Korkular ve endişeler
Asrın deprem felaketini yaşadık. 10 ilimiz yerle bir oldu. Yaklaşık 45 bin can kaybımız var. Yaralılar, yaşadıkları şehirleri terk etmek zorunda kalan insanlar, yağmurda karda ayakta durmaya çalışanlar… Diğer tarafta devlet, gönüllüler ve Sivil Toplum Kuruluşlarının yaraları sarabilme çabaları… Bütün bunlar günlerdir şahit olduğumuz gerçekler. Bu asil ve yardımsever milletin el birliğiyle bu felaketi de en az hasarla atlatacağından eminim. Fakat beni asıl korkutan ve endişeye sevk eden işin siyasî cephesi. Kısa süre sonra seçime gidilecek olması sebebiyle deprem felaketinin siyasete malzeme yapılma ihtimali var ki bence bu durum, millet olarak bizim için ikinci bir felaket olabilir.
Endişelerimiz haksız mı?
Daha felaketin ilk günlerinden itibaren iktidar mensuplarının "not ediyoruz" tehdidi savurmaları hiç hoş olmamıştır. Bizim kültürümüzde yöneticilere "baba" gözüyle bakılır. "Devlet baba" deyişimiz bundandır. Herhangi bir felaket yaşandığında babaya düşen, çoluk çocuğunu toplayıp birlik-beraberlik telkin etmek değil midir? Eğer baba, böyle olağanüstü bir durum yaşandığı zaman çocuklarının bir kısmını dışlar, hatta onlara hakaretamiz sözler sarf ederse yaraya merhem olmak yerine tuz biber ekmiş olmaz mı?
Ben Cumhurbaşkanının yerinde olsam depremin hemen ilk gününde -TBMM''de grubu bulunsun bulunmasın- bütün siyasi parti liderlerini toplar: "Arkadaşlar, görüyorsunuz, büyük bir felaketle karşı karşıyayız. Enkazın altında can çekişen binlerce insanımız var. Birlik-beraberlik zamanı… Hiçbir siyasî mülahaza gütmeden, tek yürek halinde deprem yaralarını sarabilmek için seferber olalım. Deprem felaketinin yaralarını sardıktan sonra oturur eksiklerimizi gediklerimiz, yaptıklarımızı yapamadıklarımızı yine tartışırız. Şimdi birlik olma zamanı" der, parti taassubunu daha işin başında ortadan kaldırırdım. Ve insanlar can derdindeyken siyasî çıkar peşinde koşulmasının önünü keserdim. Ama maalesef bu yapılmadı, yapılamadı. Böylece genel seçimin deprem tartışmalarıyla geçmesi için âdetâ zemin hazırlanmış oldu.
Dediğim gibi bu tip fevkalade durumlarda önderlik hatta fedakârlık iktidardan beklenir. Oysa iktidar 1940''ların "Ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz" zihniyetini hatırlatacak şekilde "Deprem bölgelerine yardım götürülecekse onu da biz götürürüz, size ne oluyor?" der gibi bir havaya büründü.
Atalarımız boşuna dememiş "Bir el bir eli yıkar, iki el de yüzü yıkar" diye. Bir elin yapacağı şey başka, yüz elin, bin elin yapacağı şey daha başka.
1-Bir elin nesi var, iki elin sesi var.
2-Birlikten kuvvet doğar.
3-El el ile değirmen yel ile.
4-Nerede birlik orada dirlik.
5-Birlik olmak.
6-El birliği etmek.
7-Kafa kafaya vermek.
gibi atasözü ve deyimlerimiz millet olarak birlik ve beraberliğe verdiğimiz önemi gösterir.
Hepsinden önemlisi C. Allah, Kur''ân-ı Kerim''de: "Ve lâ-teferrakû=Sakın bölünmeyin" buyurur.
Hz. Peygamberimiz de: "Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır" der.
Bütün bunlara rağmen bu kör olası particilik bizi bölüp parçaladı, aramıza fitne fesat sokarak acılarımızı paylaşmamızı bile engelledi. Genel seçimlerdeki muhtemel hesaplaşmaları düşündükçe endişelenmemek mümkün mü?..
ACZİMİN GİRYESİ:
PARTİ TAASSUBU
Lanet olsun bu kör olası parti taassubuna ki bizi
Birbirimize düşürerek bölüp parçaladı hepimizi.
(Li-müellifihî)