Koşun, açılım kaçıyor!..
Bugün 135. gün...
“Bu tarihi açılım fırsatını kaçırmayalım” diyen Cumhurbaşkanı, hâlâ “kaçan tarihi fırsatın” ne olduğunu söylemiş değil.
Ki o gün bizim medya müfrezesi “Koşun...” diyerek geçmişti yanımdan:
“Nereye?..”
“Kaçıyor...”
“Ne?..”
“Tarihi fırsat açılımı...”
* * *
Başbakan da “açılımın” ne olduğunu söyleyemiyor... Grubunda iki saat konuşup da “Kürt açılımının” ne olduğunu söylemeyen Başbakan, milletvekillerine “Gidin milletimize açılımı anlatın” deyince, milletvekilleri ağladılar aslında...
İlk “fırtt...” sesi orta sıralardan geldi...
Cumhurbaşkanı’nın utanıp içeriğini Başbakan’ın açıklamasını beklediği... Başbakan’ın utanıp içeriğini İçişleri Bakanı’nın açıklamasını umduğu “Kürt açılımı” esrarını koruyor...
Görevlendirilen İçişleri Bakanı da utandığı için, kapı kapı dolaşıp “destek” arıyor ama, neye “destek” aradığını söyleyemiyor...
Nitekim her görüşmeden sonra içerden çıkanlar aynı şeyi tekrarlıyorlar: “Destek istedi, ama neye destek istediğini söylemedi...”
* * *
“Açılımı” açmayışlarının üç nedeni var:
Bir; yaptıklarının Türkiye’ye karşı suç olduğunu bildikleri için, bekliyorlar ki başkası “açılımı” açsın...
İki; açılımın ne olduğunu söylemedikleri için, her an içeriğini değiştirme olanakları var. Nitekim Bülent Arınç “Bu, Kürt açılımı değil, demokratik açılımdır” diyerek adını değiştirdi bile.
Üç; dağlardan hâlâ şehitlerin tabutları gelirken, söylemeye utanıyorlardır...
* * *
Bence bu arkadaşlar, Cumhurbaşkanı’nız, Başbakan’ınız olabilirler ama “devlet adamı” olmadıklarını artık anlamanız gerek...
Bunlar Türkiye’yi yönetemezler...
Bakın “açılım” diye diye bir anda Türkiye’yi çıkmaza sokuverdiler... “Koşun, açılım kaçıyor” un üzerinden çok zaman geçti ve siz hâlâ “açılımın” ne olduğunu bilmiyorsunuz...
Bugün 135. gün...
* Bekir COŞKUN/ Hürriyet
++++++
Kışkırtıcının gazına gelmek
“Açılım”ın seyri ne yazık ki, bu köşede de birkaç kez dile getirdiğimiz tehlikeli yöne kayıyor. Bunun en büyük sorumlusu da hükümet...
Neden hükümet? Çünkü hükümet önemli hatalar yaptı, yapmaya da devam ediyor.
“Açılım”ın ne olduğunu söylemiyor. Toplumun en hassas olduğu konuda her türlü spekülasyona açık çizgisini sürdürüyor. Açılımın içeriği hâlâ belli değil.
Muhalefeti tahrik siyaseti uyguluyor. İktidarda olan kendisi... Açılımı ortaya atan kendisi, açılımın ne olduğunu açıklamayan kendisi ama, muhalefeti suçlayan da kendisi. Kapsayıcı, uzlaştırıcı, ortak payda yaratıcı olması gereken iktidar, aksine parçalıyor, itiyor, dışlıyor. CHP ve MHP gibi iki büyük partiyi devre dışı bırakmayı göze alıyor, bu tavrıyla toplumdan destek bulacağını sanıyor. CHP ve MHP’ye marjinal partiler muamelesi yapıyor. İktidar sözcüleri, CHP ve MHP liderlerine, kolay kolay geri alamayacakları ağır laflar ediyor.
İktidar partisi içinde bile her kafadan bir ses çıkıyor.
* * *
Hatalar kışkırtmaları, kışkırtmalar hataları tetikliyor. Ve hükümet fena halde kışkırtıcıların gazına geliyor.
