Kur sanayiimizi de vurdu
2016 yılına kadar TL değerli para idi. 2007 yılında Merkez Bankası TÜFE bazlı reel kur endeksi 119,55 idi. (TL döviz sepetine göre yüz 19,55 oranında daha değerliydi.) 2010 yılında bu endeks yüzde 121,60 idi. (TL döviz sepetine göre, yüzde 21,60 oranında daha değerliydi.) 2010 sonrası reel kur endeksi düşmeye başladı fakat 2016 yılında yine de endeks yüzde 101,84 idi. Yani TL hala yüzde 1,84 oranında daha değerli idi. Şimdilerde ise TL değeri yüzde 40 oranında düşük değerdedir.
Normalde, bir ekonomide milli para değer kaybederse ülkenin rekabet gücü artar, ihracatı artar ve sanayi üretim endeksi ile kapasite kullanım oranı büyür. Bunun içindir ki, Çin gibi cari fazla veren ülkeler milli paranın değer kazanmasını istemez. Bizde ise tam tersi, kur artınca ihracat artmıyor, kapasite kullanım oranı düşüyor.
Bunun iki nedeni var;
Birisi, üretimde ithal aramalı ve hammadde girdi oranı yüksektir. Yani üretim dışa bağımlıdır. Kur artınca ithal girdi fiyatı da artıyor.
İkincisi , Türkiye de yatırım için hukuki ve demokratik altyapı yoktur. İthalat pahalı da olsa kimse içerde ikame yatırımı yapmıyor.
2016 yılından beri değer kaybeden TL, Başkanlık sisteminin uyum sorunu ile birleşince imalat sanayiinde kapasite kullanım oranı da düşmeye başladı.
Aşağıdaki grafikte reel kurun düşmesi, yani TL'nin değer kaybetmesine paralel olarak imalat sanayiinde toplam kapasite kullanım oranı ve aynı zamanda ara malları ve hammadde üretiminde kapasite kullanım oranlarının düştüğünü görüyoruz. Oysaki ithalat pahalı olduğu için tersine aramalı ve hammadde kapasite kullanım oranının artması gerekirdi.
Bu süreç aynı zamanda Türkiye'nin erken sanayileşme sürecini hızlandırdı.
Erken sanayisizleşme sanayi sektörünün GSYH payının azalması değildir. Azalma süreci yapısal dönüşümdür. Bu dönüşüm iktisadi gelişme sürecinde hizmetler sektörünün daha hızlı büyümesinden ileri gelir.
Türkiye'de de hizmetler sektörünün GSYH'da payı arttı. Sanayi sektörünün payı azaldı. Ancak bu düşüş teknoloji gelişmeden ve Türkiye iktisadi gelişmesini tamamlamadan ortaya çıktı. Bu nedenle Türkiye erken sanayisizleşme sürecine girdi.
Söz gelimi; Avrupa'da sanayisizleşme var ve fakat GSYH artıyor. Demek ki Avrupa da ekonomik bünye değişiyor. Bazı gelişmekte olan ülkelerde ve bizde ise sanayileşme tamamlanmadan erken sanayisizleşme başladı.
Bizde 2001 krizi ve IMF ile yaptığı stand-by düzenlemesi ile uygulamaya konulan güçlü ekonomi programı ile erken sanayisizleşme dönemi başladı. Program; bankacılık sektörünün yeniden yapılanması, mali disiplin, özelleştirme üstüne inşa edilmişti. Reel sektör ve özellikle sanayi sektörünün teşviki ve geliştirilmesi için bir satır bile yoktu.
2002 sonrasında, TL'nin aşırı değer kazanması nedeni ile Gaziantep'te, Denizli'de üretim yapan iplik fabrikaları kapandı. İthalat daha ucuz geldiği için üretip yerine ithalat arttı. Türkiye'de 2003 -2007 arasında tekstil sektörü ihracatta ilk sırada idi. İpliğe ihtiyaç vardı. Ancak bu ihtiyaç ithalatla karşılanmaya başlandı. Birçok aramalı ithalatla sağlandı. Üretimde ithalatın payı arttı, ithalata bağımlı bir üretim yapısı oluştu ve cari açıkta arttı. Türkiye de sanayi gelişmeden erken sanayisizleşme dönemine girdik.
Öte yandan, sanayisizleşme genel anlamda sanayi sektörünün terk edilmesi olarak algılarsak, sanayi ötesi topluma geçmek, söz gelimi bilgi teknolojilerin ağırlıklı olması daha da önemli olacaktır. Ne var ki erken sanayisizleşme sanayi toplumu ötesine geçmenin de yolunu kapattı.
AKP iktidarı önce 2001 IMF güçlü ekonomiye geçiş programını daha sıkı uyguladı. Sonraları sanayileşmenin önünü açan planlamayı rafa kaldırdı. 2009 öncesi düşük kur yüksek faiz çoğu sanayiciyi de spekülatör yaptı. Teşvikler sanayi sektörü yerine konut sektörüne aktarıldı. Sanayisizleşme bağıra bağıra geldi.