeye başladı...
60’larda üniversite eylemcisi...
70’lerde sıkı sosyalist...
80’lerde sürgündeki yazar...
90’larda sivil toplumcu...
2000’lerde de liberal demokrat...
‘Sol şıklık’ adına yükselen değer neyse onlara takılmak ilkesi oldu...
Bir yazar nasıl da bu insanların kaba olduğunu, dillerinin çirkinliğini görmez? Bunu görmesi için illa kendisinin mi hedef alınması gerekiyordu? Yol arkadaşları başkalarına her türlü belaltı saldırıyı yaparken onları alkışlıyor, destekliyor, kendisine ‘pavyondaki namuslu kadın’ benzetmesi yapıldığında öfkeleniyor... Oya Baydar bu kadar zaman bunu anlamadı da kendi adıyla pavyon yan yana geldi diye mi öfkelendi?
* Oray Eğin / Akşam
++++++
“Her kadında fahişelik potansiyeli olmalı” diyen bir adam yazarını “azize”lere benzetecek değildi ya...
“Pavyon kadını” yakıştırması
Nabi Yağcı, Roni Margulies, Oya Baydar gibi sıkı sosyalistler de yazıyor burada.
Her ne kadar Roni’yle Oya’da “liberallerin” arasına “düşmekten” dolayı zaman zaman hafifçe Türkan Şoray filmlerini andıran “pavyondaki namuslu kadın” huzursuzlukları tezahür etse de burada sağlam bir “solculuk” tartışması yaşayacağımızı ümit ediyorum.
* Ahmet Altan / Taraf
Veda etti: Bu üsluptan yoruldum
Altan’ın bence çok talihsiz “pavyonda çalışan namuslu kadın” teşbihinden buram buram yükselen erkek iktidar dilinin de içimi ürperttiğini itiraf etmeliyim.
Peki neden ayrılıyor “pavyon”dan?
Siyasal anlamda itiş kakışların ortasında yetişmiş;
birbirini lafla dövmeyi, polemikçiliği marifet saymış; uzlaşmayı değil çatışmayı, barışın dilini değil eril iktidar dilini devrimcilik bellemiş bir kuşağın sütten çıkmış ak kaşık sayılmayacak bir üyesi olarak, bu üsluplardan artık yoruldu da ondan.
* Oya Baydar / Taraf
++++++
Akif Beki ilk meyvesini verdi
Başbakanlık Basın Sözcüsü olduğu dönemde gazetecilerin akreditasyonlarını iptal eden Akif Beki’nin nasıl olup da Radikal’de enli-boylu bir köşeye sahip olduğunu anlayamayanlar varsa yandaki manşete iyi baksınlar. Beki’nin bir gün felsefeye, bir gün siyaset bilimine, bir gün magazine dalarak yazarcılık oynamasından kime ne? Çetin Altan ile Taha Akyol’u aynı potada eriten Doğan’ın bu saatten sonra çokseslilik namzetine ihtiyacı mı var?
Bu sene havalar biraz geç ısındı diye herhalde çiçek açıp, kendisine yapılan yatırımın meyvelerini vermesi zaman aldı. Ama maksat hasıl oldu sonunda. Erdoğan kollarını sıvadığı Doğan Grubu gazetelerinden birinin Yayın Yönetmenini karşısına oturtup “geyik muhabbeti samimiyeti”nde fotoğraf verdiyse, deklanşörün kumandasının “canı-ciğeri-kardeşi Akif Beki”de diyedir...
++++++
Afet Ilgaz TÜrkçÜler’İn uĞradIĞI İŞkencelerİ anlatacak
Tabutluğun romanı
3 Mayıs’a “Türkçüler günü” denmiş. 1944 tevkifatında Tophane Askeri Hapishanesi’nde ve Emniyet’te bir buçuk iki yıl tutuklu kalan Türkçülerin isimlerini, kısaca hikayelerini okudum.
Benim bir hikaye kitabım var. Adı “Çeribaşı Abdullahla İdamlık İsmail.” Otuz sene sonra yeni basımını İz Yayıncılık yaptı. Bunlar, ayni tevkifatta tutuklanan Rıfat Ilgaz’ın anlattığı hadiselerden yola çıkarak oluşturduğum hikayelerdir. Aynı hapishanenin bir katında solcular, bir katında Turancılar kalırmış. Gazetedeki listeden okuduğum isimler arasında hocam Orhan Şaik Gökyay da vardı. Bunu biliyordum ama birçoğunu bilmiyordum.