Kâğıt üzerinde yaratılan ” barış havası “nın, gazete sayfalarında çizilen ” pembe tablo “nun kara kara bulutlar topladığını görmüyor.
Bir örnek... İktidar partisine yakınlığı bilinen bir büyük gazetede bir resimli haberde şöyle deniyor: “Anneler operasyonların durdurulması amacıyla Genelkurmay Başkanı’yla görüşmek için Ankara’daydı.
Fotoğrafa bakıyorsunuz, kadınların ellerinde pankartlar da şöyle:
“Silahlar sussun, taraflar konuşsun.”
“İmralı’ya kulak verin”.
“Öcalan’sız çözüme hayır.”
Neden bu haberi aktardım? “Bu kışkırtmalar zaten hep yapılıyor” diyebilirsiniz. Doğrudur, yüreği yanan anneleri de, küçücük çocukları da siyasal çıkarları uğruna çirkince kullananlar, bunu hep yapıyorlar.
Ama bu kez, iktidar yanlısı basının bu kışkırtmaların üzerine atlaması ilginç. Ve bunu “barış” süreci olarak sunmaya çalışıyorlar.
CHP ve MHP’yi yerden yere vurmak için, üç-beş kışkıtıcının taktiklerini kullanmaktan çekinmiyorlar. “Silahlar sussun, taraflar konuşsun”muş...
Dedim ya, “açılım” çığrından çıktı, aldı başını bir yerlere doğru gidiyor. Yanlış yerlere gidiyor. “Bu böyle olmaz” diyoruz. Anlatamıyoruz. Anlamıyorlar. Anlamak
istemiyorlar.
* Hikmet BİLA/ Vatan
++++++
Ağlatan başbakan
Başbakan grupta konuşurken bazı AKP’liler gözyaşlarını tutamamışlar.
Ağlayanların başını da Bülent Arınç çekiyor.
Arınç Başbakan Yardımcısı olduktan sonra Başbakan’ın hemen her konuşmasında gözyaşı döküyor.
Başbakan’ın sözlerinden etkilenip ağlayan AKP’lilere bir gerçeği anımsatmak istiyorum.
Partileri iktidar olduğunda PKK terörü hemen hemen sıfırdı. Örgüt eylem yapamayacak haldeydi. Bu, iki-üç yıl da sürdü.
Başta Güneydoğu olmak üzere bütün Türkiye nefes almıştı.
Anaların gözyaşları dinmişti.
Sonra devr-i iktidarlarında terör yeniden hortladı.
* Tufan TÜRENÇ/ Hürriyet
++++++
Ayna’sız durum!
DTP Genel Başkan Yardımcısı (ve adeta gizli lideri) Emine Ayna Iğdır’da şöyle konuştu:
“Kürt sorununun çözümü sırasında PKK ve Abdullah Öcalan mutlaka muhatap alınmalıdır. Kimse bu sürecin en önemli aktörlerini DTP üzerinden tasfiye etmeye kalkmasın...”
Eski milletvekili Hatip Dicle daha açık konuştu:
- Muhatap Öcalan’dır...
İktidar politikasızlık ve kararsızlık sergiledikçe karşı taraf çıtayı yükseltiyor. Terörle mücadeleyi “terörle müzakere” ye dönüştürürseniz olacağı bu.
* Melih AŞIK/ Milliyet
++++++
Engin Ardıç için anırma vakti
Engin Ardıç, Akşam’da çalışırken, köşesinde, ’Adı Hüseyin olan biri ABD Başkanı olursa Taksim’de anırırım’diye yazdı. ABD’liler 44. başkanlarını seçmek için sandığa gittiler. Yarışı Obama kazandı. Ancak o günden beri, Ardıç’tan anırma sesi duyulmadı. Tevatüre göre, gece yarısı kafayı çekmiş bir halde Taksim’den geçerken içinden sessizce üç kez “ai... ai... ai...” deyivermiş... Tam bu “eşeklik ve anırma” meselesi küllendi derken Ardıç dün yine ortaya çıktı ve Yeniçağ’a saldırdı...
“Gazetemize atacak çamuru tükenenlerin son numarası: SABAH eskiden AB grubunun gazetesiymiş, şimdi B grubunun gazetesi olmuş...
Yani A grubu, gazeteyi bırakmış.
