Krizin faturası kime çıkacak?
Dünyada herkes resesyon veya bir durgunluk olacağına inanıyor. Bu yöndeki güçlü beklenti, yeni politika kararlarını da daraltıyor. IMF başkanı Christine Lagarde, cephanenin birçoğunun 2009 yılında kullanıldığını, bu nedenle farklı hükümetler ve merkez bankaları için uygun politika yelpazesinin daraldığını söylüyor.
Parantez içinde söylemek gerekirse, Resesyon, gayri safi yurtiçi hasılada iki veya daha fazla çeyrekte arka arkaya negatif büyümenin olmasıdır. Başka bir ifade ile eksi büyüme yaşanmasıdır. Aslında ekonomide durgunluk da aynı anlamdadır. Bazıları durgunluğu eksi değil, sıfır veya sıfıra yakın düşük büyüme olarak da yorumlamaktadır.IMF başkanının, cephane azaldı görüşü yanlıştır. Gerçekte iktisatta, farklı zamanlarda ve farklı ülkeler için tek bir reçete yoktur. Zaten 2008 ve 2009 yıllarında, ABD’nin ve AB’nin banka kurtarma politikaları, kalıcı bir çözüm olmamış, tersine kriz aralığını daraltmıştır.
Ekonomik krizler, deprem enerjisi gibi biriken negatif enerjinin boşalmasıdır. Yani balonun inmesidir. Ekonomik krizler, finans sektöründe başlar, sonra milli paranın değeri düşer, ardından da reel sektörde iflaslar olur. Üretim daralması olur. İflaslar, piyasa ekonomisinin sigortasıdır. Çünkü verimsiz çalışan ve etkin olmayan firmalar gider... Yerlerine yeni ve daha etkin çalışan firmalar gelir. Bunun içindir ki, krizlerde şirket kurtarma, etkin olmayan firmaların suni olarak ayakta kalmasına neden olur. Kriz enerjisi boşalmamış olur. Hastalık devam eder.
Krizin etkilerini en aza indirmek için, yalnızca para politikası ve hatta maliye politikası yeterli değil. Ayrıca, tasarruf-tüketim dengesini etkileyecek önlemler alınması, reel yatırımların seçilerek desteklenmesi, gerçekçi bir kur politikası gibi yapısal çözümleri sağlayacak politikaların da uygulanması gerekir. Bugün herkes krizin geleceğini biliyor... Ancak kimse politika üretmiyor. Bu noktada sorun, kriz maliyetlerinin nasıl bölüşüleceği sorunudur.
Örneğin, Avrupa Birliğinde Fransa ve Almanya, Yunanistan gibi borç sorunu yaşayan ülkelerin maliyetini yüklenmek istemiyor. Bu maliyeti tüm Avrupa ülkelerine yaymak istiyorlar.
ABD’de Başkan Obama, banka kurtarmanın maliyetini vergi yoluyla halka yaymak istemiyor. ABD Federal Konut Finansman Ajansı, 17 bankaya 2008 krizi öncesinde mortgage kredilerinin verilmesinde kriterlere uyulmaması ve yatırımcılara yanıltıcı bilgi sunulması nedeniyle dava açıyor. Dünyada kur savaşının da nedeni, ülkelerin cari açıktan kurtulma ve kriz riskini başkalarının üstüne atma, Çin bu savaşın iyi bir örneğidir. ABD’nin mücadelesine rağmen, Çin milli parasının değerini artırmadı. Artırsaydı rekabet gücü düşecek ve cari açık verecekti. Cari açık veren ülkeler, ekonomik krizden daha fazla etkilenir. Bu nedenledir ki, 2009’un ilk çeyreğinde Türkiye’de eksi büyüme daha yüksek oldu.
Türkiye’de, krizlerin maliyeti her zaman halkın sırtında kalmıştır. 2001 krizinde hazine borç aldı, TMSF’ye kaynak aktardı. Batık bankalardaki mevduat ödendi. Bu borçları halk vergisiyle ödedi. Ya da halka ait Telekom gibi varlıkların geliri satıldı. Sonuçta 2008 yılında TMSF’nin hazineye olan 90 milyar liralık borcu bir kanunla silindi.