Bu hadisenin kısaca tahlili yapılmış ve tarihi ayrıntıları verilmiş. Tarihi ve siyasi. Alpaslan Türkeş’in de kaldığı tabutluk denilen hücrede, Türkeş işkence de görüyor, hastalanıyor, Haydarpaşa Hastanesi’ne kaldırılıyor, sonra gene hücreye atılıyor...
Çok üzücü ayrıntıları var hadisenin. Şimdi ben “Temel” gibi sormak istiyorum. Hani “hastayım dedim inanmadınız, ne oldi şimdi?” diye yazdırmış ya mezar taşına.
Ne oldi sonra?
Kimi üniversitedeki görevine döndü, kimi parti başkanı oldu, kimi İngiltere’ye talebe müfettişi olarak gitti (Orhan Şaik Gökyay) .
Bu tutuklamaların İnönü’nün, İkinci Dünya harbinin, Almanlara ve Ruslara göre çizdiği politikalarının sonucu olarak gerçekleştirildiğini yazıyor Yeni Çağ.
Bunları anlatmak için romana ihtiyaç var, romana!
Ben de zaten öyle yapıyorum, bir roman yazıyorum.
* Afet Ilgaz / Milli Gazete
++++++
Saray hafiyesi
2. Abdülhamid’in de böyle hafiyeleri vardı. Bu adamlar padişaha haber uçururlar; kimisini sürdürür; kimisini hapse attırır; malına mülküne de kendileri konarlardı. Şimdi Burunsuz Necmi’lerin yerini yandaş medyanın köşe yazarları aldı. Bunların başında da Fehmi Koru geliyor.
Ağır abi pozlarında herkese akıl verirken; aynı zamanda konumunu kullanarak şahsi çıkar sağlıyor. Gazeteye yansıyan bilgiler doğru ise, TRT de dahil bir çok televizyon ve gazeteden toplam 105 bin lira kadar aylık para kazanıyormuş.
Dedim ya o sarayın hafiyesidir. Padişahını korumaya çalışır gözükür. Bunun da bir karşılığı olmalı değil mi?
Yalnız iş bununla kalmıyor... Fehmi bir de bağımsız basını tehdit ederek yandaş veya yanaşma basın haline getirmeye uğraşıyor.
* Rıza Zelyut / Güneş
++++++
Soykırımı sömürgeciler yapar
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’nun ABD ve Kanada’da düzenlediği toplantılarda konuştu. Sordular “Soykırım iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye. Başta Abdullah Gül olmak üzere, Türkiye’yi yönetenlerin iyi okuması gereken şu yanıtı verdi:
“Soykırım yapabilmek için o toplumun ilk önce ırkçı olması lazım... İngilizler, Fransızlar, Almanlar, Amerikalılar ırkçı olmuşlardır. Bunların ortak yönleri; devlet olarak sömürgeci ve emperyalist aşamaya gelmiş olmalarıdır. Kendilerinin ötekilerden üstün olduğunu ileri sürüyorlar. Bunun nedeni olarak mesela, ‘Biz beyaz olduğumuz için üstünüz’ diyor ya da ‘Hıristiyan olduğumuz için üstünüz’ diyor, yahut ‘Hıristiyanlık içerisinde Katolik olduğumuz ya da Protestan olduğumuz, Protestanlığın içerisinde Evangelist olduğumuz için üstünüz’ diyor. Bunlar sömürüyü kolaylaştırmak için ileri sürülen tezlerdir. Yüzyıllarca Türkler ve Ermeniler dostane, yan yana, barışçıl, hatta kardeşçe yaşadılar. Ermenileri ırksal ve dinsel olarak ilk tanıyan Osmanlı İmparatorluğu yönetimidir. Bu şekilde bir tanıma Batı ülkelerinde yok. Tarihi dedikodu ile değil de bilimsel yöntemlerle yazmazsanız böyle saçma iddialara maruz kalırsınız. Soykırımın kaynağı ırkçılıktır, bu da Türklerde yoktur.”
* Işık Kansu / Cumhuriyet
++++++
MİNİ YORUM
Komiserimin aklanma önceliği
Önder Aytaç, Genelkurmay eski Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın 32. Gün’deki açıklamalarının köşe ortağı Emrullah Komiseri ‘belge sızdırma iddiaları’ ile ilgili olarak akladığını iddia etmiş.
Devlet memuru olarak, yasak olmasına karşın Taraf’ta köşe yazarak “tarafsızlık ve devlete bağlılık” konusunda soru işaretlerine neden olan komiserimin şu günlerdeki önceliğinin, 657 sayılı yasaya uygun davranıp davranmadığı konusunda aklanmak olması gerekmez mi?