Katil de bendeniz tabii!
Eyvah, işimden olacağım da huzurlu bir emeklilik hayatına mı başlayacağım yoksa?
Ne büyük adammışım yahu, iki yazı yazıyorum, koca bir kitle hoop oradan hoop buraya...
SHP’yi de iktidardan bendeniz düşürmüştüm televizyon konuşmalarımla, hatırlarsınız.
Kafamı kızdırmayın, iki yazı yazarım Kürt meselesini de çözerim haa...
Bu A grubu “tesmiye edilen zevat” bu gazeteyi bırakmış da nereye gitmiş? Bütün gazetelerin satış rakamlarında gözle görür bir düşüş olduğuna göre (şaşmaz kuraldır, sıcakta gazete satışları mutlaka azalır), okumayı hepten mi bırakmışlar? Yoksa “kalitelerine yakışır” bir tutumla The Times, Le Monde gibi seçkin yayın organlarına mı yönelmişler?
Bu A grubu toplam kaç kişiymiş?
Bu A grubu kimlerden oluşuyor? Aristokratlardan mı? “Kont dö Çemişkezek” sürek avına çıkmadan önce bizi okuyordu da sinirlenip okumuyor mu artık?
Sakın beyinleri İttihatçılıkla yıkanmış, kendini memleketin efendisi sayan Ankara kalantorları olmasın bunlar?
Okumasınlar efendim, Milliyet var, Cumhuriyet var, Yeniçağ var, Ötüken var... Kutadgubilik var... Onları okusunlar.
Cebinde çok parası olanlar desem, nice paralı ayı, nice hırt zengin gördük... (Tüh, yazar iki kelime kullandı, beş yüz kişi daha kaçtı, ettin mi kendine edeceğini sefil muharrir?)
Yok yok, herhalde çok iyi eğitimli, seçkin kişiler bu A grubu denilenler (bizler hamal kâhyalığından ya da patoz ırgatlığından geliyoruz.) Zevkleri incelmiş, hayat tarzları çağdaş... Terbiyeli çocuklar... “Eşek” yerine “merkep” diyenler... (Gitti gene üç yüz okuyucu daha!)
İyi oldu, bunları yakalamak, gazetemize yeniden kazanmak için ben de nicedir A grubuna yönelik haberler iletmeyi düşünüyordum.
Mozart’ın hiç bilinmeyen piyano ve keman sonatları bulundu... Köchel sayısı artacak... (Efendim? Köchel’i bilmiyor musunuz? Ulan siz ne biçim A grubusunuz?)
Viyana’da “Griechenbeisl” lokantasında geçenlerde bir “Eierschwammerl” yedim arkadaşlar, nefisti... “Chanterelle” mantarıyla yumurta karışımı... Yanında da “Blaufraenkisch” içeceksin, kırmızı...
Yoksa bizim A grubu pastırmayla viski mi içiyor? Olmadı, hiç olmadı... Hem Avusturya yemeklerini tanımıyorsunuz, hem de gazetemize burun kıvırıyorsunuz, aşkolsun.
Canım belki de Paris’e takılan A grubu kesimindensiniz...
O zaman havyarı enayi gibi Lafayette Gourmet’den almayınız, kazık yersiniz, bir zahmet Boulevard de la Tour-Maubourg’daki Petrosyan’a gideceksiniz, Beluga da var, Sevruga da... İthalatçısı bir Ermeni’dir, siz çekinmeyin alın, korkmayın kimseye söylemem.”
* Engin ARDIÇ/ Sabah
++++++
MİNİ YORUM
Oyunun kuralı
Küçük sahil kasabasında çay bahçesinin duvarlarına şöyle yazmışlar: Oynamak serbest! Şu ortamda yedi kat davul tutsalar mümkün değil ya, neşelenmek, keyiflenmek, iki göbek atmak ne zamandır izne bağlıydı ki? Keşke günde kaç doz oynama hakkımız olduğunu da yazsalardı. Serbest olan roman mı, kolbastı mı? Harmandalı ’halkı efelenmeye teşvik’sayılır mı mesela! Hem tabandan tavana dokuz sekizlik kıvırmak alışkanlık olmuşken izne ne hacet!